Yuvamız Evlendirme yazı serisi
Yaratıcımız, yarattığı bütün canlıların kalbine birbirlerini çekecek hisler ve duygular koyarak onların birbirleriyle yakınlaşmalarını murat etmiştir. Bu his ve duygular insanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde bulunmakta olup, birbirlerine yakınlaşan bu canlılar ile onların üremesini ve nesillerin devamının sağlanacaktır.
İnsanlarda adına sevgi ve aşk denilen duygular, karşı cinsin birbirlerine duydukları şehvet, ilişki esnasında eşlerin birbirlerine karşı duydukları arzu ve istek, o anda tadılan zevk ve lezzet ve daha sonra bu ilişkinin meyvesi olan çocuk ile bu çocuğun ana ve babasında hâsıl ettiği sevgi ve muhabbet hep Allah’ın koyduğu kanunlardır.
Bir insanın bunu idrak ederek, “Allah’ım bana ne kadar güzel hasletler vermişsin” diyerek Allah’a hamd etmesi yanı sıra, bazı insanların bu hislerin kendiliğinden oluştuğunu zannederek, yaratıcının gücünü görememesi, bu his ve eylemin neticesini değiştirmemektedir. Şu kadar ki bu his ve eylemlerin gerçek sahibini tanıyan insan bu, hisleri tadarken ve eylemi yaparken aynı zamanda ibadet etmiş olmakta, ecir ve sevaba da kavuşmaktadır.
Yukarıda ki tarifte aynı his ve eylemleri taşıyan insanlar iki ayrı şekilde önümüze çıkmaktadır. Bunlardan birisi “nikah” diğeri ise nikahsız birliktelik olan “zina” dır.
Bir araya gelmeye birlikte yaşamaya karar veren iki ayrı cins insanın yani erkek ve kadının, hayatları boyunca birbirlerinin hak ve hukukunu korumaya söz vermeleri, bu sözlerine de Allah’ı şahit kılmalarının adıdır ki buna nikâh denmektedir.
Nikâhlı birleşmelerde kendisine koca denilen erkek ile karı diye adlandırılan kadının ayrı ayrı hak ve sorumlulukları bulunmaktadır. Bu işin bir üçüncü boyutu ise bu işlerin Allah adına yapılması ve onun şahitliğinin olmasıdır.
NİKÂHTA Kİ SAADET
Nikâhlı birlikteliklerde erkek eşini, Allah’ın bir emaneti olarak görmekte ve kendisinde bir emanet olarak bulunan eşinin haklarına yapılacak saygısızlığın emanetin gerçek sahibi tarafından hesabının sorulacağına inanmaktadır. Bu inanç, o evde kadının haklarının korunmasını sağlamaktadır.
Bazı sivil toplum örgütleri, özellikle de kadın dernekleri zaman zaman yürüyüşler yaparak “kadına özgürlük, kadına şiddete hayır” gibi eylem ve söylemler de bulunmaktadırlar. Hâlbuki bu gibi çalışmaların şiddet gören kadının ailesinde hiçbir müspet tesiri görülmemektedir.
Karı da kocasını saymakta, onun haklarını korumaya çalışmakta ve “Ben kocamın rızasını kazanarak cennete gitmek istiyorum” diye inanmaktadır.
Bu ailede eşler karşılıklı olarak kendilerinin görevini bilmekte karşısında ki eşinin haklarına saygı göstermekte ve onu sevip saymaktadır.
Nikâhlı birlikte eşler, bu birliktelikten bir haz ve bir mutluluk duyarlar. Öyle ya bu eylem “Allah’ın emri ve Peygamberin kavli…” ile gerçekleşmektedir. Bir yerde Allah’ın emri tutuluyorsa orada elbette bir büyük manevi haz hissedilecektir.
Nikâhlı evliliklerinden hâsıl olan çocuk, daha ana rahmine düştükten sonra o evde bir büyük bayram havası yaşanmakta, sanki çok uzaklardan gelen bir Sultan’a yapılacak resmi karşılama töreni gibi çalışmalar icra edilmektedir. Zıbınlar hazırlanmakta, patikler örülmekte, önlükler dikilmekte ve bu eşyalar bir yerde sergilenmeye başlamaktadır.
Vaktin dolup da çocuğun doğması halinde ise bu bayram sevinci birkaç misli daha artmakta evin içini bir büyük sevinç almaktadır.
ZİNADA Kİ FELAKET
Yaratıcının insanlara verdiği his, duygu ve organlar, onun koyduğu kurallar içerisinde kullanmayanlar ise daha baştan mutsuzluğun içine düşmeyi kabul etmişlerdir demektir.
Şurası unutulmamalıdır ki zinanın başlangıcı erkek ve kızların flört etmeleri, flörtün başlangıcı ise kadın erkek arkadaşlığıdır. Güya masumane başlayan bu arkadaşlıklar arkasından bu büyük felaketi de getirir. Bu yangında en çok yanan da, kadındır.
Erkek ve kadın nikâhsız birlikteliğe karar vermişlerse veya nikâhsız oldukları halde karı koca hayatı yaşıyorlarsa, bu birlikteliği daha baştan gizleme telaşına düşeceklerdir. Dilimizde, “Allah’dan korkmak, kuldan utanmak…” diye bir tabir vardır. Bunların inançları da olmasa yaradılıştan gelen bir iç duygusu onları bu davranışa sevk edecektir.
Zina fiili ile bir araya gelen eşler ise her zaman bir pişmanlık duyacak, zina mahsulü çocuk olmasın diye çeşitli önlemler almaya çalışacaklardır.
Zina ile birliktelik kuran erkek ve kadın da bir birlerine karşı bir hak ve sorumlulukları bulunmamaktadır. Hisler yaşanmış, eylem gerçekleştirilmiş ve orada her şey bitmiştir. Erkek kadından bir hak istemez, kadın da erkekten bir hak talep edemez durumdadırlar.
Özelikle erkek, kadından yararlandığı kadar yararlanacak bir müddet sonra onu bir başka kadına gitmek üzere terk edecektir. Çünkü aralarında birbirini bağlayan bir nikâh bağı yoktur. Bu arada terk edilmiş olan kadın beyaz kadın tacirlerine satılması da muhtemeldir.
Pavyon, gazino ve genel evlere düşen binlerce kadının başına gelen olaylar, bu ve benzeri olaylardır. Artık o kadın bir hayat boyu, ne koca sevgisini, ne evinin hanımı olma duygusunu ve ne de çocuklarının annesi mutluluğunu yaşayamayacaktır. Kadının dilinden düşürmediği söz ise “erkek milletine güvenilmez” sözü olacaktır.
Nikahsız birliktelikten kazara bir çocuk hasıl olmuş ise ana ve baba onu düşürmek için çeşitli yollar deneyecek ve hatta bebeği sezeryanla parça parça ederek aldıracaklardır. Buna rağmen çocuk doğmuşsa baba onun sorumluluğunu taşımayacağından çocuğun bütün işleri ve sorumlulukları sadece annenin omuzlarına binecektir. Anne de kendi başına bu yükü taşıyamayacağı için çocuğunu ya cami önüne veya çöp arabasına atacaktır. Böylece bu zinakarlar, zina cürümlerinin yanı sıra bir de “katil” sıfatını yüklenmiş olacaklardır.