Hatıralar canlanıyor yazı serisi
Milli Gençliğin Şeref Başk.
İnsanoğlu yaratılış itibariyle hiç çalışmadan, kazanmak ve yemek içmek ister. Bu istek onun “Cennet için yaratılmış bir varlık” olduğunu gösterir. Zira Cennette hiçbir çalışmaya ihtiyaç kalmadan her istediği şey önünde ve hizmetindedir. Hâlbuki içinde yaşadığımız şu dünya bir takım emek ve zahmetlerle insanın çalışmasına, kazanmasına ve tüketmesine göre Rabbimiz tarafından tanzim (dizayn) edilmiştir.
Hiç unutulmaması gerek en önemli husus, herkesin bir şeyler üretebilmesidir. Konuşmalar gayet güzel olabilir. Bunlar bazen sizi ağlatır bazen de güldürebilirler. Bunun hiç ama hiç önemi yoktur. Konuşmalar tamamlanıp da sonunda, “Biz bu konuşmalardan sonra ne yapacağız veya ne yaptık?” sorularını kendimize sorup da verdiğimiz cevap bir şeyler üretmeye karar verdik veya bir şeyler ürettik şeklinde olursa, o zaman başarılıyız demektir.
Ziya Paşa; “Ayinesi (aynası) iştir kişinin, lafa bakılmaz” derken, atalarımız da “Lafla peynir gemisi yürümez” demekteydiler.
Milli gençlik, İstanbul’un fethi ve Gençlik gününde stadyumları patlatıyor.
MİLLİ GENÇLİK VAKFI’NDA ÜRETİM
Milli Gençlik Vakfı, adından da anlaşılacağı gibi “Milli ve manevi değerlerimize bağlı bir gençlik yetiştirebilmek…” için çalışan bir vakıftır.
Aslında devletimizin temel gayesi olması gereken bu amaç, devletimizin sahip çıkmaması yüzünden, sözümüzü biraz daha açarsak “devletin bütün kurumlarının çalışması batı tipi bir gençliğin yetiştirmesine ayarlanmış olduğundan, bu işler bir özel vakıf eliyle yürütülmek durumunda kalmıştır.
Milli Gençlik Vakfı’nın yukarıda verdiğim gayesi göz önünde tutulursa, vakfımızın üretimi de “Gençlerimizin Hakk’a inancının sağlanması, şuurlaşmalarının temini, teşkilat tecrübesi kazanması ve kaliteli bir aydın olarak topluma hizmete yönlendirilmesidir” şeklinde özetlenebilir.
Vakfımızın ülkemizde 1878 şubesinin bulunduğu göz önüne alınırsa gerçekten çok büyük bir gençlik gurubuna ve çok önemli hizmetler yaptığı açıkça anlaşılacaktır.
Vakfın halka yönelik faaliyetlerinin birinde bulunan bir gencimiz, bu faaliyeti kendi özünde hissetmekte ve MGV’ye üye olmaktadır.
Önceleri çalışma gurupları içerisinde küçük bir takım görevleri yerine getiren bu gencimiz, aradan zaman geçtikçe hem yaptığı işin şuuruna varmakta ve hem de bir takım tecrübeler kazanmaktadır.
Yeni üye gencimiz görevler alıp, bu görevleri yerine getirirken hem başkanları ve hem de kendi arkadaşları tarafından gözlemlenmekte, eğer bu görevi yaparken maddi ve manevi fedakârlıktan kaçınmıyor ise bir üst kademede kendisine görev verilmektedir.
Yok, sadece konuşuyor, fedakârlıklardan kaçınıyorsa bu gencimiz eğitimlere alınıyor ve yaptığımız işin ne manaya geldiği kendisine tekrar tekrar anlatılıyor. Gencimiz zamanını, parasını, gençliğini, sıhhatini ve sonunda da hayatını bile bu yolda verebilecek duruma gelmişse artık bu gencimizin dört dörtlük bir gencimiz olduğu anlaşılır.
Gençlerimizin yetişmeleri aylık raporlarla takip edilir. Şubelerimizin “Üretimde gösterdiği başarı” onun görevini yerine getirdiğinin bir ispatıdır.
MGV Mİ DÖRT FAKÜLTE Mİ
Gençlerimizi yetiştirilmeleri ile yakından ilgilenen Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız, bu durumu şu şekilde özetliyor.
“Milli Gençlik Vakfı’ndan yetişmek, dört fakülte bitirmekten daha üstündür”
Şimdi artık bu gencimizle gayelerimizin tahakkuku için bütün çalışmalar yapılabilinir.
Yazımın burasında “Sakarya Türküsü” şiirinin yazarı merhum Necip Fazıl Kısakürek’in ruhuna Fatihalar okuyarak; “Ey Üstadım… Bu şiirinde;
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
<> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <>
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz.
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya...” diyorsun ya…
Bu feryadına biz de, “Artık gözyaşların dinsin ey aziz milletimiz. İşte yetişti Milli Gençlik…” diyoruz.
