Daha önce yazdığımız bir yazının başlığı; Bir İslâm Âlimi Nasıl yetişir idi.
Son yıllarda bizi oldukça meşgul eden bu soru(n)un üzerine biraz daha eğilmek istedik. En azından bu konuda bir çığır açmak arzusundayız. Olur ki; bu önemli meseleyi bizden daha iyi düşünen ve gereğini hayata geçiren kardeşlerimiz çıkabilir. Bu da bir hayra vesile olmak açısından bizim için önem arzeder. Önemli olan Allah yolunda hizmet değil midir?
"Bir İslam Âlimi" ifadesi ile asıl kastımız pek çok İslam Âliminin yetişmesidir. Çünkü Müslüman toplumlarının İslâm'ı daha diri yaşaması, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ancak onlar vasıtasıyla olacaktır.
Âlimler aynı zamanda maddi alanda da büyük atılımların öncüleridir. Dünya milletleri arasında önemli bir tutmak da ancak onların yönlendirmeleri ile mümkün olacaktır. Zira İslâm Âlimi deyince sadece Kur'an ve Sünnet ilimlerine vâkıf bir kimse değil, aynı zamanda bugünün modern ilimleri deyimine giren diğer ilimlerle de mücehhez kimseler akla gelmelidir. Dünyada söz sahibi olduğumuz dönemlere baktığımız zaman bu ifade çok açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Müslüman bir âlim öncelikle İslâm'ı hayata geçiren bir âbiddir. Çünkü ilim ancak amelle kendisini ispatlar. İlmi olup onu hayata geçirmeyenlerin benzeri Kur'an'da çok belirgin bir halde ortaya şu şekilde konmuştur:
"Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Cuma 5)
Müslüman bir âlim, sevgili ve seçkin Peygamberi (s.a.v.)'in bir "varisi" olduğu gerçeğiyle hareket eder. O'nun sünnetlerine yapışma konusunda titiz davranır. Zira insanlar İslamî yaşayışı kendisinden görerek alacaklardır. Yüce Rabbimiz ancak Efendimiz'e uyulursa kulunu sevecek ve bağışlayacaktır:
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Al-i İmran 3)
Müslüman bir âlim aynı zamanda bir zahiddir. Yani dünya sevgisini kalbinden atan bir kimsedir. Bu, dünya ile meşgul olmamak değildir. Zira kişinin dünyadan kendisini soyutlaması mümkün değildir. Böylesine ifadeler, bize düşman olan zihniyet ve toplumların art niyetle ortaya attığı şeylerdir. Müslüman kimse bilakis dünya işlerini elinde tutan, maddeyi kontrol altına alan, yönetimlerde söz sahibi olan ama onların sevgisini kalbine koymayan kişidir. Dünya ile şımarmayan insandır. Kendisi aza kanaat ederken sermayeyi de hayra yönelten insandır. Eğer inanan insanlar böyle bir bakış açısını yakalamazsa, dünyadan güya kaçınması da ona bir fayda sağlamaz; aksine, her an onun tuzağına düşebilir.
İşte anlatmaya çalıştığımız bu hassas noktayı yakalamaya çalışan bir İslam âlimi, insanları çalışmaya yönlendiren ama onlardan elde edileni, Müslümanların her yönde ilerlemesi için harcama ve yatırım yapma azmini kazandıran bir şuurda olmalıdır.
İlmiyle âmil, âbid, zahid, müttakî ve mütevazı bir âlim gerçekten toplumları etkileyen hatta onları ardınca koşturan bir lider konumunda olur. İnanan kişiler onları hiç farkına varmadan severler. Çünkü onlar hiçbir karşılık beklemeden Allah'ın kullarını sevmişler ve onları Allah'a davet etmişlerdir. Bu durum da kendilerinin Peygamberlerin varisleri olduğu gerçeğinin ispatıdır. Zira onlar yaptıkları daveti sadece Allah için yapmışlar, insanları O'nun için uyarmışlar, karşılığını da ancak Allah'tan beklemişlerdir. Bu manada şu söz onların ortak ifadesidir: "Benim ücretim, ancak Allah’a aittir." (Yunus 10)
Bu vasıflarla muttasıf olan âlimler aynı zamanda "gönül ehli" tabiri içerisine giren kimselerdir. Zira onlar yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, gönüllerde Allah için yer bulan kişilerdir. Gönüllerin önderi, toplumların örnek kişisi olan bu kimselerin durumunu Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) şöyle anlatırlar:
-"Size en hayırlınızı haber vereyim mi?”diye sordular. Ashab: "Evet, ya Rasûlallah!" dediler. Buyurdular ki; “Sizden o kimseler en hayırlıdır ki, onları görenler aziz ve celil olan Allah’ı hatırlarlar.” (Ramuz El-Hadis sh 163; Küt. S. Muht. 17/ H. No 1262)
"İnsanlara Allah'ı sevdirme" çabası içerisinde bulunan bu insanlara bugün "Kanaat Önderleri" denmektedir. Bu ifade de onların önem arzeden bu konumlarını iyi bir şekilde açıklamaktadır.
