Kâinatı yaratan Allah, dünyada yaşamak üzere insanı da yaratmış, önüne hak ile batılı koyarak bunlardan hakkı bulmayı ve onun ölçülerine uymayı istemiştir. Bunu için de ona iyi ile kötüyü, faydalı ile zararlıyı, adalet ile zulmü ayırt edebilmesi için akıl vermiştir.
Aklın temel fonksiyonu (çalışma esası) ise zaten düşünebilmektir ve insan dışında hiçbir varlık da düşünme melekesine sahip değildir.
Bir Batılı filozof bunu, “Düşünüyorum. Öyleyse varım” diye ifade etmiştir.
İnsan, düşünme eklersizlerine, “Ben nasıl yaratıldım? Bu dünyaya nereden geldim, varlığımın sebebi nedir? Ben niçin varım? Yarınım, öbür günüm, gelecek haftam, ayım ve yılım nasıl olacak? En güzel surette yaratılan ben, öldükten sonra ne olacağım? Bir ot gibi yok olup gideceksem, bu dünyada yaşamanın bir anlamı kalır mı?” gibi sorularla başlamalıdır.
Dünya da var oluş nedeni kitap ve peygamberler yardımıyla belirlendikten sonra “bu dünya da olmanın insana yüklediği mesuliyetler (sorumluluklar) nelerdir? Bunları nasıl yerine getirebilirim? gibi sorularına geçilmelidir.
HZ. İBRAHİM AKLINI KULLANDI
Hazreti İbrahim, Nemrut devrinin Peygamberidir.
Nemrut gördüğü bir rüya üzerine o yıl doğan bütün erkek çocuklarını katlettirir. Ancak Hazreti İbrahim’in annesi onu gizleyerek bir mağarada dünyaya getirir.
Çocuk belli bir yaşa gelince mağaradan çıkar. Ama bir taraftan devamlı olarak düşünür. “Acaba benim tanrım kimdir ve nasıldır?” diye.
Kendisine Nemrut tanrıdır, derler. Ama o kendisi gibi bir insanın tanrı olamayacağını bilecek kadar akıl sahibidir ve ona inanmaz.
Ayın olmadığı bir gece mağaradan dışarıya çıkar. Sürekli olarak kendini yaratan Rabbini düşünür, onu arar. Önce yıldızlara bakar, sonra sırasıyla aya, sonra da güneşe bakar. Bunların bir müddet sonra bunların batıp kayboldukları görür. “Doğup batan, yaşayıp ölen varlıklar benim tanrım olamazlar” diye düşünür.
Sonra, “Benim Rabbim yeri, göğü ve bütün varlıkları yaratan Allah’tır” diyerek aklı ile kendisini yaratanın Allah olabileceğine karar verir.
ZAMANIMIZ İNSANI DÜŞÜNMÜYOR
Ancak zamanımız insanı eski insanlarla aynı melekelere (özelliklere) sahip olduğu halde maalesef, ya çok az düşünüyor veya hiç düşünmemektedir. Hâlbuki içerisindeki bulunduğumuz manevi ve maddi imkânsızlıklar eskiye nazaran daha sıkıntılı durumdadırlar.
Her birimiz, günün 24 saatinde neler yaptığımızın bir listesini tutalım. Sonra gece yatmadan önce listemizi bir kontrol edelim. Neler yapmışız. Neler yapmamız gerekirken onları yapmamışız. Göreceğiz ki günümüzün büyük bir kısmı, dünya ve ahirete yaramayan faydasız boş şeylerle geçmektedir.
Bu sadece bu güne ait bir durum da değildir. Hemen hemen bütün ömrümüz böyle büyük boşluklarla doludur.
Sabah kahvaltısını yaparak evimizden çıkıyoruz. Yolda, otobüste, dolmuşta veya metroda kulağımızda bir kulakcak ile MP3 den durmadan güya müzik dinliyoruz. Sonra bilgisayarların başına oturuyoruz. Hele 15 – 16 yaşındaki çocuklar bilgisayarda bir oyuna dalıyorlar ve kendilerinden geçiyorlar. Ne yorulduklarının farkındalar, ne acıktıklarının ve ne de susadıklarının…
Sporun kendini yapmıyoruz. Eğlencesi ile veya kumar tarafı ile meşgul oluyoruz. İki arkadaşımızla karşılaşınca “vay benim takım, yok senin takım…” müzakere (konuşmakları) ve münakaşaları (tartışmaları) saatlerimiz nasıl su gibi akıp gidiyor ama biz bunun farkına bile varamıyoruz.
Televizyon başına oturunca da yine saatlerimiz bize faydası olmayan malayani (boş) programları seyretmekle geçmektedir. Tavla, bilardo, kâğıt oyunlarında geçirdiğimiz zamanlar bir daha elimiz geçmeyecek olan zamanlardır. Eğer bunlar kumar olarak oynanıyorsa zararı katlanmaktadır. Cep telefonları ile vakitlerimizi nasıl harcadığımızı ise sizin değerlendirmenize bırakıyorum.
