Neredesin ey sevgi

Hüzeyme Yeşim Koçak

Sevmek, güçlendiğinde havalandıran, uçurup kaçır(t)an bir duygu durumu belki. Ama günümüzde uçurmaktan ziyade, üzerimizde parfüm kadar bile durmayan, bırakalım derûnu, tene(dışa) bile işlemeyen tamamen uçucu bir hâl.

“Zamanla sevmeyi öğrendim” diyordu bir yazar. İnsan bazen bütün kâinatı sevdiği gibi haşmetli, hoş duygulara kapılabiliyordu.

Öğrendiğimizi sanıyorduk, fakat bu duygu rengi, coşku sürekli olmuyordu. Daha doğrusu gelişen, çok çeşitli, ezber bozan olaylar, hayat çizgisindeki kimi kişilerle yaşadığımız kesişmeler, daha işin “A’sında” bile olmadığımızı ortaya koyuyordu.

Düzenimize, o şartlar altındaki Ben’imize uygun olduğunda sevecen, hoşgörülü bulunabiliyorduk, her hâlükârda değil.

Vaktiyle sevilen kişiler hemen tahtından indiriliyor, ruhumuzda hiç tahmin etmediğimiz sanki gizlenmiş, uyuyan yeni bir varlık doğuyor; O, kara listeler tertipliyor, kişinin “imaj görmüş, teçhizatlı(!) zatını şaşırtıyordu. Ya da muhatabı olan insan, olay sevimsiz, siyahî bir hüviyete bürünüyordu.

Hissiyat da inip çıkıyordu; günü geldiğinde ne kadar fazla şeyi, belki sevdayı geride bıraktığımızı görüyorduk. Şahsımız ve başkaları hakkındaki bilgimizin noksanlığını, cehaleti, günahlarımızı süslediğimizi…

O pek güvendiğimiz, dayanıp, sarmaş dolaş kaldığımız bilge(!) üstat(!) aksakal(!) şahsiyetimiz neredeydi. Hepsi yerle yeksandı.

Sevmeyi öğrenmek, kendini tanımakla da alâkalıydı. Zaaflarımızı, kaça(ma)klarımızı, şerrî mantığımız, tacir aklımız, bozuk para gibi harcadıklarımızı, habire yıkılan ferdî düzenlerimizi herhalde hayatı.

İçyüzümüz??? Parlak dışın aksine çıplak aynaların şahitliği; kendimiz hakkında bilmediğimiz binbir şey. Sevginin bizi imtihanı.

Sevmenin talebeliği, tepe noktaları, aşk durakları, hiç kolay değildi. Herhâlde önce pişmek gerekti.

Şartlar tozpembeyken pek çok şey ne sevilir gözükürdü.

Bunca sene yaşamışım. Her seferinde (çetin gibi gözüken) sınavlarda egoma, kapalı, ışık sızmaz pencerelerime yenik düştüğümü görüyorum.

Kapıları yersiz bir hissîlikle kapatıveriyorum mesela. Hamlıktan kurtulamıyorum.

Hâlbuki karşımızdakiyle, ötekiyle farklı düşünceler içinde olsak da bir anlaşma dili, yumuşaklık(yine taviz vermeyelim) ortaya koymamız lazım.

İlerleyen zamanla muhtemelen bazı şeyleri sevmeyi öğrenebiliriz.

Ancak ya Külü, bütünü; hoşgörü katkılı, dereceli de olsa, hikâyemize karışan herkese bir miktar kalp payı ayırmayı. En azından Yaratandan, Gönderen’ den ötürü… Zor iş vesselam.

Yine de varlık harikaları, dünya hikâyeleri karşısında şükürler olsun ki duygulanan, haz duyan, ibretler çıkaran, güzellik ve hikmet numuneleri var önümüzde.

Sevmek, uzun çileli bir yol. Uğruna baş koymak, talim etmek, yanmak icap ediyor.

Şeytan da Allah’ı sever miydi, ya da neyi severdi? Belam bin Baura kimdi?

Gözler, kalpler kimin peşine düşer, takip ederdi?

Fazlasıyla kirlenmiş, murdar kalplerde sevgi barınabilir miydi?

Herkes Hz. İbrahim gibi putları(nı) kırar mıydı?

(Tercihe, seçilene göre)Yollar, yolda koyar mıydı?

Sevme EN’leri, En ÇOK, EN Çok… neydi. Kutsallaştırılmış En’ler bazen kişiyi de yıkar geçer miydi?

Sıkıcı ve çetrefil bir sual, Sevmenin neresindeyiz?


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.