Bir kere daha vurgulamak gerekirse bu gün Aydınlarımız üzerlerine düşen görevleri yapmadıkları için iki kere suçludurlar. Zira Allah (c.c) kime ne nimet vermişse onu, o nimetinden sorumlu tutacaktır” Birincisi, “saf ve samimi insanlarımızı, özellikle gençlerimizi aydınlatmamış olmalarının suçlusu” olmak. İkinci suçları ise kendileri ortada olmadığı için meydanı Rantiyeci Medyaya bıraktıkları ve onların da insanımızın kafası ve gönlünü iğfal etmelerine fırsat vermiş olmalarıdır.
Eğer Aydınlarımız, çevrelerindeki insanları aydınlatan konuşmaları, hareketleri ve olaylara takındığı tavırlar sebebiyle yanlışlıklardan kurtarmış olsaydı, bu insanlar bugün trajı milyonlarla ifade edilen Rantiyeci Medya’nın kucağına itilmemiş olacaklardı. Hâlbuki hey hat. Aydınlarımızın görevlerini yapmamaları sebebiyle bu gün insanımız “Global (dünya) sermayenin kucağına itilmiştir” Onlar da aziz milletimizle, “kedinin fare ile oynadığı gibi oynamakta dır”lar.
AYDIN MENFAATÇI OLAMAZ
Bütün bunlara rağmen toplumumuzda bencil ve çıkarcı bir Aydın kitlesi varsa ki maalesef vardır, eskiler buna eskiler, “Kaht-ı Rical” yani adam yokluğu demişlerdir. Kendisinin “Baş olduğunu” söyleyen birçok baş görürsün ama onların her biri birer kuyruktur. Takım elbiseli ve kravatlı birçok adam görürsün ama içleri bir çuval gibi boştur.
Aydınlarımızın bugün, nerede daha fazla para bulduysa oraya kayma, nerede mevki ve makam var orada yer alma şeklinde ortaya çıkmakta, böylece “küçük menfaatler karşısında maalesef Büyük davalar satılmaktadır” Beyin göçü diye isimlendirilen Aydınlarımızın ülkemizi terk ederek Batılıların emrinde çalışmasının temelinde de yine bu menfaat (çıkarcılık) hastalığı yatmaktadır.
Aydın insan, bencil ve çıkarcı olamaz. Allah’ın verdiği nimetler ve milletinin kendisine yaptığı büyük fedakârlıklar karşısında Aydın insan, “benim menfaatim (çıkarım) neyi gerektiriyorsa onu yaparım” diyemez. Üç kuruşluk menfaat için toplumun menfaatini tehlikeye atamaz. Beni yetiştiren bu toplum olmasaydı, “ben nerenin aydını olurdum acaba” diye düşünür. Menfaatçi yaklaşım, aslında aydının kendisine ihanettir, ailesine ihanettir, topluma ihanettir ve bütün insanlığa yapılmış bir ihanettir.
ÇÖLAŞAN BİLE TAVİZ VERMEDİ
Bizim Aydınlar, bir Emin Çölaşan kadar dahi olamadılar. Yıllarca yazı yazdığı ve Milli ve manevi değerlerimize küfrettiği gazetesindeki patronları; “yazılarını biraz yumuşat” dendiği zaman o, “Ben böyle yazarım ve KENDİMLE TERS DÜŞEMEM” dediği için gazetesinden kovuldu.
Aydınlarımız için strateji bellidir. Allah’ın yarın; “Ey kulum. Millet-i İbrahim (milletimiz) ateşte yanarken sen ne yapıyordun” sorusuna bu günden hazırlanmalıdırlar. Sen; “Hazreti İbrahim’i yakmak için Nemrud’un yaktığı dağlar gibi ateşi söndürmeye ağzındaki bir damla suyu taşıyan bir karınca mıydın?” diye gelecek mukadder soruya hazırlanırlar. Dikkat edilirse soru, “İbrahim’in ateşini söndürdün mü?” olarak gelmiyor ama gücünün yettiğince su taşıyıp taşımadığı soruluyor.
Cevap evetse ne ala, ya değilse işte felaket ondan sonra başlayacaktır.
Sayıların, rakamların, milyonlarla ölçülen kalabalıkların nereye gittiklerinin, nerede durduklarının hiç önemli yoktur. “Ateşi körükleyenlerin sayıları fazlaymış, bütün kuvvetli ve kudretli adamlar ateşin körüklenmesine görev almışlar” gibi sözler sizleri sorumluluktan kurtaramayacaktır
AYDIN NEMELAZIMCI DEĞİLDİR
Ülkemizin ve milletimizin içine düşürüldüğü büyük ve korkunç uçurumun farkına varacak ve onun “Sahil-i Selamete erişebilmesi” için yapılması gerekenleri fedakârca ve severek yapacak Aydınların yeteri kadar olmamasının en büyük sebebi nemelazımcılıktır.
Kendi evi dışındaki konular, “benim konularım değildir” demektedir. Halbuki “her ev bir sandal, evin dışındaki alem ise bir umman (deniz) dır.” Deniz sakinse ne ala, eğer dalgalı ise eninde sonunda senin sandalın da alabora olacak ve batacaktır” Sen evine kapanmakla denizin ekonomik, ahlaki, siyasi, hukuki, sınaî, zirai sorunların meydana getirdiği dev dalgalardan korunamazsın. Evinden çık, senin gibi Aydınlarla irtibat kur, problemleri tespit et, onların nasıl çözüleceklerine kafa yor, gerekiyorsa maddi ve manevi fedakârlıklar yaparak bu sorunları çöz. İşte Aydın budur, bunu yapar.
Amerikalılar bu gün “dünyadaki bütün olaylar beni ilgilendirir ve bunlar benim konumdur” dediği ve topuyla, tüfeğiyle, askeriyle oraları işgal ettiği halde bütün insanlığa nizam ve intizam verecek bir inancın sahipleri, “bana ne, nemelazım” diyebilirler mi? İşte bu gün böyle dendiği için kendisi de esir, bütün İslam alemi ve tüm insanlık da esirdir.
Nemelazımcılıkta sınır tanımayanlara, tanınan bir âlimimizin ifadesiyle cevap verelim. Diyor ki bu âlimimiz (Sait Nursi Hazretleri); “Evladım yanıyor. Ben evladımı kurtarmaya koşuyorum. Birisi de bana çelme takmış. Ne gam”
Dikkat edilirse bu âlim oturduğu yerde “ben ilim adamıyım, bana gelenlere faydalı olurum” demiyor, yanan evladını (bütün ülke gençliğini) kurtarabilmek için koşuyor.
Diğer bir âlimimiz (Süleyman Tunahan hz.) hayatının her safhasını mücadele ile geçirmiş, milleti uyandırabilmek için feryat eden Necip fazıl Kısakürek’e çıkardığı “Büyük Doğu dergisi”n de ona, maaşından artırdığı parayla maddi ve manevi destek oluyor.
Daha böyle feryat eden binlerce âlimlerimiz. Peki, değerli Aydınımız senin örnek aldığın âlimin yaptıkları nelerdir? Hiç inceliyor, kendinden feyz aldığın âlimin yolunu tutma çabasını gösterebiliyor musun?
Aydınımız, eğer azıcık bir ilgi göstermiş olsaydın, bugün ülkemiz ve milletimiz böyle zelil, böyle hakir hale düşmezlerdi. Nitekim İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy; “ Bir memleketin batması hak’tır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır” diyerek bu gerçeği vurgulamaktadır.