Her zaman olduğu gibi bugün de bu manayı hedef edinen âlimlere ne kadar ihtiyacımızın olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Çünkü onlar akan sulara yön veren insanlardır. Suyun değişik mecralara ayrı ayrı ve boş yere akması hiçbir şey ifade etmezse, darmadağın çalışmalar da bir şey ifade etmez. İşte onları toparlayan ve bir hedefe yönlendiren ancak böylesi âlimlerdir.
O halde Kur'an dili ve edebiyatına hâkim, iyi bir hafız, Sünnet-i Seniyye'yi kavramış, dini samimiyetle yaşayan, bunun yanında matematik, fen, tarih, coğrafya, ziraat, bilgisayar vb. ilimleri almış, önemli dünya dillerinden birkaç tanesini okuyup yazan ve konuşabilen, dünyanın ekonomik ve sosyal yapısını kavrayabilen ve bu konuda fikirler üreten âlimler yetiştirmenin ehemmiyetini çok iyi kavramamız gerekiyor. Bunu kavradıktan sonra da baştaki sorumuza dönerek; "Bir İslam Âlimi Nasıl Yetişir?" diye kendimize tekrar sormalı ve bunun cevabını da bizzat uygulamasıyla vermeye çalışmalıyız.
Çalışmak, istemek bizden, vermek de yüce Allah'tandır.
Son yıllarda bizi oldukça meşgul eden bu soru(n)un üzerine biraz daha eğilmek istedik. En azından bu konuda bir çığır açmak arzusundayız. Olur ki; bu önemli meseleyi bizden daha iyi düşünen ve gereğini hayata geçiren kardeşlerimiz çıkabilir. Bu da bir hayra vesile olmak açısından bizim için önem arzeder. Önemli olan Allah yolunda hizmet değil midir?
"Bir İslam Âlimi" ifadesi ile asıl kastımız pek çok İslam Âliminin yetişmesidir. Çünkü Müslüman toplumlarının İslâm'ı daha diri yaşaması, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ancak onlar vasıtasıyla olacaktır.
Âlimler aynı zamanda maddi alanda da büyük atılımların öncüleridir. Dünya milletleri arasında önemli bir tutmak da ancak onların yönlendirmeleri ile mümkün olacaktır. Zira İslâm Âlimi deyince sadece Kur'an ve Sünnet ilimlerine vâkıf bir kimse değil, aynı zamanda bugünün modern ilimleri deyimine giren diğer ilimlerle de mücehhez kimseler akla gelmelidir. Dünyada söz sahibi olduğumuz dönemlere baktığımız zaman bu ifade çok açık bir şekilde anlaşılacaktır.
