Yine selam duâsıyla başlıyoruz yazımıza; ‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Bugünkü işleyeceğimiz beyti alalım önce;
“Şu neyin sesi ateştir; hava değildir. Her kimde bu ateş yoksa o kimse yok olsun.” (9. Beyit)
Bu beyitte Hz. Mevlânâ, neyden çıkan sesin alelâde bir ses olmadığını, o sesin boş bir hava değil, yalnızca bir nefes olmadığını ima etmek istemektedir. Onu böylesi inleten ayrılık hüznünün ve dahi ateşinin serzenişidir. Zira öylesi bir ârifi billâh, kendi heva ve nefsinden konuşmaz, o ses, yürekten gelen derin lâhûtî bir aşkı-hakîkîden başka bir şey değildir. Söylenir ki; ‘Âşık âşıkı tanır. Âşıkın hâlinden ancak mâşuk anlar. Ve aşk öyle bir haldir ki, o, onu anlayandan başkasını yakar, mahveder. Muhabbet ateşiyle yanan da, kül olur. Dolayısıyla üstad, ‘Aşk ateşine sâhip olmayan yok olsun’, diyor.
Burada bahsedilen aşk, pek tabi ilâhî aşktır. Zâten hayat aşkın ciddi mânâda açınımıdır. İnsanlar dünyâda hayatlarını yaşarken, Cenâbı Hakk’ın ‘Hay’ esmâsına göre nefes alarak, ‘Hay’dan gelip ‘Hu’ya giderler. Yâni her nefes, aslında ‘Hak’ demektedir. Bu hakikatin gerçekleşmesi ancak ‘Hak’ diyen kalp ile diridir. Diri olmayan kalbin ölüden farkı olmaz. Diri kalplar aşk ateşiyle yanan kalplerdir, gerisi için diri-ölü fark etmez. Bu sebeple, kişide aşk ateşi yoksa o yok olsun, diyor Hazret. Allah (c.c) aşkı, o kalbi devamlı hayret ve hayranlık içinde bırakır. Allah aşkı elbette ispat ister. Bunun için Rabb’in yap dediklerini tüm teslimiyetle yapmak, yapma denilenlerden de şiddetle sakınmak gerektir. Kul kendi iç ve his dünyâsında kendisiyle tanışırsa, o zaman aşkın ne olduğunu idrak eder. Gerçekte aşk, imânın ta kendisidir. Dolayısıyla, imânı aşk boyutunda yaşamalı ki, hayâtın, yaşamanın lezzetine varılsın.
Neyden çıkan sözler, sesler; aslında kâmil mürşidlerin sesleri ve hikmetli sözleridir. Dolayısıyla o sözler, uluorta söylenmiş mânâsız, boş sözler değildir. Âriflerin hikmetli sözlerine kayıtsız kalanlar, insanlıklarının hakikatini bulamayacaklardır. Öyle olmaktansa, hiç olmasınlar daha iyidir. Kişi varlığın fiziki hâlinden, bedenin heva ve arzularından arınsın ki, ruhânî aşkın ateşiyle haz duysun, bahtiyar olsun. Bu aşk güzelliğine erişemeyenler, yalnızca bedenen ve fiziken birer maddî varlıktır. O da, ne kendine ne de çevresine zerafet ve letâfet sunamaz.
Şurası gerçek ki, her şeyin ve herkesin aşkı, zevk aldıklarına göre değişir. Ney asli vatanından ayrıldığından dolayı öyle bir ses çıkarıyor ki, bu basit bir hava veya nefes değildir. Hakikatlere karşı duyarsız olan kişiler, hikmetli sözler sarf edenleri boş şeyler söylüyor sanırlar. Kimde ayrılık ateşi yoksa, ona yazıklar olsun. Bu ateş herkesin anlayışının derecesine göre olur. İnsan yokluktan gelmiştir. Bu sebeple hayat, yokluk ve hiçlik mertebesinde yaşanmalı. Eğer yokluk kapısı bilinirse, kişiye gerçek aşk kapısı açılır.
Bu beyit için Mesnevi-i mânevî şerhinde deniyor ki; ‘Kimde aşka karşı ne varsa yok olsun. Yok, olsun da, ateş-i aşkla dolsun, demektir. Neyden üfleme ile çıkan ses, sırf bir üfleme, bir hava verme olayı değildir. O nefes, vahyin nefesi, o ses, ermişlerin sesleri, sözleridir. Bu sözler, ilâhî sırların gönülden akseden yankılarıdır. Mürşidi kâmilin gönlünden kopan, gönülleri yakıp, pişirip, olgunlaştıran vahyin ılık esintileridir. Allâh’ın varlığının izhârı, ikrârıdır. Hakk aşkının zeminine inen, sonra coşup taşıp afâka yükselen alevidir, gönül yangınının dumanıdır. Müminlerin aşkıdır, imânıdır.
Her varlıkta Hakk’ın tecellisini görenlerin gönülleri, bu tecellilerin harâretiyle yangın yerine döner, külhan olur, kül olur.
Neyden çıkan feryâd, bu tecellilerin yüzeye, aydınlığa çıkmasından ibârettir. ‘Kimde bu aşk yok ise o yok olsun’ demek, sûrî (=dış görünüş) varlığını yok edip bu aşk ile vâr olsun, demektir. İnsan egosunu, enâniyetini, nefsini yok edip varlığından boşalmadıkça, İlâhî varlıkla dolamaz. Aşk ateşi, ma’buddan başkasını yakar, yok eder.
Gönül nazargâhı ilâhîdir. Allâh’ın tecelli yeridir. Eğer gönlünü tertemiz eyleyip, arı-duru yapıp, mânevî güzelliklerle bezemez isen, Cenâbı Hakk’a lâyık bir misâfirhâne yapamazsın, ilâhî tecelliler öyle gönle tenezzül etmez, öyle gönüllerde konaklamaz. Tevâzu ve mahviyet içinde gizlenmiş olan kişiler, dünyâya sâhip olsalar da, en fakir kişilerdir. İman ve aşk fakirliği, fakirliğin en çetin olanıdır. Kimse varlığın yalancı câzibesine kapılmamalı, aşktan uzaklaşıp aldanmamalıdır. Varlığa aldanan, gerçek varlığı anlayamaz.’ ((Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, Tablet Yayınları, s.38-39)
Efendim hayırlı Cumâlar.