Türkiye’de ve genel olarak dünyada, insanlık adına her açıdan bakıldığında bir çürüme ve yozlaşma söz konusu. Kutsal değerler ile sosyal değerlerde çürüme, yoz kültür büyük bir hızla ilerliyor.
Sosyolog Erol Güngör, “Din” ve “Ahlâk” gibi iki önemli değeri, 1976’da denekler üzerinden araştırarak yaptığı ve profesörlük tezi olan “Değerler Psikoloji” adlı eserinde, şu tesbitte bulunuyor: “Cumhuriyetten öncekiler ve cumhuriyetin ilk nesilleri, değerlere ortanın üstünde bir yer veriyorlardı. Bugünkü toplumumuzda özellikle yüksek tahsil görmüş kimseler arasında eskiden dinin aldığı yer başka değerlere bırakılmıştır; önümüzdeki uzun yıllar içinde bu temayülde önemli bir değişme olacağını belirten herhangi bir işarete de rastlamıyoruz.
Yerinden emin olduğumuz ikinci değer ahlâktır. Her nesilde ahlâkın bir değer olarak ön planda tutulduğu muhakkaktır. Başka toplumlarda da insanların büyük çoğunluğu ahlâkî değeri ön planda tutuyor olabilirler. Ahlakı ön planda fakat dini geri planda tutan kimselerin ahlakı dinden ayrı düşündükleri anlaşılıyor.”
“Sosyoloji okulunun kurucusu olan Durkheim, zamanımızda ahlâkın dinden ayrı sosyal bir kurum olduğunu kabul etmekle birlikte, aslında dinden çıkmış bulunduğunu savunur. İlkel toplum olan klanda sosyal kurum olarak yalnız din vardır. İktisat, hukuk ve sanat gibi ahlâk da dinden çıkarak, zamanla müstakil hale gelmiştir. İlkel toplumlarda dinden başka bir sosyal kurum bulunmadığı ahlâkla ilgili emir ve yasakların tamamen dinî türden emirler olduğu bilinen bir gerçektir. Fransız Celestine Bougle, Alman Wundt, İngiliz Edward Caird gibi filozoflar ve daha başkaları ahlâk kurallarının geniş ölçüde dinin emir ve yasaklarıyla meydana geldiğini, zamanımızda dahi din ile ahlâkın beraberliğini savunurlar.”
***
Hunharca katledilen Nârin Güran cinayetinde, kayboluşundan itibaren yapılan teknik aramalar ile gazetecilerin olay mahalli olan Diyarbakır’ın Bağlar İlçesi Tavşantepe Köyüne akın etmelerinden sonra önemli gelişmeler oldu. Nârin kızımızın Kur’an Kursu’na gitmesi doğal bir şey olmasına rağmen sosyal medyada troller, imamlardan tutun din (İslâm), ahlâk ve kutsal değerlerimize alenen küfürler, karalamalar ve hakaretler yağdırdılar. Mukaddes değerlerimiz ile sosyal değerlere yönelik bir saldırı başlatıldı. Yazıma, bu sebeple yukarıdaki girizgâhla başladım. Cinayet soruşturmasının selameti açısından “gizlilik kararı” devam ettiği için bu cinayetin arka planındaki bazı gerçekleri yazamayacağım. Kamuoyuna yönelik yasak kalktığı için sosyal medya platformları ile ekranlarda herkes her şeyi söylüyor. Yâni ağzı olan konuşuyor. Bu da olayın irdelenmesi gereken ve üzerinde durulması lâzım gelen bir başka boyutu.
***
Aşiret kurallarının geçerli olduğu ve feodal yapıya sahip dört-beş bin nüfusluk bir köyde canice işlenen bir cinayet, Pandoranın Kutusunu açtırdı. “Açtırma kutuyu söyletme kötüyü” derler ya… Ben, Nârin cinayeti ile bu cinayetin arka planındaki pek çok gerçeği sorumlu, dürüst ve namuslu gazeteciler aydınlatacağına inanıyorum. Silahlardan tutun mermilere, uyuşturucu, tefecilik ve köyde oluşturulan korku imparatorluğuna kadar ne varsa… Eğer bir gazeteci “Bu köyün 10 yıllık geçmişi araştırılmalı ve mercek altına alınmalı” diyorsa, olayın vahametini varın siz düşünün. Cinayetin çoktan siyasî bir boyut kazanması ve örtbas edilmeye çalışılması bir tarafa biz, canavarca hislerle işlenmiş bu cinayetin sosyal boyutu üzerinde duracağız. Ben ne hukukçu, ne hekim, ne polis, ne kriminal uzman ne de sağlıkçıyım. Ben adliye, polis ve ekonomi muhabirliği de yapan bir gazeteciyim. Anadolu’da gazeteci ve muhabirlik yapmak o kadar kolay değildir. Hele “Sorumlu Yazı İşleri” müdürlüğü bir görevi de üstlendiyseniz, hakkınızda açılacak soruşturma ve davaları göze almışsınız demektir. Biz bir olayı takip ederken – hele bu bir cinayet ise- 5N1K formülünü uygular, elde ettiğimiz veri, bilgi, vesika (belge) ve sağlam istihbarata dayalı hareket ederiz. Ama bu vak’ada dezenformasyon, yalan haber ve bilgi kirliliği o kadar çok ki… Pek çok şeyi satır aralarından veya konuşmalardan cımbızlayarak almak zorundasınız.