Bu uğraşılar içerisinde ki bir adama, “Nasılsın? Ne yapıyorsun?” sorduğunuz da ise “zaman öldürüyorum” cevabını almaktasınız.
ZAMANIN ÖNEMİ
Âlimlerimiz zaman, üçe ayrılmaktadırlar. Bunlardan ilki daha önce yaşanarak geçirmiş olduğumuz zamandır ki o gitmiştir, bir daha geri gelmeyecektir. Geçen zamanı geri getirmek için dünyaları verseniz de…
İkincisi gelecek zamandır. Ama ona da ulaşıp ulaşamayacağımız belli değildir. Çünkü ömrümüzün ne zaman biteceğini biz bilmiyoruz. Nice gençler ve çocuklar daha hayatlarının baharında ve yapmak istedikleri birçok projelerini gerçekleştiremeden aramızdan ayrılarak gitmişlerdir.
Üçüncüsü, şu içinde bulunduğumuz zamandır ki işte ne yapacaksak onu bu zaman içerisinde yapacağız. Tabii yapmak istediklerimiz önce kendimize, sonra ailemize, daha sonra milletimize ve insanlığa yararlı olması şartıyla.
Bu durumu şu veciz ifadelerle anlatılmıştır. “Vakit, nakittir (Zaman, paradır)”
“Hatta vakit nakitten daha kıymetlidir. Çünkü vakti vererek nakdi kazanırsınız da nakdi vererek vakti kazanamazsınız (giden zamanı geri getiremezsiniz)” demişlerdir.
Bir âlimimiz ise 24 saatlik bir günü o insana verilmiş 24 sarı lira (altın) olarak ifade etmiş, “Allah, insana altın değerinde 24 saat vermiştir ve bunlardan sadece 1 tanesinde kendisine ibadet edilmesini istemekte, 23 tanesini ise dünyalık işlerle kullanmasına izin vermektedir” demiştir.
Batıda biraz kafası çalışan insanlar, çalıştıkları iş yerindeki masalarının üzerine “think (düşün)” diye bir plaket koymuşlardır. Bu plaket onları düşünmeye zaman ayırmaya teşvik etmektedir.
Gel genç kardeşim, düşmanlarımızın oyununa kanma, sende “biraz düşünmeye ve kitap okumaya zaman ayır.” Göreceksin ki ayırdığın bu zamanda elde ettiğin maddi ve manevi kazancın sana daha çok zaman ayırman gerektiğini hissettirecek ve sen de bu zamanı seve seve ayırmak isteyeceksin. Bu ise saadetinin (mutluluk) başlangıcı olacaktır.
Bir Batılı filozof bunu, “Düşünüyorum. Öyleyse varım” diye ifade etmiştir.
İnsan, düşünme eklersizlerine, “Ben nasıl yaratıldım? Bu dünyaya nereden geldim, varlığımın sebebi nedir? Ben niçin varım? Yarınım, öbür günüm, gelecek haftam, ayım ve yılım nasıl olacak? En güzel surette yaratılan ben, öldükten sonra ne olacağım? Bir ot gibi yok olup gideceksem, bu dünyada yaşamanın bir anlamı kalır mı?” gibi sorularla başlamalıdır.
Dünya da var oluş nedeni kitap ve peygamberler yardımıyla belirlendikten sonra “bu dünya da olmanın insana yüklediği mesuliyetler (sorumluluklar) nelerdir? Bunları nasıl yerine getirebilirim? gibi sorularına geçilmelidir.
HZ. İBRAHİM AKLINI KULLANDI
Hazreti İbrahim, Nemrut devrinin Peygamberidir.
Nemrut gördüğü bir rüya üzerine o yıl doğan bütün erkek çocuklarını katlettirir. Ancak Hazreti İbrahim’in annesi onu gizleyerek bir mağarada dünyaya getirir.
Çocuk belli bir yaşa gelince mağaradan çıkar. Ama bir taraftan devamlı olarak düşünür. “Acaba benim tanrım kimdir ve nasıldır?” diye.
Kendisine Nemrut tanrıdır, derler. Ama o kendisi gibi bir insanın tanrı olamayacağını bilecek kadar akıl sahibidir ve ona inanmaz.
Ayın olmadığı bir gece mağaradan dışarıya çıkar. Sürekli olarak kendini yaratan Rabbini düşünür, onu arar. Önce yıldızlara bakar, sonra sırasıyla aya, sonra da güneşe bakar. Bunların bir müddet sonra bunların batıp kayboldukları görür. “Doğup batan, yaşayıp ölen varlıklar benim tanrım olamazlar” diye düşünür.
Sonra, “Benim Rabbim yeri, göğü ve bütün varlıkları yaratan Allah’tır” diyerek aklı ile kendisini yaratanın Allah olabileceğine karar verir.
