Geçen yazımızda daha önce yazdığımız bir yazımızı vereceğimizi söylemiştik. Bugün de daha önce yayınlanan bu yazımızı aynen veriyoruz.
Hangi toplumu ele alırsanız alınız, kültür hayatlarının iki ana unsuru kitap ve kütüphanedir. Bunu bir anda yok edemezsiniz veya yok sayamazsınız. Ama biz bunu yaptık. Bin yıllık birikimimizi bir anda yok saydık. Kütüphanelerimizin kapısına kilit vurduk. Bununla da kalmadık büyük bir düşmanlıkla dilimizdeki Arapça ve Farsça kelimeleri atarak koskoca bir imparatorluk dilini kabile dili haline getirdik. Uzun yıllar Kur’an ve Osmanlıca eğitimini yasakladık.
Ders kitaplarını büyük devletler 30-40 bin kelimelik zengin bir dille yazarken biz, geri kalmış ülkelerle birlikte, 5-6 bin kelimelik zayıf bir dille kaleme aldık. Sonunda binlerce kaynak eseri kullanamamak bir tarafa, gençlerimiz günlük, yazı ve tahsil hayatlarında 300-500 kelimelik bir lügatçe ile yetinmeye başladı. Bütün bu söylediklerimiz kafadan söylenmiş lâflar değildir. Hepsi araştırma sonuçlarına dayanan gerçeklerdir.
Defalarca şahit olduk. Üniversite mezunu gençler, 25-30 yıl önce yazılan kitapları bile okuyup anlamada zorlanıyorlar. İmlamız büyük bir keşmekeşlik içerisinde. Pek çok aydın ve akademisyenin nasıl bir dil kullandığı ortada.
Gelinen noktada, böyle zayıf bir dille ne ilim yapılır, ne de kültür gelişir. Edebiyat kitaplarımızda, Divan Edebiyat’ımızla ilgili bölümler var. Bir zamanlar çok edebiyat hocası bu bölümleri, öğrenciler anlamıyor diye atlar, okutmazlardı. Tabii bunda ideolojik çarpıklıklar da büyük rol oynardı. Öğrenciler de anlamadığı için Divan Edebiyatı’nı sevmezdi. Bir türlü de sevilemedi. Şimdi nasıl bir uygulama var bilemiyorum.
Birçok kere yazdık ve devamlı da söylüyoruz. Dil perişanlığından kurtulmanın iki yolu var; bunun birisi ders kitaplarını otuz-kırk bin kelimelik zengin bir dille yazdırarak okutmak, ikincisi de eğitimimizde Osmanlıcaya yer vermektir.
Osmanlıca, üniversitelerimizde sadece tarih ve edebiyat bölümlerinde okutuluyor. Ülkemizde yüzlerce sanat tarihçisi Osmanlıca bilmiyor. İnceledikleri eserler yedi-sekiz asırlık, ama inceledikleri bu eserlerin kitabelerini okuyamıyorlar. Bu büyük bir eksiklik değil mi?
Üniversitelerde bahsettiğimiz bölümlerde, eğitime geç başlandığı için doğru dürüst Osmanlıca öğretilemiyor. Hocalar, tez çalışmalarında öğrencilerinin ellerine Osmanlıca metinler verip, bunları yeni harplere çevirip getirmelerini istiyor. Onlar da bunu beceremedikleri için, yüklü paralar ödeyerek, çeviri işlerini piyasada yaptırıyorlar. Rampalı Çarşı’da bu konuda âdeta bir sektör oluştu. Bunları hocalar da biliyor. Bazı hocalar, bu tez çalışmalarını birleştirip kitaplaştırıyor. Tabii yanlış okunan kelimeler sırıtıp kalıyor. Bazen çok komik durumlar çıkıyor ortaya. Osmanlıca eğitimi ortaokul ve liselerde başlamış olsa durum çok daha farklı olacaktır.
Hele hele üniversitelerde sanat tarihi bölümlerinde, imam hatip okullarında ve İlahiyat Fakültelerinde Osmanlıca okunulmaması büyük bir eksikliktir. İmam hatip okullarında ve İlahiyat fakültelerinde Farsça okutulmaması da öyle…
Bir zamanlar bazı medreseliler Farsça okutulmasına karşı çıkar, “Kim ki okur Farisi, gider dinin yarısı” dermiş. Şimdi de öyle mi düşünüyorlar acaba (!) Oysa kütüphanelerimizdeki yazma eserlerin pek çoğu Farsça olduğu gibi Osmanlıca eserlerde Arapça’dan çok Farsça kelime bulunur. Nasıl bunun farkında olunamıyor anlamak mümkün değil.
Ortaokul ve liselere Kur’an-ı Kerim ve siyer seçimlik ders olarak kondu. Seçimlik derslerin sayısını çoğaltın. Bunların arasında Arapça, Farsça ve Osmanlıca da olsun. Bundan kimseye zarar gelmez.
Gerçek Türk aydını doğuyu da, batıyı da tanıyan insandır. Bu da dilini bilmekle olur. İkisine de sırtımızı dönemeyiz. Bırakın isteyen hem bir doğu lisanını, hem de bir veya birden ziyade batı lisanını öğrensin.
Atilla İlhan ve Kemal Tahir gibi pek çok Marksizm’den gelmiş vicdan sahibi yazar ve fikir adamı, gençlerin Osmanlıca öğrenmesinden yanadır. Atilla İlhan, bir yazısında Osmanlıca için, “Öğrensin keratalar” diyordu. İlber Ortaylı da bir konferansında, “Babasının, dedesinin yazısını okuyamayan insandan ne hayır gelecek?” demişti.
Bazı gençler büyüklerinden daha demokrat ve ileri görüşlü galiba. Özel olarak Osmanlıca öğreniyor. Her geçen gün, Osmanlıca öğreten kursların sayısı da artıyor. Eskiden Osmanlıca bilen insan sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı.
Ortaokul ve liselere Osmanlıca’nın seçimlik ders olarak konması, bunları öğretecek hocaların bulunmasında sıkıntı yaşatabilir, üzerinde durulursa bu sıkıntının da kısa sürede aşılacağını düşünüyorum..
Yabancı diller olsun, Osmanlıca olsun birden bire öğrenilmez. Bunlara küçük yaşlarda başlanır ve sistemli bir şekilde okutulursa, başarı nispeti de o kadar yüksek olur.
Osmanlıca öğrenmek o kadar zor değildir. Bunu ehli çok iyi bilir. Zor olan, ileri derecede Osmanlıca ile arşiv belgelerinin okunmasıdır. Bu da eğitime küçük yaşlarda başlamakla aşılır.
Eğitimde hayal bile edemediğimiz büyük değişiklikler oluyor. Bunları takdirle karşılamak gerekir. Eğitimde esas yapılması gereken, mevcut ders kitaplarını çöpe atıp, onları zengin bir dille yeniden kaleme almaktır. Aksi halde yeni neslin dil problemini çözmek mümkün olmaz.