Müziğin gece on ikiden sonra kısıtlanması noktasında gelen uygulamaya katılıyorum. Bu daha önceden de gelmeliydi. Pandemi sonrası kısıtlamaların peyperpey kalkması, gücün gücünü göstermesine ve alan kaydırmasına da sebep olmuştur. Bunu inkar edemeyip görmezden gelmeyeceğim gibi müzik konusunda gelen kısıtlamayı da mantıklı buluyorum. Çünkü bir keyfiyet birden çok insanın keyfiyetini bozmamalıdır. Eğlence yerleri, pavyonlar veya yüksek sesle müzik icra edilen yerlerin yerleşim yerlerine uzak kurulması, şayet yerleşim yerinin merkezinde veya yakınında ise de yöresindeki yerleşim sakinlerini rahatsız edecek derece de ses çıkarmaması gerekir. 12'den sonra çıkan ses keyfidir, sakinlerin uyku sağlığına zarar ve rahatsızlık verir. On yirmi kişinin bu sanatı izleyip icra etmesi yöresindeki 50-100 kişiyi rahatsız etmemelidir. Terside geçerlidir. Keyfiyet nicelik de ters orantı olsa da hiç bir şekilde rahatsızlık vermemelidir.
Adamın birisi çıkıp da öyleyse ezan da bana rahatsızlık veriyor derse deriz ki; ülkenin yüzde 95'i müslüman ya da müslüman olduğunu iddia ediyor, böyle bir durum da rahatsızlık bahanesi yapıyorsan buna yapılabilecek bir şey yoktur. Beş vakit ezandan rahatsız olan, başka bir ülkede de kilisenin çan sesini dinler. Kaldı ki Müslüman bir ülkede çan sesi çalabileceği gibi, hristiyan bir ülkede de ezan okunabilmelidir. Bu hoşgörüdür. Ve inanç müzik gibi keyfi bir şey değildir. Şayet sanatçı sanat ve müzik de benim inancım, tıpkı din ve ezan müslümanın ruhunun gıdası olduğu gibi müzik de benim ruhumun gıdası diyorsa ona da derim ki; müslüman senin mekanına gelip de namaz kılmıyor cami de namaz kılıyor ve sesi seni rahatsız etmiyor. Lakin senin sesin hem keyfi ve eğlence maksatlı hem de nicelik ve süre olarak rahatsızlık veriyorsun. Hoş, bunları demeye bile lüzum yoktur aslında. Çünkü bir yerde keyfiyet diğer yerde inanç vardır.
Sanat toplum için ise toplumu rahatsız etmeyecek şekilde sanat icra edilir. Eğer sanat toplumu rahatsız ediyorsa talibini ilgilendirir. Talibi olmayanın ya da duymak, görmek istemeyenin gözüne ya da kulağına zorla sokulmaz.
Müzik insan ruhuna doğrudan tesir eder, bu gerçektir. İnsanı hüzünde iken neşeye, neşeli iken huzura, geçmiş ile gelecek arasında bir yolculuğa çıkarır.
Sanat ve sanatçının özgür olması ve özgürlüğe düşkün olması onun doğasında vardır lakin özgürlüğün somut bir manada rahatsızlık vermemelidir. Bir yazar fikirleri açısından rahatsızlık vererek sanatını icra edebilir lakin ona talibi gider, diğer insanlar onu görmek ya da duymak zorunda kalmaz. Buna benzer bir ressam pek çok insan için etik ya da ahlaki olmayan bir tablo ortaya koyabilir lakin ona talip olan izleyen bakar, herkes onu görmek ya da duymak zorunda kalmaz.
Fakat günümüz sanatçılarının müzik konusunda verdiği tepkiyi şahsen makul bulmuyorum. Ve hatta kendi deyimleriyle “ideolojik” buluyorum. Sanatın özgürlüğe düşkünlüğü ve alışkanlığı ile diğer insanların özgürlüğüne müdahalesi konusunun karıştırıldığını düşünüyorum.
Hemen sonra dügünlerden bahsetmek gerekirse şahsen gene ben kentte, bilhassa şehir kültüründe mahallede saz söz davul zurna işinin de kısıtlanması ya da kaldırılması taraftarıyım. Köy ile kent farklıdır. Köy küçük bir birimdir, insanlar birbirini tanır. Dolayısıyla köy düğününe icabet ya da katılım yoğun olur. Şehir ise farklıdır, kentte davulun ve zurnanın, sazın ve sözün mahalle arasında yapılması etrafındaki insanların da bu uzun süren davul zurna saz sesine katlanmak zorunda kalması doğru değildir. Hastası olan ya da işten dönüp başı beyni ağrıyıp patlayan bir insanın davul zurna ya da saz sesini dinlemek zorunda kalması normal bir şey değildir.