Mübarek Ramazan dolayısıyla otuz-altmış yılları arası belleğimde kalan, bazı yerlerde tatbik edilse de nostalji olmaya yüz tutmuş, hatta olmuş diyebileceğimiz iftar davetlerini sunmaya çalışıyım.
O günlerin toplumu ile bu günlerin toplumu arasında hayli görüş ve değişimler bulunmakta.
O zamanların özenle evlerde yapıldığı, huzur, sevinme ve haz duygusu veren iftar davetleri son yıllarda lüks lokanta pardon restoranlarda yapılmakta.
Zenginliğin verdiği düşünce mi? Yoksa darılmasınlar hanımefendilerin işten kaçma veya hazırlama yapamamasından mı? Kestirmek güç.
***
O yıllar da olan kurum ve kuruluşlarda geniş yemekhaneler, şehir içi ve dışında anlı şanlı restoranlar mevcut bulunmuyordu. Tabii sonraları yavaş yavaş fazlalaştı.
Bu olmayış dolayısıyla mı? Yoksa kendi keselerinden değil de maneviyata önem verip milletin, devletin kesesine el atmanın helal olamayacağına ikircik* ettiklerinden mi bilemem.
Bu günün Kurum ve Kuruluşlarının yaptığı, birazda siyasi getirim (rant) sağlama veya popüler olma düşüncesi içinde devlet, millet kesesini kitabına uydurup kullanarak, fakir harici çeşitli zümre ve şahısları, halk oyunca Ramazan ulviyetine hiçte girmiyor diye karşılanan davetle lüks restoranlar da kameralar karşısında söylevler içinde verilen iftar davetleri görülmüyordu.
Gerçi Osmanlı devleti zamanında toplum içinde meslek fakir zengin vb. ayrımı yapılmadan herkese iftar verilirmiş. (Bu hususta ki anlatımım ilerde olacak inşallah.)
Devlet ricali olan paşalar ve zenginler, kendi konaklarının kapısını ramazan boyu açık tutar, kendi keselerinden iftar sofraları kurar, gelenleri diş kirasız da göndermezlermiş.
***
Biz kendi Anadolu şehirlerinin hepsinde olabildiği gibi şehrimizde de yapılan şeklinin yavaş değil hızla nostaljileştiği iftar davetlerinden dem vuralım.
İftar daveti her yönüyle bir çeşni verir, insanlarda gurur hissini doğururdu.
Ev sahibinin İftar verme işleminde ki gurur hissetmesi yanında, davetlilerin de davet edilme gururunun verdiği haz içinde olurlardı.
İftara davetli olan birisi için, mahalle yolunu değiştirdiğini fark eden tanıdığı “Yol değiştiriyorsun hayrola?” sorusuna içtenlik ve haz hissettiren telaffuzu içinde (a) harflerine basarak yarı gülümseme ve gurur içinde “İftara davetliyim de” cevabını verirdi.
Dikkat ederseniz bir yemeğe davette sadece “Yemeğe davetliyim” deyip geçiliverir.
***
İftara davet edilme ve etmenin kutsallığı bir tarafa, giderken veya gelenleri karşılarken bile duygularda değişiklik vardır.
Bu yılda yaptı mı bilmiyorum. Daha önce Müslüman kardeşlerin birbirini değil, Hıristiyan dinine sıkıca bağlı, Amerikan Devleti Başkanı’nın verdiği İftar daveti bütün dünyada yankılanmadı mı? Başka zaman aynı kişilere arada bir yemek vermez mi? Verir ama bu; İftar davetidir.
Aynı şeyi bizim Devlet veya Hükümet adamlarından yapan olursa. Başta Müslümanlarla her fırsatta uğraşan malum Medya ve sözde aydınlar ile malum partililere malzeme olur. Mal bulmuş mağribi gibi yaygara yapıverirlerdi. Şimdi pek görülmüyor.
***
İftar davetleri bir sıra kes’b ederdi.
Hısım akraba, Komşu, Ahbap, personel ve Fakirler için ayrı, ayrı veya dağıtılarak İftar davetleri yapılırdı.
İftar davetlerinin yeri altmışlı yıllar öncesine kadar yukarıda değindiğim gibi ev sahibinin evi olurdu. Son yıllarda ki modernleşmemizle Lüks Restoranlarda verilmeye başlandı..
Bu davetlerde dikkatimi çeken hususlar bulunurdu o zamanlar.
Ev sahipleri. İftar davetinin ulvîliğine önem verir, samimiyet içinde kaynaşmayı daha uygun bulur, bereket verir düşüncesinde olurdu. Aynı sofrada oturacak kişilerin dağılımına da önem verirlerdi
Birkaç gün arka arkaya yaptıkları iftar davetlerinde, Akrabalarla Komşu vb. yi ayrı çağırsalar da…
Bunların arasında olan kişilerin, mevki, malî durum, meslek üstünlüğü vb. gibi farklılıklarda bilhassa ayırım yapmamaya özen gösterirlerdi. Aynı Camideki karışım gibi. Sofrada ayrım yapmayıp, zengin yanına fakir, profesörün yanına asistan, ustanın yanına kalfa ve çırağı dağıtımlı davet ederdi. Halen bu sistemi bırakanlar(!) yanında devam edenler de bulunmakta.
İftar davetinin nostaljisini aşağıdaki olayla noktalayarak davetliİftar Yemekleri nostaljisini ilerde anlatmak nasibiyle...
***
Hükümdar Harun Reşit zamanında, kardeşi de denilen, meczup olarak da görülen ama aslında ermişlerden olduğu söylenen “Pervildane” (Pervildivane de deniliyor) varmış.
Söylediği veya yaptığı hareketler Nasrettin Hocanın nükteleri gibi düşündürücü imiş. Hatta kişilerin aklından geçirdiği düşüncelere vakıf olurmuş.
Bir Ramazan günü Harun Reşit “Git falan büyük camide akşam namazı kılanların hepsini İftar sofrasına davet ederek getir” demiş
Camiye giden Pervildane, Namaz sonu cami kapısına durarak,çıkmakta olan cemaatin kişilerine “İmam ilk Rekâtta hangi Zammı sureyi okudu?” diye sorarmış.
Cevap verebilenleri bir tarafta bekletmiş. Bilemeyenlere bir şey söylemediğinden, onlar evlerine gitmiş.
Yüze yakın cemaattan soruya bilinçli cevap veren on kişiye yakın kişinin getirildiğini gören ve yüzlerce kişiye yemek hazırlayan Harun Reşit hayretler içinde...”Demek camiye bu kadar az kişi geldi öylemi?...” diye hayıflanarak sormuş.
Pervildane “Hayır, cemaat yüzden fazla idi” deyince H. Reşit “Neye getirmedin hepsini” diye azarlamış.
Pervildane. “Ne kızıyorsun?... Sen Bana Namaz kılanları getir dedin. Camiye gelenleri getir demedin ki...” cevabını vermiş…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam ve afiyetli iftarlar dileğimle…
---------------
İkircik= Tereddüt, duraksama.