Yeni yılın başlangıcından beri bu dördüncü yazımız olacak dünya düzenini sorguluyorduk. Avrupa’da, Ortadoğu’da son olarak Amerika’da mevcut rejimlerden bunalan, sıkılan, yıkılan insanlar, canları pahasına mevcut rejimleri protesto ediyorlar. İnsanlar kendilerine dayatmaları içlerine sindiremiyorlar. Açlık, sefâlet, işsizlik, onursuz yaşam insanı huzursuz kılıyor. Davranışlarda kaypaklık, ahlaklarda bozukluklar var. İnsanlığa âdil bir yaşantı rotası çizilemiyor. Dünya bunun farkında artık.
Çözülmeler var. Önce ‘Arap Bahârı’ diye başlayan mevcut düzene baş kaldıran devrim hareketleri. Çoğu Müslüman kimliğine sâhip binlerce genç bu işe canlarını koyarak bedel ödediler, geridekiler onlar gibi acı çekmesin istediler. Sonra Avrupa’daki ekonomik krizle gelen, neo nazi cinâyetleri ve protestolar. Ardından ‘Wall Street’ isyanları. Refah ülkesi bilinen Amerika’da başladı tüm dünyâya yayılarak devam ediyor. Yâni açıkçası bugünkü dünya mutlu değil. Dünyâdaki şu ana kadar denenmiş sistemler insanlığa huzur getiremedi. Dünya arayışta ve arayış devam ediyor.
Yeni bir düzen isteniyor, özleniyor, bekleniyor. Âdil bir dünya düzeni! İyi de böylesi bir düzen için neyi referans alacağız. Biz Müslümanlar olarak hangi İslam ülkesine baksak hemen hepsi sancılı sistemlerin kurbânı, örnek bir misal yok. Bu konuda bâzı gerçeklere farklı bir çerçeveden bakan yazar arkadaşımız Ali Bulaç’ın, ‘Din, gelenek ve modernlik’ isimli makalesinden faydalı gördüğüm alıntılar yapmak istiyorum:
“Hangi sorunu ele alırsanız alın, karşınıza çıkan ilk konu, bir sorunu hangi düşünce kaynaklarına müracaat ederek teşhis edeceğiniz ve hangi kaynaklara göre tedâvi edeceğinizdir.
İslam dünyâsının durumunun hiç parlak olmadığı aşikâr. Ne târihi yüceltmeye gerek var, ne bütün sorumluluğu klasik veya post-modem sömürgeci Batı'nın üstüne atmaya. Açık olan şu ki, bizim çok yönlü bir değişim sürecinden geçme zarûretimiz var. Kısaca kendimizi; siyâsetimizi, toplumsal yapımızı, ahlâki formasyonumuzu, ekonomik anlayış ve tutumumuzu tepeden tırnağa değiştirmek zorundayız.
İslam ile Batı arasında dört çatışma noktası var: Enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarının kontrolü melesi; İsrail'e Batı'nın verdiği blok destek; dinin (İslâmiyet) modern dünyâdaki konumu, toplumsal ve kamusal alanda düzenleyici vasfının tanınıp tanınmayacağı; İslam dünyâsı değişirken değişim projelerini kendisi mi belirleyecek, yoksa Batı'nın önüne koyduğu programlara mı harfiyen uyacak?
Ortadoğu'da baş gösteren toplumsal patlamalar eğer mevcut yönetimleri devirmeyi başarıp yeni rejimlere doğru yelken açabilme başarısını gösterirlerse, ilk karşı karşıya gelecekleri konu bu dört sorun olacaktır.
Batı (ABD-AB) bize kendi değişim/reform programlarını önermiyor, empoze ediyor, gerektiğinde dayatıyor. Sebebi açık: Biz Batı'nın projelerine göre değişmeye çalıştıkça, Batı'nın küresel sosyo-ekonomik ve askeri hegemonyası sürmektedir. Ama bu projelerin felsefi kaynaklarının Batıya da hayrı kalmamıştır. Nitekim sorunlarımızı çözemiyoruz, olmayan hastalıkları bünyemizde üretiyoruz (etnik ve mezhep çatışmaları, milliyetçilikler, cinsiyet ayrımcılığı, sınıflar arasında uçurumun yol açtığı husûmetler, diğer dinlere karşı tahammülsüzlük, cinsel sapkınlıklar, ailenin çözülmesi vs.)