ZAMANIMIZ İNSANI DÜŞÜNMÜYOR
Ancak zamanımız insanı eski insanlarla aynı melekelere (özelliklere) sahip olduğu halde maalesef, ya çok az düşünüyor veya hiç düşünmemektedir. Hâlbuki içerisindeki bulunduğumuz manevi ve maddi imkânsızlıklar eskiye nazaran daha sıkıntılı durumdadırlar.
Her birimiz, günün 24 saatinde neler yaptığımızın bir listesini tutalım. Sonra gece yatmadan önce listemizi bir kontrol edelim. Neler yapmışız. Neler yapmamız gerekirken onları yapmamışız. Göreceğiz ki günümüzün büyük bir kısmı, dünya ve ahirete yaramayan faydasız boş şeylerle geçmektedir.
Bu sadece bu güne ait bir durum da değildir. Hemen hemen bütün ömrümüz böyle büyük boşluklarla doludur.
Sabah kahvaltısını yaparak evimizden çıkıyoruz. Yolda, otobüste, dolmuşta veya metroda kulağımızda bir kulakcak ile MP3 den durmadan güya müzik dinliyoruz. Sonra bilgisayarların başına oturuyoruz. Hele 15 – 16 yaşındaki çocuklar bilgisayarda bir oyuna dalıyorlar ve kendilerinden geçiyorlar. Ne yorulduklarının farkındalar, ne acıktıklarının ve ne de susadıklarının…
Sporun kendini yapmıyoruz. Eğlencesi ile veya kumar tarafı ile meşgul oluyoruz. İki arkadaşımızla karşılaşınca “vay benim takım, yok senin takım…” müzakere (konuşmakları) ve münakaşaları (tartışmaları) saatlerimiz nasıl su gibi akıp gidiyor ama biz bunun farkına bile varamıyoruz.
Televizyon başına oturunca da yine saatlerimiz bize faydası olmayan malayani (boş) programları seyretmekle geçmektedir. Tavla, bilardo, kâğıt oyunlarında geçirdiğimiz zamanlar bir daha elimiz geçmeyecek olan zamanlardır. Eğer bunlar kumar olarak oynanıyorsa zararı katlanmaktadır. Cep telefonları ile vakitlerimizi nasıl harcadığımızı ise sizin değerlendirmenize bırakıyorum.
Bu uğraşılar içerisinde ki bir adama, “Nasılsın? Ne yapıyorsun?” sorduğunuz da ise “zaman öldürüyorum” cevabını almaktasınız.
ZAMANIN ÖNEMİ
Âlimlerimiz zaman, üçe ayrılmaktadırlar. Bunlardan ilki daha önce yaşanarak geçirmiş olduğumuz zamandır ki o gitmiştir, bir daha geri gelmeyecektir. Geçen zamanı geri getirmek için dünyaları verseniz de…
İkincisi gelecek zamandır. Ama ona da ulaşıp ulaşamayacağımız belli değildir. Çünkü ömrümüzün ne zaman biteceğini biz bilmiyoruz. Nice gençler ve çocuklar daha hayatlarının baharında ve yapmak istedikleri birçok projelerini gerçekleştiremeden aramızdan ayrılarak gitmişlerdir.
Üçüncüsü, şu içinde bulunduğumuz zamandır ki işte ne yapacaksak onu bu zaman içerisinde yapacağız. Tabii yapmak istediklerimiz önce kendimize, sonra ailemize, daha sonra milletimize ve insanlığa yararlı olması şartıyla.
Bu durumu şu veciz ifadelerle anlatılmıştır. “Vakit, nakittir (Zaman, paradır)”
“Hatta vakit nakitten daha kıymetlidir. Çünkü vakti vererek nakdi kazanırsınız da nakdi vererek vakti kazanamazsınız (giden zamanı geri getiremezsiniz)” demişlerdir.
Bir âlimimiz ise 24 saatlik bir günü o insana verilmiş 24 sarı lira (altın) olarak ifade etmiş, “Allah, insana altın değerinde 24 saat vermiştir ve bunlardan sadece 1 tanesinde kendisine ibadet edilmesini istemekte, 23 tanesini ise dünyalık işlerle kullanmasına izin vermektedir” demiştir.
Batıda biraz kafası çalışan insanlar, çalıştıkları iş yerindeki masalarının üzerine “think (düşün)” diye bir plaket koymuşlardır. Bu plaket onları düşünmeye zaman ayırmaya teşvik etmektedir.
Gel genç kardeşim, düşmanlarımızın oyununa kanma, sende “biraz düşünmeye ve kitap okumaya zaman ayır.” Göreceksin ki ayırdığın bu zamanda elde ettiğin maddi ve manevi kazancın sana daha çok zaman ayırman gerektiğini hissettirecek ve sen de bu zamanı seve seve ayırmak isteyeceksin. Bu ise saadetinin (mutluluk) başlangıcı olacaktır.