Büyük acılar içindeyiz. Türkiye üst üste felâketlerle sar(s)ılıyor. Van depremi de, terör haberlerinden sonra yüreğimizi tam onikiden vurdu. Fizikî tedbirler kadar, ruhî bir arınmaya, kendine dönüşe de ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Dualar ediyor; baş sağlığı, yaraların tez vakitte sarılmasını diliyorum.
Bu arada memleket gene bir söz düellosuyla karşı karşıyaydı. Bir umursamazlık, gafletle malûlüz. Hiçbir keyiften zevkten geri durmuyoruz, depremin en civcivli günlerinde sayın devletlûların dış seyahatleri filan iptal edilmiyor ama meselâ millî birlik ve mutabakat sembolü bayramları kutlamak mesele haline geliyor. Cumhuriyet bayramı kutlamaları iptal ediliyor.
Hâlbuki bir kurtuluşu, zulme karşı bir duruşu, bir ölüm-kalım mücadelesinden sağ çıkmayı, var oluşu kutlardık millî bayramlarda. Hissedilmeyecek, yaşanılmayacak, izlenilmeyecek, maskara edilecek bundan sonra.
Biz ABD’nin, Avrupa’nın Türkiye üzerindeki emellerini, küreselleşmenin bedelini, tartışamıyoruz mesela, “paranoya” sayılıyor; fakat bayramlar da dâhil irili ufaklı her gelenek, kök değer -başta İslâm- didik didik edilip, masaya yatırılıyor. Değerler etrafındaki tartışma, lüzumsuz sorgulama, dibe batırmadan dolayı artık bizi belki usandırmış, eskisi gibi güç ve haz vermeyen, bir mânâ ifade etmeyen, -olmasa da olur- , yüz çevirdiğimiz, unutulası bir mahiyete bürünüyor.
Millî ve dinî bayramlar eski tatlarında değil, içimizi, gönül tellerimizi titretirdi önceden. Tatile çevrilme, içeriğinin boşaltılıp hafifletilmesi, üzerinde oynanıp yok edilme gibi tehlikelerle yüz yüze.
Dinî bayramlarsa, özellikle Kurban, mümkün olduğu kadar az telâşe, yorgunluk, zahmetle geçiştirilmek isteniyor söz gelişi. Zaten münferit kurban manzaralarının genelleştirilip, basın-yayında ikide bir olumsuz yorumlar yapılmasından, koparılan yaygaradan, içiniz oldukça ezilmiş, üzülmüş, tadınız kaçmıştır. Ramazan Bayramı ise, ibadetinden ziyade eğlence sürümüyle “şekerleştiriliyor”.
Bayramlar bize aidiyetlerimizi ve kimliğimizi hissettiren günler. Onlardaki müşterek, toplu anlam, üzüntülerimizden, ıstıraplarımızdan büyüktür. Nice badire, belâ ve sıkıntıdan sonra inşa ettik o özge sevinç günlerini.
Zamanla bayramların temsil ettiği; millî-dinî birlik beraberlik havasından uzaklaşıyoruz. İstiklâl, vatan, bütünlük, hürriyet gibi kavramların silindiği; sömürü karşıtlığı gibi sivrilikleri(!) düzleştirilmiş, hafızası silinmiş, şuursuz, şöyle yuvarlacık toparlacık, dünya vatandaşı, hüviyetsiz; haçlıyla ayrılıkları epeyce azalmış; kafa ve ruh ortaklıklarıysa çoğalmış, gayesiz insanlar haline geliyoruz.
Ve zannediyor musunuz ki çeşitli vesilelerle sadece Cumhuriyet dönemi ve kurucusu hepten kötülenip istiskal ediliyor; halkı kafalayan uyurgezer vaziyetine getiren televizyon gibi araçlarda da meselâ Kanunî şahsında, Osmanlı karikatürize ediliyor, imajı, itibarı yerle yeksan oluyor.
Osmanlılıkla da övünemeyeceksiniz yani. Ancak maymundan “atanız” olabilir, ya da Hz. Âdem’den. Maziniz, evveliyatınız, sevabıyla günahıyla tarihî bir “süreklilik” fikriniz, bağlarınız bulunmayacak. Ki kaynaklarınız, dayanaklarınız, toplumsal enerjiniz kalmayacak.
Ve.. neticede Hıristiyan âdetlerini daha fazla mâl ediyoruz kendimize farkında mısınız? Ülke olarak baştan ayağa kanla yıkansa, şartlarda fazla bir değişiklik görülmese de Yılbaşı, Sevgililer Günü’nü “engelsiz” ne kadar gururla, heyecanla, kutlayacağız kim bilir.
