Dünya vâr olduğundan beri ölümsüz bir hayat istense bile maalesef olmadığı bilinen bir vakıadır. Yine yaşlılığı olmayan bir yaşam mevcut değildir. O zaman bu gerçeği kabullenip kafası çalışan herkesin geçici ve yalancı olan ne varsa onların esâretinden rûhunu ve bedenini kurtarması, nefis engelini aşarak mutlak vâr olan yüce Yaratıcıya teslim olarak O’na râm olması gerekir.
İnanan insan dâimâ içinde kıyâmet endişesi taşır ya da taşımalı ve; ‘Acaba benim ebedî kalacağım mekân nasıl bir yer olacak?’
‘Dünya denen şu yolculuğumun sonunda yüz akıyla Rabb’imin huzûruna gidebilecek miyim?’
‘Fâni hayâtımda sırâtı müstakîm yolunda yürüyebilecek ve bâkî olan hayâtıma beni ulaştıracak olan sırat köprüsünü sorunsuz geçebilecek miyim?’
‘Bir daha geri dönülmesi imkansız olan o âlemde ya âkıbetim hüsran olursa!...’ endişeleri taşımalıdır.
Bu endişeler ciddi bir imânın gereğidir.
“Eğer inkar ederseniz, gençleri ihtiyarlatan günden nasıl korunursunuz ?” (1)
“Ey inananlar! Sizi, mallarınız ve çocuklarınız Allâh'ı anmaktan alıkoymasın; böyle olanlar hüsrâna uğrayanlardır. (2) Kutsal hitaplara karşı çıkmak ne haddimize! O halde, “ kutsal kitap’ta belirtilen “o gün”ü aklımızdan çıkartmayarak yaşamak en akıllıca çözümdür.
“O muazzam gürültü, kıyâmet kopup geldiği zaman; O gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından, kaçar. O gün, herkesin kendine yeter derdi vardır. O gün bir takım yüzler aydınlıktır, gülmekte ve sevinmektedir. O gün birtakım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür. İşte bunlar inkarcı olanlar, Allâh'ın buyruğundan çıkanlardır.” (3)
“Güneş dürülüp ışığı kalmadığı zaman; Yıldızlar düşüp, söndüğü zaman; Doğurması yaklaşmış develer başıboş bırakıldığı zaman; Yabâni hayvanlar bir araya toplatıldığı zaman; Denizler kaynaştırıldığı zaman; Canlar bedenlerle birleştirildiği zaman; Kız çocuğun hangi suçtan ötürü öldürüldüğü kendisine sorulduğu zaman; Amel defterleri açıldığı zaman; Gök yerinden oynatıldığı zaman; Cehennem alevlendirildiği zaman; Cennet yaklaştırıldığı zaman; (O gün) İnsanoğlu önceden ne hazırladığını görecektir.” (4)
“İşte o gün, inkarcılara kolay olmayan zorlu bir gündür.” (5)
“Yıldızların ışığı giderildiği zaman, Gök yarıldığı zaman, Dağlar pamuk gibi atıldığı zaman, Peygamberlere ümmetleri hakkında şahitlik vakitleri bildirildiği zaman; Bu, hangi güne bırakılmıştı? Hüküm gününe bırakılmıştı. Hüküm gününün ne olduğunu sen nerden bilirsin? O gün yalanlamış olanların vay haline!” (6)
“O gün kalpler titrer. İnsanların gözleri yere iner. Derler ki: ‘Biz eski halimize mi döndürüleceğiz?’ ‘Ufalanmış kemik olduğumuz zaman mı?’ Derler ki: ‘O takdirde bu hüsran dolu bir dönüştür.’ Halbuki bir haykırıştan (sûr’un üfürülmesinden) ibârettir. Birdenbire hepsi kendilerini mahşerde buluverirler.” (7)
“O gün bir takım yüzler zillete bürünmüştür. Zor işler altında bitkin düşmüştür.
Yakıcı ateşe yaslanırlar. Kızgın bir kaynaktan içirilirler. Onlara acı, açlığı gidermeyen kötü kokulu (kuru) bir dikenden başka yiyecekleri yoktur. İnanmış olanların yüzleri, o gün, pırıl pırıldır. Yaptıklarından hoşnutturlar. Yüksek bir cennettedirler. Orada boş söz işitmezler.” (8)
O halde “o gün”ün endişesini ve sevincini içimizde hep taşımalıyız değil mi?
-------------
1- Müzemmil, 17
2- Münâfikun, 9
3- Abese, 32-42
4- Tekvir, 1-14
5- Müddesir, 9-10
6- Mürselat, 8-15
7- Nâziat, 8-14
8- Gaşiye, 2-11