Şüphesiz ki insan aciz ve muhtaç bir mahlûktur. Bizi yoktan var eden Yüce Allah'tır. Hayatımızı yaşarken daima Rabbimizin nimetlerine muhtacız. Zaten bedenimiz de O’nundur. Bedenin hayatı için de bu nimetlerden istifade etmemiz gerekmektedir. Ama insan maalesef bu gerçeği göz ardı etmektedir. Aslında kişiye düşen şey nimetin sahibini bilmek ve O'na kulluk yapmaktır. İnsan bu gerçeği düşünmeden yaşıyor. Sanki bu sayısız nimetler ona kendiliğinden gelmektedir. Bu tabii ki acı bir durumdur.
Allah'ın kuluna verdiği nimetleri saymak asla mümkün değildir. İşte bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!” (14 İbrahim 34)
Evet, O’nun nimetlerinden bazılarını saymak da kolay değildir. Çünkü “bazı” ifadesine bile nice nimetler girecektir:
“Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızıktan yiyin; sonunda dönüş O'nadır.” (67 Mülk 15)
“Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı?” (78 Nebe 6-7)
“And olsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımızdan habersiz değiliz. Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz.” (23 Mü’minûn 17-18)
Bütün bu nimetler insanoğluna çok önemli bir görev yüklemektedir:
“Andolsun ki, onlara: ‘Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?’ diye sorsan, mutlaka ‘Allah’ derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) düşünmezler” (29 Ankebût 63)
Öncelikle bedenimize bakalım. Dış kısmından gördüğümüz onca nimetleri şöyle bir düşünelim:
Yaratılışın eşsizliği… Yaratıcının gücü ve dilemesi:
“Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Kitap'tadır. Doğrusu bu, Allah'a kolaydır.” (35 Fâtır 11)
O’nun kudreti ve O’ndan gayri tapılanların hiçliği:
“Onları çağırırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size cevap veremezler; ama kıyamet günü sizin ortak koşmanızı inkâr ederler. Her şeyden haberdar olan Allah gibi, sana kimse haber vermez.” (35 Fâtır 13-14)
O’dur bize bütün bunları veren. Daha nicelerini de. Bir de iç organlarımıza bakalım. Sonra da onların içerikleri ve yaptıkları görevleri hatırlayalım.
Nasıl da yaratmış O yüce Rabbimiz değil mi?
“Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini anın; sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah'tan başka bir yaratan var mıdır? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl aldatılıp da döndürülürsünüz?” (35 Fâtır 3)
Sonra da dış âlem! Şu dünya… Onun üzerinde ve altında bulunan, istifade ettiğimiz şeyler. Teneffüs ettiğimiz hava, içtiğimiz su, ısındığımız güneş, nimetler sunan toprak. Bitkiler, hayvanlar… Her şey bizim emrimizde:
“Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz?” (31 Lokman 20)
O halde O’nu anmak ve O’na şükretmek gerekir. Bu zaten bir emirdir:
“Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (2 Bakara 152)
Bütün bunlar ve sayamadığımız her şey Allah’ındır. O’dur sahip olduğumuz her şeyi yaratıp bizlerin istifadesine veren. Hem de faydalanacağımız şekilde bahşeden.
Şimdi düşünmek lazım: Bunca nimetten bir ya da birkaçını bizim gibi insanoğlundan almış olsak, ona ne kadar da teşekkür ederiz değil mi? Şu âyet ne kadar da ibretlidir:
“De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Zaten insanlar pek cimridir.” (17 İsrâ 100)
O halde insana düşen şey, “sayma imkânı olmayan” bütün bu nimetlerin Sahibini hatırlaması ve gereğini yapması değil midir? İnsanın yaratılışına uygun olan gerçek de budur. Bunun aksi olan şey kendisine düşman olan şeytanın işidir ve ona uymaktır. Şeytan ise, kulları şükürden uzak tutacağını şöyle dile getirmiştir:
“Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın” dedi.” (7 Â’raf 16-17)
O Allah (c.c.) ki, çoğu zaman nimetlerini hatırlatır, sonra da kullarının halini bildirir:
“De ki: “Sizi yaratan, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!” (67 Mülk 23)
Şükürden uzak olarak yaşayıp günahlara dalan nice nesiller yaşamıştır ki, akıbetleri korkunç olmuştur:
“Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.” (6 En’am 6)
Onu şan ve şeref sahibi kılan O’dur:
“And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.” (17 İsrâ 70)
Ne de az şükrediyoruz değil mi? Onca nimetin hangisinin karşılığını ödeyebiliriz ki!
Başka ayetlerde yaratılışımız biraz daha detaylı dile getirilir ve yine aynı sonuç vurgulanır:
“Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalpler verilmiştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz.” (32 Secde 7-9)
“Oysa sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O'dur. Pek az şükrediyorsunuz.” (23 Mü’minûn 78)
Kişinin nimet ve şükür dengesini göz önüne alması gerekir. Pek tabiidir ki biz bu dengeyi kuramayız ama bunu düşünmekle bir gayret içerisine gireriz. Bu da insana ve hele mü'mine yakışan çok önemli bir manadır.