Türkiye bu şekilde hızla ikiye bölünüyor, kutuplaşıyor. Bir milletin hayatiyeti, inançları söke söke, hazmettire hazmettire, döne döndüre böyle alınır işte.
Saldırı illâ top tüfekle, silâhla mı olur sanıyorsunuz.
Bu arada memleket gene bir söz düellosuyla karşı karşıyaydı. Bir umursamazlık, gafletle malûlüz. Hiçbir keyiften zevkten geri durmuyoruz, depremin en civcivli günlerinde sayın devletlûların dış seyahatleri filan iptal edilmiyor ama meselâ millî birlik ve mutabakat sembolü bayramları kutlamak mesele haline geliyor. Cumhuriyet bayramı kutlamaları iptal ediliyor.
Hâlbuki bir kurtuluşu, zulme karşı bir duruşu, bir ölüm-kalım mücadelesinden sağ çıkmayı, var oluşu kutlardık millî bayramlarda. Hissedilmeyecek, yaşanılmayacak, izlenilmeyecek, maskara edilecek bundan sonra.
Biz ABD’nin, Avrupa’nın Türkiye üzerindeki emellerini, küreselleşmenin bedelini, tartışamıyoruz mesela, “paranoya” sayılıyor; fakat bayramlar da dâhil irili ufaklı her gelenek, kök değer -başta İslâm- didik didik edilip, masaya yatırılıyor. Değerler etrafındaki tartışma, lüzumsuz sorgulama, dibe batırmadan dolayı artık bizi belki usandırmış, eskisi gibi güç ve haz vermeyen, bir mânâ ifade etmeyen, -olmasa da olur- , yüz çevirdiğimiz, unutulası bir mahiyete bürünüyor.
Millî ve dinî bayramlar eski tatlarında değil, içimizi, gönül tellerimizi titretirdi önceden. Tatile çevrilme, içeriğinin boşaltılıp hafifletilmesi, üzerinde oynanıp yok edilme gibi tehlikelerle yüz yüze.
Dinî bayramlarsa, özellikle Kurban, mümkün olduğu kadar az telâşe, yorgunluk, zahmetle geçiştirilmek isteniyor söz gelişi. Zaten münferit kurban manzaralarının genelleştirilip, basın-yayında ikide bir olumsuz yorumlar yapılmasından, koparılan yaygaradan, içiniz oldukça ezilmiş, üzülmüş, tadınız kaçmıştır. Ramazan Bayramı ise, ibadetinden ziyade eğlence sürümüyle “şekerleştiriliyor”.
Bayramlar bize aidiyetlerimizi ve kimliğimizi hissettiren günler. Onlardaki müşterek, toplu anlam, üzüntülerimizden, ıstıraplarımızdan büyüktür. Nice badire, belâ ve sıkıntıdan sonra inşa ettik o özge sevinç günlerini.
Zamanla bayramların temsil ettiği; millî-dinî birlik beraberlik havasından uzaklaşıyoruz. İstiklâl, vatan, bütünlük, hürriyet gibi kavramların silindiği; sömürü karşıtlığı gibi sivrilikleri(!) düzleştirilmiş, hafızası silinmiş, şuursuz, şöyle yuvarlacık toparlacık, dünya vatandaşı, hüviyetsiz; haçlıyla ayrılıkları epeyce azalmış; kafa ve ruh ortaklıklarıysa çoğalmış, gayesiz insanlar haline geliyoruz.
Ve zannediyor musunuz ki çeşitli vesilelerle sadece Cumhuriyet dönemi ve kurucusu hepten kötülenip istiskal ediliyor; halkı kafalayan uyurgezer vaziyetine getiren televizyon gibi araçlarda da meselâ Kanunî şahsında, Osmanlı karikatürize ediliyor, imajı, itibarı yerle yeksan oluyor.
Osmanlılıkla da övünemeyeceksiniz yani. Ancak maymundan “atanız” olabilir, ya da Hz. Âdem’den. Maziniz, evveliyatınız, sevabıyla günahıyla tarihî bir “süreklilik” fikriniz, bağlarınız bulunmayacak. Ki kaynaklarınız, dayanaklarınız, toplumsal enerjiniz kalmayacak.
Ve.. neticede Hıristiyan âdetlerini daha fazla mâl ediyoruz kendimize farkında mısınız? Ülke olarak baştan ayağa kanla yıkansa, şartlarda fazla bir değişiklik görülmese de Yılbaşı, Sevgililer Günü’nü “engelsiz” ne kadar gururla, heyecanla, kutlayacağız kim bilir.
Türkiye bu şekilde hızla ikiye bölünüyor, kutuplaşıyor. Bir milletin hayatiyeti, inançları söke söke, hazmettire hazmettire, döne döndüre böyle alınır işte.
Saldırı illâ top tüfekle, silâhla mı olur sanıyorsunuz.