Hiç kimse Müslüman toplumların ‘iyi durum’ da olduğunu söyleyemez. Böyle bir yüceltme bizi kör eder. Ne İslâmi referanslar ne tam modem kriterler açısından İslam dünyâsı iyidir. Sosyo-kültürel yapısı zayıftır; ahlâki bakımdan çöküş yaşamaktadır; aydınları iktibasçı ve tüketicidir; iktisâdi, beşeri ve tabii kaynakları hebâ olmaktadır; adâlete ve özgürlüğe uzaktır; toplumsal çözülmeye uğramaktadır; post-modem sömürgeci güçlerin av sahasıdır; otokrat rejimler, monarşiler ve diktatörlükler tarafından yönetilmektedir, en 'demokrat' görüneni bile vesâyet rejiminden kurtulmuş değildir; mezhep ve etnik çatışmalara sürüklenmektedir; şehirleri her geçen gün biraz daha patolojik hal almaktadır; rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük iş yürütmenin teamülü olmuştur; giderek şiddet sarmalına sürüklenmektedir vs. Hiç kuşkusuz bu iç karartıcı tabloda 'kadın' da kötü bir durumdadır. Aile içi şiddet, kadın cinâyetleri, çalışma hayâtında karşılaşılan sorunlar, verimsiz eğitim, katılım vb. birçok alanda kadın ciddi sorunlar yaşamaktadır.
Ancak diğerleri yanında kadın sorununu teşhis edip çözmeye çalışırken aynı sualle karşılaşıyoruz: Sorunu hangi referans çerçevesine göre anlayıp çözeceğiz?”
Evet zâten sorun da burada ya neyi temel baz alarak insanın problemini çözeceğiz. Biz her zamn olduğu gibi ilâhi kaynaklı hükümlerin referans alınmasından yanayız. Bu hususu tüm dünya yönetimlerini ellerinde bulunduranlar, azıcık insafla daha gerçekçi ve bilimsel olarak konuyu tahlil etmeliler, diye düşünüyoruz.
Esen kalın.
Çözülmeler var. Önce ‘Arap Bahârı’ diye başlayan mevcut düzene baş kaldıran devrim hareketleri. Çoğu Müslüman kimliğine sâhip binlerce genç bu işe canlarını koyarak bedel ödediler, geridekiler onlar gibi acı çekmesin istediler. Sonra Avrupa’daki ekonomik krizle gelen, neo nazi cinâyetleri ve protestolar. Ardından ‘Wall Street’ isyanları. Refah ülkesi bilinen Amerika’da başladı tüm dünyâya yayılarak devam ediyor. Yâni açıkçası bugünkü dünya mutlu değil. Dünyâdaki şu ana kadar denenmiş sistemler insanlığa huzur getiremedi. Dünya arayışta ve arayış devam ediyor.
Yeni bir düzen isteniyor, özleniyor, bekleniyor. Âdil bir dünya düzeni! İyi de böylesi bir düzen için neyi referans alacağız. Biz Müslümanlar olarak hangi İslam ülkesine baksak hemen hepsi sancılı sistemlerin kurbânı, örnek bir misal yok. Bu konuda bâzı gerçeklere farklı bir çerçeveden bakan yazar arkadaşımız Ali Bulaç’ın, ‘Din, gelenek ve modernlik’ isimli makalesinden faydalı gördüğüm alıntılar yapmak istiyorum:
“Hangi sorunu ele alırsanız alın, karşınıza çıkan ilk konu, bir sorunu hangi düşünce kaynaklarına müracaat ederek teşhis edeceğiniz ve hangi kaynaklara göre tedâvi edeceğinizdir.
