Yukarıda belirttiğim tarihteki son yazım, üçüncü yazımdı. Bu yazım, bu güne kadar internette beş yüze yakın okunmuş. Demek ki polemikler toplumda ilgi ile takip ediliyor. Tartışmaya devam etmek istemeyişimin cesaretle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Biz basında çok meşhur kavgalar gördük. Pek çok da kavgaya katıldık. Her şeyi tadında bırakmak gerekir. Ayrıca, Öğrencilerin de müdahil olduğu bir polemiğin sürdürülmesinin yanlış olacağını düşündüm. Sonra kavgaların kimler arasında olursa olsun, zarar verdiği muhakkak. Memleket bu kavgalardan çok zarar gördü. Hâlâ da zarar görmeye devam diyor. En önemlisi de kavgaya vaktimiz yok.
Öğrenci kardeşimizin, “Siz hiç üniversitede derse girdiniz mi?” sorusuna gelince, ülkemizdeki eğitim meselelerini ve sistemini çok iyi bilen insanlardan birisi olduğumu zannediyorum. Zira yirmi yılı üniversitede olmak üzere, bütün öğretim kademelerinde otuz yıldan fazla hocalık yaptım. Okuyucularım çok iyi bilir, en çok üzerinde durduğum konuların başında da eğitim meseleleri gelir. 1958 yılından 2004 yılına kadar, eğitim ve öğretimin yıl yıl ne hâle geldiğini bizzat müşahede ettim. “Bir dokun, bin ah işit” hesabı şimdi herkes biri birinden şikâyetçi. Hoca öğrencisinden, öğrenci hocasından…
Her şeyden evvel Türkiye’de insan unsuru bozuldu. İnsanlık idealizmini kaybetti. Gençlik de eski gençlik değil artık. Durum böyle olunca, yani insan unsuru bozulunca, müesseselerin bozulması kaçınılmazdır. Buna bir de bozuk düzen sistem ve uygulamalar eklenince işin içinden çıkmak mümkün olmuyor.
Ailede başlayan bozulma ve ilgisizlik, kademe kademe devam edip gidiyor. Eskiden aile çocuğunu hocaya teslim ederken, “Eti senin, kemiği benim” diye teslim derdi. Bu düşüncedeki aşırılık kabul edilmeyebilir, ama günümüzde yapılan araştırmalara göre, orta öğretimde hocaların yüzde altmışı, öğrenciler tarafından şiddete maruz kalıyor. Öğrenciler arasında cinayetle biten kavgalar herkesin malumu. Eskiden öğrenci hocasından korkardı, şimdi ise hoca, öğrencisinden çekinir hâle geldi. İstanbul üniversitelerinin birinden bir profesör, “öğrenciler derse girdiğimizi, on dakika sonra farkına varıyor” diye yakınıyor. Bugün ilköğretimden üniversiteye kadar hocalar sınıflarda sükûneti sağlamakta zorlanıyorlar. Bunları defaatle müşahede ettik. Bunu gidin hocalara da sorun, öyle mi değil mi? Artık günümüzde, “Bir kelime öğretenin kulu kölesi olurum” zihniyetinden eser kaldı mı?
Yorumda olduğu gibi eğer bir öğrenci hocaları için, “Bir de onları bize sorun” diyebiliyorsa, sıkıntının büyüklüğü ortadadır. Ortada çok vahim bir durum vardır. Sistemi baştan sona gözden geçirmek bir zaruret hâline gelmiş demektir. Bununla beraber ben üniversitede çok değerli hocaların olduğunu da biliyorum ve inanıyorum. Acaba öğrenciler de bunun farkındalar mı?
Eğitim ve öğretim çok küçük yaşlarda ailede başlar. Eğitim, üniversiteye kadar bu eğitim üzerine bina edilir. Sistemin birisindeki bozukluk hepsine tesir eder. Bu bozukluğu diğer kademelerin birisinde düzeltmek mümkün değildir. Günümüzde aile bu çok önemli eğitim ve öğretim görevini tamamen terk etmiş durumda. Osmanlı’daki okul öncesi eğitimin önemini dünya yeni farkına vardı. Biz, bu konuda da yaya kaldık.
Bir memlekette eğitimin kalitesi, kaliteli öğretmen yetiştirmeye bağlıdır. Kimse bunu görmezlikten gelemez. Biz hâlâ bu meseleyi bile halledemedik. Onlarca çeşitli meslekten öğretmen atanıyor. Sonra dünyanın hiçbir üniversitesinde akademisyenlerin haftada kırk saat veya üzerinde derse girdiği görülmüş şey değildir. Böyle bir uygulama sadece bizde vardır. Akademisyen kendisini nasıl yetiştirecek hesaba katmak ve gereğini yerine getirmek lâzımdır.
Eğitim konuları üzerinde daha çok duracağız.