Milli Gençliğin Şeref Başk.
İnsanoğlu yaratılış itibariyle hiç çalışmadan, kazanmak ve yemek içmek ister. Bu istek onun “Cennet için yaratılmış bir varlık” olduğunu gösterir. Zira Cennette hiçbir çalışmaya ihtiyaç kalmadan her istediği şey önünde ve hizmetindedir. Hâlbuki içinde yaşadığımız şu dünya bir takım emek ve zahmetlerle insanın çalışmasına, kazanmasına ve tüketmesine göre Rabbimiz tarafından tanzim (dizayn) edilmiştir.
Hiç unutulmaması gerek en önemli husus, herkesin bir şeyler üretebilmesidir. Konuşmalar gayet güzel olabilir. Bunlar bazen sizi ağlatır bazen de güldürebilirler. Bunun hiç ama hiç önemi yoktur. Konuşmalar tamamlanıp da sonunda, “Biz bu konuşmalardan sonra ne yapacağız veya ne yaptık?” sorularını kendimize sorup da verdiğimiz cevap bir şeyler üretmeye karar verdik veya bir şeyler ürettik şeklinde olursa, o zaman başarılıyız demektir.
Ziya Paşa; “Ayinesi (aynası) iştir kişinin, lafa bakılmaz” derken, atalarımız da “Lafla peynir gemisi yürümez” demekteydiler.
Milli gençlik, İstanbul’un fethi ve Gençlik gününde stadyumları patlatıyor.
MİLLİ GENÇLİK VAKFI’NDA ÜRETİM
Milli Gençlik Vakfı, adından da anlaşılacağı gibi “Milli ve manevi değerlerimize bağlı bir gençlik yetiştirebilmek…” için çalışan bir vakıftır.
Aslında devletimizin temel gayesi olması gereken bu amaç, devletimizin sahip çıkmaması yüzünden, sözümüzü biraz daha açarsak “devletin bütün kurumlarının çalışması batı tipi bir gençliğin yetiştirmesine ayarlanmış olduğundan, bu işler bir özel vakıf eliyle yürütülmek durumunda kalmıştır.
Milli Gençlik Vakfı’nın yukarıda verdiğim gayesi göz önünde tutulursa, vakfımızın üretimi de “Gençlerimizin Hakk’a inancının sağlanması, şuurlaşmalarının temini, teşkilat tecrübesi kazanması ve kaliteli bir aydın olarak topluma hizmete yönlendirilmesidir” şeklinde özetlenebilir.
Vakfımızın ülkemizde 1878 şubesinin bulunduğu göz önüne alınırsa gerçekten çok büyük bir gençlik gurubuna ve çok önemli hizmetler yaptığı açıkça anlaşılacaktır.
Vakfın halka yönelik faaliyetlerinin birinde bulunan bir gencimiz, bu faaliyeti kendi özünde hissetmekte ve MGV’ye üye olmaktadır.
Önceleri çalışma gurupları içerisinde küçük bir takım görevleri yerine getiren bu gencimiz, aradan zaman geçtikçe hem yaptığı işin şuuruna varmakta ve hem de bir takım tecrübeler kazanmaktadır.
Yeni üye gencimiz görevler alıp, bu görevleri yerine getirirken hem başkanları ve hem de kendi arkadaşları tarafından gözlemlenmekte, eğer bu görevi yaparken maddi ve manevi fedakârlıktan kaçınmıyor ise bir üst kademede kendisine görev verilmektedir.
Yok, sadece konuşuyor, fedakârlıklardan kaçınıyorsa bu gencimiz eğitimlere alınıyor ve yaptığımız işin ne manaya geldiği kendisine tekrar tekrar anlatılıyor. Gencimiz zamanını, parasını, gençliğini, sıhhatini ve sonunda da hayatını bile bu yolda verebilecek duruma gelmişse artık bu gencimizin dört dörtlük bir gencimiz olduğu anlaşılır.
Gençlerimizin yetişmeleri aylık raporlarla takip edilir. Şubelerimizin “Üretimde gösterdiği başarı” onun görevini yerine getirdiğinin bir ispatıdır.
MGV Mİ DÖRT FAKÜLTE Mİ
Gençlerimizi yetiştirilmeleri ile yakından ilgilenen Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hocamız, bu durumu şu şekilde özetliyor.
“Milli Gençlik Vakfı’ndan yetişmek, dört fakülte bitirmekten daha üstündür”
Şimdi artık bu gencimizle gayelerimizin tahakkuku için bütün çalışmalar yapılabilinir.
Yazımın burasında “Sakarya Türküsü” şiirinin yazarı merhum Necip Fazıl Kısakürek’in ruhuna Fatihalar okuyarak; “Ey Üstadım… Bu şiirinde;
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
<> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <> <>
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz.
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya...” diyorsun ya…
Bu feryadına biz de, “Artık gözyaşların dinsin ey aziz milletimiz. İşte yetişti Milli Gençlik…” diyoruz.