İslam dünyâsının durumunun hiç parlak olmadığı aşikâr. Ne târihi yüceltmeye gerek var, ne bütün sorumluluğu klasik veya post-modem sömürgeci Batı'nın üstüne atmaya. Açık olan şu ki, bizim çok yönlü bir değişim sürecinden geçme zarûretimiz var. Kısaca kendimizi; siyâsetimizi, toplumsal yapımızı, ahlâki formasyonumuzu, ekonomik anlayış ve tutumumuzu tepeden tırnağa değiştirmek zorundayız.
İslam ile Batı arasında dört çatışma noktası var: Enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarının kontrolü melesi; İsrail'e Batı'nın verdiği blok destek; dinin (İslâmiyet) modern dünyâdaki konumu, toplumsal ve kamusal alanda düzenleyici vasfının tanınıp tanınmayacağı; İslam dünyâsı değişirken değişim projelerini kendisi mi belirleyecek, yoksa Batı'nın önüne koyduğu programlara mı harfiyen uyacak?
Ortadoğu'da baş gösteren toplumsal patlamalar eğer mevcut yönetimleri devirmeyi başarıp yeni rejimlere doğru yelken açabilme başarısını gösterirlerse, ilk karşı karşıya gelecekleri konu bu dört sorun olacaktır.
Batı (ABD-AB) bize kendi değişim/reform programlarını önermiyor, empoze ediyor, gerektiğinde dayatıyor. Sebebi açık: Biz Batı'nın projelerine göre değişmeye çalıştıkça, Batı'nın küresel sosyo-ekonomik ve askeri hegemonyası sürmektedir. Ama bu projelerin felsefi kaynaklarının Batıya da hayrı kalmamıştır. Nitekim sorunlarımızı çözemiyoruz, olmayan hastalıkları bünyemizde üretiyoruz (etnik ve mezhep çatışmaları, milliyetçilikler, cinsiyet ayrımcılığı, sınıflar arasında uçurumun yol açtığı husûmetler, diğer dinlere karşı tahammülsüzlük, cinsel sapkınlıklar, ailenin çözülmesi vs.)
Hiç kimse Müslüman toplumların ‘iyi durum’ da olduğunu söyleyemez. Böyle bir yüceltme bizi kör eder. Ne İslâmi referanslar ne tam modem kriterler açısından İslam dünyâsı iyidir. Sosyo-kültürel yapısı zayıftır; ahlâki bakımdan çöküş yaşamaktadır; aydınları iktibasçı ve tüketicidir; iktisâdi, beşeri ve tabii kaynakları hebâ olmaktadır; adâlete ve özgürlüğe uzaktır; toplumsal çözülmeye uğramaktadır; post-modem sömürgeci güçlerin av sahasıdır; otokrat rejimler, monarşiler ve diktatörlükler tarafından yönetilmektedir, en 'demokrat' görüneni bile vesâyet rejiminden kurtulmuş değildir; mezhep ve etnik çatışmalara sürüklenmektedir; şehirleri her geçen gün biraz daha patolojik hal almaktadır; rüşvet, yolsuzluk, usulsüzlük iş yürütmenin teamülü olmuştur; giderek şiddet sarmalına sürüklenmektedir vs. Hiç kuşkusuz bu iç karartıcı tabloda 'kadın' da kötü bir durumdadır. Aile içi şiddet, kadın cinâyetleri, çalışma hayâtında karşılaşılan sorunlar, verimsiz eğitim, katılım vb. birçok alanda kadın ciddi sorunlar yaşamaktadır.
Ancak diğerleri yanında kadın sorununu teşhis edip çözmeye çalışırken aynı sualle karşılaşıyoruz: Sorunu hangi referans çerçevesine göre anlayıp çözeceğiz?”
Evet zâten sorun da burada ya neyi temel baz alarak insanın problemini çözeceğiz. Biz her zamn olduğu gibi ilâhi kaynaklı hükümlerin referans alınmasından yanayız. Bu hususu tüm dünya yönetimlerini ellerinde bulunduranlar, azıcık insafla daha gerçekçi ve bilimsel olarak konuyu tahlil etmeliler, diye düşünüyoruz.
Esen kalın.