Müslümanlara dinlerini Allah (cc) Rasulü’nün (sav) Kur’an-ı Kerim’i açıklayarak, örneklendirerek hayata uygulaması olarak tarif edebileceğimiz Sahih Sünneti ve Hadislerinden öğrenmek yerine batılı müsteşriklerden ve onların yerli çömezlerinden öğrenmeye başladıklarından beridir bir haller oldu.
Farklı olmak adına veya yeni bir şeyler söylemiş olmak adına karıştırdıkları haltlar veya yedikleri herzelerin sayısı sayılır olmaktan çıktı.
Özellikle Yahudi asıllı batılı müsteşriklerin sözlerini kendileri için dayanak olarak alan kişiler dini hayatın neresini gündeme getirir veya neresine dokunurlarsa oraya bir kucak pislik bırakıp gittiler ve temizlemesi yine Müslümanlara kalmış oldu.
Son yıllarda sıkça gündeme getirmeye çalıştıkları nebi Rasul ayrımındaki gayri İslami ve gayri ahlaki tavır bu problemlerden birisidir.
Kafasını müsteşriklerin fikirlerine kaptıranlardan üniversite öğretim görevlisinden bakkal çırağına kadar eline bir meal geçiren kişi kendini yetkili görerek Peygamberlik müessesi üzerinde kendini yetkili görür olmuşlardır.
Bu gayri İslami ve gayri ahlaki davranışın temelinde yine müsteşriklerin “Kur’an insana hitap ettiğine göre, Kur’an-ı hangi insan okuyorsa, İslam o insanın Kur’an’dan anladığı şeydir. Dolayısıyla Kur’an Arap aklına indirgenemez” fikri yamaktadır.
Bu fikri dillendirenlerin tamamına yakını bu görüşlerini “Dinin tek bağlayıcı kaynağı Kur’an metnidir” sloganıyla ifade etmeye çalışmaktadırlar.
Esasında 1400 yıllık İslam tarihinin başlangıcı, Mekkeli müşriklerin Rasulullah’ın (sav) Miraç Mucizesini istihzai bir şekilde haber verdiklerinde Hz. Ebu Bekir’in (ra) “"O" (sav) dediyse doğrudur.” sözüyle çınladığını dost düşman herkes bilmektedir.
Yüzyıldan daha uzun süredir batının gelişmişliği karşısında İslam dünyasının yeni bir takım keşifler/icatlar yapılamayıp geri kalmış olmasının ezikliğini İslam Dinine yükleyen batılı müsteşrikleri haklı çıkarırcasına Rasulullah’ın (sav) Sahih Sünneti ve Hadislerine saldıran modernist Müslümanlar tam anlamı ile bir kimlik problemi yaşamaktadırlar.
Bu problemden “Rasulullah (sav) dediyse doğrudur” ifadesi ile kurtulmak mümkün iken bazı Müslümanlar veya Müslüman kılığında görünenler batı sömürgeciliğin keşif kolu olan oryantalistler gibi çalışmakta veya başta Goldziher ve Schalt olmak üzere Montgomery Watt’a kadar pek çok batılının söylediklerini kendileri yeni bulmuş gibi söylemekten çekinmemektedirler.
Kur’an-ı Kerim’i kendine referans aldığını söyleyen bu takımdan bazıları ise “dinin tek kaynağı Kur’andır” anlayışını bile yerine göre terk ederek “Kur’an-ı ben böyle anlıyorum” basitliğinden daha ileri giderek kendi fasık düşüncesini “Kur’an böyle söylüyor” şeklinde dile getirmekten çekinmiyorlar.
Kendilerinin heva ve hevesinden kaynaklanan ve sahipleri olan müsteşriklerin sübjektif yorumlarından başka hiçbir meşru dayanağı olmayan bu problemli “Nebiye itaat yoktur” anlayışında olanlar Allah (cc) Rasulü’nün (sav) Sahih Sünnet ve Hadisleri ile İslam’ın kurucu nesli olan Sahabe Nesline (a) dil uzatmaktan hatta onları yalancılıkla suçlamaktan da geri durmamaktadırlar.
Bir gün önce söylediğini bir gün sonra yalanlayacak kadar gayri ahlaki bir davranış içinde olan bu kişiler Nebi ve Resul kelimelerinin Kur’an’da geçişinden kaynaklanan fasık bir düşünce sonucunda Nübüvvetin Hz. Rasulullah (sav) ile sona erdiğini Risalet’in ise kıyamete kadar devam edeceğini iddia ederek direkt olmasa bile dolaylı olarak kendilerini Risalet makamında görmektedirler.
Nebiye itaat etmek yoktur şeklinde arızalı bir görüşü kabul edenlere Nebilere itaati emreden “Ey Nebî, Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik" mealindeki Ahzap Suresinin 45. Ayetini bir kere daha dikkatlice ve üzerinde uzunca bir zaman düşünerek tekrar okumalarını salık veriyoruz