Açılan Kara Kutu’da şeytanın aklına bile gelmeyecek tarzda o kadar çok kötülük var ki… İnsan ister istemez kendi kendine şu soruyu soruyor: İNSANLIĞIMIZI NASIL KAYBETİK?
***
Bir foto muhabirinin Güney Afrika’da çektiği “Akbaba ve Çocuk” fotoğrafına, Google’den bulup bir bakın bakalım ne görecek ve aklınıza neler gelecek? Bir deri bir kemik kalan ve ölmek üzere olan çocuğun tek bir hayali var: Bir damla su! Arkada bekleyen akbabanın hayali ise, çocuğun ölmesi ve aç karnını doyurması! Fotoğrafı zumlayarak çekenin hayalinde ise, uluslararası ödül almak falan yok. O fotoğrafı çeken muhabir, vicdanıyla başbaşa kalınca bir otel odasında intihar ederek hayatına son veriyor. Allah (C.C.) insan yapısına öylesine kalıcı iki haslet yerleştirmiş ki, ne yaparsanız yapın onları söküp atamıyorsunuz. Onlardan ilki fıtrat, diğeri ise vicdan. İnsanın iki yanı var: Melek ve Şeytan. Hangi tarafına daha çok meyil verirseniz o taraf hemen harekete geçiyor; koruyucu melekler iyiden, azdırıcı-baştan çıkarıcı şeytan ise kötüden yana.
***
Nârin, ince zarif yapılı, nâzik, nazenin güzel bir kızımızdı. Hani şarkı tarzında da söylenen bir türkü var; “Söğüdün yaprağı nârindir nârin/ İçerim yanıyor dışarım serin” diye. Nârin’in ölümüne yüreğim o kadar yanıyor ve içim o kadar acıyor ki… Ötelerden gelen şu haberle irkiliyorum; “O diri diri gömülen kız çocuğuna; hangi günahla öldürüldüğü sorulduğu vakit” (Tekvir; 8-9) öldüren kişi, o büyük hesap gününde vicdan azabından kahrolmayacak mı? Cahiliye döneminde Araplar, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek öldürürlerdi. Müşrik bedevîler, kız çocuğu yedi-sekiz yaşlarına gelince öldürmeden önce de annesine “Bunu temizle, süsle, akrabalarına gezmeye götüreceğim” derlermiş. Çağımızda çocuklar kürtaj cinayeti, yoksulluk korkusu ve utanç korkusuyla öldürülmüyorlar mı? Yalnız gömerek değil, hangi şekilde olursa olsun, bir evladı kasten öldürmek de büyük bir cinayet ve büyük bir günah. Narin’den geriye kalan ise; kapuk bir bacak, delik deşik edilmiş bir vücut! Şu sadistliğe, şu katı yürekliliğe, şu yoksulluk ve utanç korkusuyla başka bir günahı olmayan nârin mi nârin, güzel mi güzel bir kız çocuğuna nasıl kıydınız? Mesnevî’de okumuştum. Mevlâna Celâleddin Rûmî, “Suçlular perçemlerinden belli olurlar” diyor. Yani geride bıraktıkları delil olacak bir iz, belirti, kan, ısırık, tükürük, bir tutam saç veya bir saç teli, vb… 4-5 bin nüfuslu bu köye nasıl bir virüs, nasıl bir hastalık bulaşmış ve aralarına nasıl bir şeytan girmişse, menfur cinayet ve diğer olaylarla alâkalı başından beri köyü “karantina” altında tutan Jandarma’yı kutlamak gerekir.
Bu sadistçe işlenmiş cinayet ve birbirine akraba bağı ile bağlı köyle alâkalı yazılacak o kadar çok şey var ki… Anadolu’da halk, kötülük yapanlara ve ahlâka uygun hareket etmeyenlere; “imansız, vicdansız, dinsiz, Allah’tan korkmaz” der ki, ahlâksızlığı da dinsizlik olarak niteler.
“Allah korkusu, bütün kötülüklerin frenidir.”
Tekrar fotoğrafa dönecek olursak; açlıktan ölmek üzere olan Afrikalı çocuğun yerine Nârin’i koyunuz, en yakınında ve arkasında bekleyen o kadar çok “akbaba” veya “akraba” varmış ki…