Allah'ın kuluna verdiği nimetleri saymak asla mümkün değildir. İşte bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!” (14 İbrahim 34)
Evet, O’nun nimetlerinden bazılarını saymak da kolay değildir. Çünkü “bazı” ifadesine bile nice nimetler girecektir:
“Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur; öyleyse yerin sırtlarında dolaşın, Allah'ın verdiği rızıktan yiyin; sonunda dönüş O'nadır.” (67 Mülk 15)
“Biz yeryüzünü bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı?” (78 Nebe 6-7)
“And olsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz, yarattığımızdan habersiz değiliz. Gökten suyu ölçülü indirdik de, onu yerde durdurduk. Şüphesiz onu gidermeye de kadiriz.” (23 Mü’minûn 17-18)
Bütün bu nimetler insanoğluna çok önemli bir görev yüklemektedir:
“Andolsun ki, onlara: ‘Gökten su indirip onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?’ diye sorsan, mutlaka ‘Allah’ derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah'a mahsustur. Fakat onların çoğu (söyledikleri üzerinde) düşünmezler” (29 Ankebût 63)
Öncelikle bedenimize bakalım. Dış kısmından gördüğümüz onca nimetleri şöyle bir düşünelim:
Yaratılışın eşsizliği… Yaratıcının gücü ve dilemesi:
“Allah sizi topraktan, sonra nutfeden yaratmış, sonra da sizi çiftler halinde var etmiştir. Dişinin gebe kalması ve doğurması ancak O'nun bilgisiyledir. Ömrü uzun olanın çok yaşaması ve ömürlerin azalması şüphesiz Kitap'tadır. Doğrusu bu, Allah'a kolaydır.” (35 Fâtır 11)
O’nun kudreti ve O’ndan gayri tapılanların hiçliği:
“Onları çağırırsanız, çağrınızı işitmezler; işitmiş olsalar bile size cevap veremezler; ama kıyamet günü sizin ortak koşmanızı inkâr ederler. Her şeyden haberdar olan Allah gibi, sana kimse haber vermez.” (35 Fâtır 13-14)
O’dur bize bütün bunları veren. Daha nicelerini de. Bir de iç organlarımıza bakalım. Sonra da onların içerikleri ve yaptıkları görevleri hatırlayalım.
Nasıl da yaratmış O yüce Rabbimiz değil mi?
“Ey insanlar! Allah'ın size olan nimetini anın; sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah'tan başka bir yaratan var mıdır? O'ndan başka tanrı yoktur. Nasıl aldatılıp da döndürülürsünüz?” (35 Fâtır 3)
Sonra da dış âlem! Şu dünya… Onun üzerinde ve altında bulunan, istifade ettiğimiz şeyler. Teneffüs ettiğimiz hava, içtiğimiz su, ısındığımız güneş, nimetler sunan toprak. Bitkiler, hayvanlar… Her şey bizim emrimizde:
“Allah'ın göklerde olanları da, yerde olanları da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmez misiniz?” (31 Lokman 20)
O halde O’nu anmak ve O’na şükretmek gerekir. Bu zaten bir emirdir:
“Artık Beni anın, Ben de sizi anayım; Bana şükredin, nankörlük etmeyin.” (2 Bakara 152)
Bütün bunlar ve sayamadığımız her şey Allah’ındır. O’dur sahip olduğumuz her şeyi yaratıp bizlerin istifadesine veren. Hem de faydalanacağımız şekilde bahşeden.
Şimdi düşünmek lazım: Bunca nimetten bir ya da birkaçını bizim gibi insanoğlundan almış olsak, ona ne kadar da teşekkür ederiz değil mi? Şu âyet ne kadar da ibretlidir:
“De ki: “Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz. Zaten insanlar pek cimridir.” (17 İsrâ 100)
O halde insana düşen şey, “sayma imkânı olmayan” bütün bu nimetlerin Sahibini hatırlaması ve gereğini yapması değil midir? İnsanın yaratılışına uygun olan gerçek de budur. Bunun aksi olan şey kendisine düşman olan şeytanın işidir ve ona uymaktır. Şeytan ise, kulları şükürden uzak tutacağını şöyle dile getirmiştir:
“Beni azdırdığın için, and olsun ki, Senin doğru yolun üzerinde onlara karşı duracağım; sonra önlerinden, artlarından, sağ ve sollarından onlara sokulacağım; çoğunu Sana şükreder bulamayacaksın” dedi.” (7 Â’raf 16-17)
O Allah (c.c.) ki, çoğu zaman nimetlerini hatırlatır, sonra da kullarının halini bildirir:
“De ki: “Sizi yaratan, sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!” (67 Mülk 23)
Şükürden uzak olarak yaşayıp günahlara dalan nice nesiller yaşamıştır ki, akıbetleri korkunç olmuştur:
“Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.” (6 En’am 6)
Onu şan ve şeref sahibi kılan O’dur:
“And olsun ki, biz insanoğullarını şerefli kıldık, onların karada ve denizde gezmesini sağladık, temiz şeylerle onları rızıklandırdık, yaratıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık.” (17 İsrâ 70)
Ne de az şükrediyoruz değil mi? Onca nimetin hangisinin karşılığını ödeyebiliriz ki!
Başka ayetlerde yaratılışımız biraz daha detaylı dile getirilir ve yine aynı sonuç vurgulanır:
“Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah'tır. Size kulaklar, gözler, kalpler verilmiştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz.” (32 Secde 7-9)
“Oysa sizin için kulaklar, gözler ve kalpler var eden O'dur. Pek az şükrediyorsunuz.” (23 Mü’minûn 78)
Kişinin nimet ve şükür dengesini göz önüne alması gerekir. Pek tabiidir ki biz bu dengeyi kuramayız ama bunu düşünmekle bir gayret içerisine gireriz. Bu da insana ve hele mü'mine yakışan çok önemli bir manadır.