Müslüman bir âlim öncelikle İslâm'ı hayata geçiren bir âbiddir. Çünkü ilim ancak amelle kendisini ispatlar. İlmi olup onu hayata geçirmeyenlerin benzeri Kur'an'da çok belirgin bir halde ortaya şu şekilde konmuştur:
"Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr eden topluluğun hâli ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Cuma 5)
Müslüman bir âlim, sevgili ve seçkin Peygamberi (s.a.v.)'in bir "varisi" olduğu gerçeğiyle hareket eder. O'nun sünnetlerine yapışma konusunda titiz davranır. Zira insanlar İslamî yaşayışı kendisinden görerek alacaklardır. Yüce Rabbimiz ancak Efendimiz'e uyulursa kulunu sevecek ve bağışlayacaktır:
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Al-i İmran 3)
Müslüman bir âlim aynı zamanda bir zahiddir. Yani dünya sevgisini kalbinden atan bir kimsedir. Bu, dünya ile meşgul olmamak değildir. Zira kişinin dünyadan kendisini soyutlaması mümkün değildir. Böylesine ifadeler, bize düşman olan zihniyet ve toplumların art niyetle ortaya attığı şeylerdir. Müslüman kimse bilakis dünya işlerini elinde tutan, maddeyi kontrol altına alan, yönetimlerde söz sahibi olan ama onların sevgisini kalbine koymayan kişidir. Dünya ile şımarmayan insandır. Kendisi aza kanaat ederken sermayeyi de hayra yönelten insandır. Eğer inanan insanlar böyle bir bakış açısını yakalamazsa, dünyadan güya kaçınması da ona bir fayda sağlamaz; aksine, her an onun tuzağına düşebilir.
İşte anlatmaya çalıştığımız bu hassas noktayı yakalamaya çalışan bir İslam âlimi, insanları çalışmaya yönlendiren ama onlardan elde edileni, Müslümanların her yönde ilerlemesi için harcama ve yatırım yapma azmini kazandıran bir şuurda olmalıdır.
İlmiyle âmil, âbid, zahid, müttakî ve mütevazı bir âlim gerçekten toplumları etkileyen hatta onları ardınca koşturan bir lider konumunda olur. İnanan kişiler onları hiç farkına varmadan severler. Çünkü onlar hiçbir karşılık beklemeden Allah'ın kullarını sevmişler ve onları Allah'a davet etmişlerdir. Bu durum da kendilerinin Peygamberlerin varisleri olduğu gerçeğinin ispatıdır. Zira onlar yaptıkları daveti sadece Allah için yapmışlar, insanları O'nun için uyarmışlar, karşılığını da ancak Allah'tan beklemişlerdir. Bu manada şu söz onların ortak ifadesidir: "Benim ücretim, ancak Allah’a aittir." (Yunus 10)
Bu vasıflarla muttasıf olan âlimler aynı zamanda "gönül ehli" tabiri içerisine giren kimselerdir. Zira onlar yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, gönüllerde Allah için yer bulan kişilerdir. Gönüllerin önderi, toplumların örnek kişisi olan bu kimselerin durumunu Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) şöyle anlatırlar:
-"Size en hayırlınızı haber vereyim mi?”diye sordular. Ashab: "Evet, ya Rasûlallah!" dediler. Buyurdular ki; “Sizden o kimseler en hayırlıdır ki, onları görenler aziz ve celil olan Allah’ı hatırlarlar.” (Ramuz El-Hadis sh 163; Küt. S. Muht. 17/ H. No 1262)
"İnsanlara Allah'ı sevdirme" çabası içerisinde bulunan bu insanlara bugün "Kanaat Önderleri" denmektedir. Bu ifade de onların önem arzeden bu konumlarını iyi bir şekilde açıklamaktadır.
Her zaman olduğu gibi bugün de bu manayı hedef edinen âlimlere ne kadar ihtiyacımızın olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Çünkü onlar akan sulara yön veren insanlardır. Suyun değişik mecralara ayrı ayrı ve boş yere akması hiçbir şey ifade etmezse, darmadağın çalışmalar da bir şey ifade etmez. İşte onları toparlayan ve bir hedefe yönlendiren ancak böylesi âlimlerdir.
O halde Kur'an dili ve edebiyatına hâkim, iyi bir hafız, Sünnet-i Seniyye'yi kavramış, dini samimiyetle yaşayan, bunun yanında matematik, fen, tarih, coğrafya, ziraat, bilgisayar vb. ilimleri almış, önemli dünya dillerinden birkaç tanesini okuyup yazan ve konuşabilen, dünyanın ekonomik ve sosyal yapısını kavrayabilen ve bu konuda fikirler üreten âlimler yetiştirmenin ehemmiyetini çok iyi kavramamız gerekiyor. Bunu kavradıktan sonra da baştaki sorumuza dönerek; "Bir İslam Âlimi Nasıl Yetişir?" diye kendimize tekrar sormalı ve bunun cevabını da bizzat uygulamasıyla vermeye çalışmalıyız.
Çalışmak, istemek bizden, vermek de yüce Allah'tandır.