Cenâbı Hakk’ın gönderdiği Peygamberlere ve semâvî kitaplara her devirde her mekanda ihtiyaç vardır. Zirâ bu vesilelerle insanlara bildirilen kutsî ölçüler, insanlara en doğru ve sağlıklı yaşam tarzını net biçimde göstermektedir. İnsan, doğru ile eğri arasındaki sınırları ortaya koyan, her türlü ihtilafta adâletli hükümler serdeden, dünya ve âhiret mutluluğunun hakikatine vardıran bu ilâhi düsturlarla kendine müstakim bir hayat çizgisi belirler.
Eski insanlar fıtrat üzereydiler. Îtikat ve amelde aklın gösterdiğini kabul ediyorlardı. Akılda ilâhi hidâyet olmazsa nefsin sultasına girebilir. İnsanın hayâtına dînî ahkam gelmeli ki gerçem erdeme erişebilsin. Doğru davranışlara kavuşabilsin.
Sâdece fıtrat, doğal olarak gelişen duygu ve hisler hidâyet ve doğruluk adına yeteli olmaz. Zirâ o, gizemli bir yapıdır belli bir kalıba tâbi tutulamaz. Akıl, insan hayâtını yönlendirme hususunda âcizdir. Her insanın aklı da farklıdır. Bazı seçkin kimseler, en doğru yolu idrak etme konusunda akıllarını doğru yolu idrak etmede müspet mânâda kullanırlar. Bunların sayısı azdır. Bâzı âlimler ortaya koydukları doğru prensipler için yıllarını harcamışlardır. İnsanların kendileri bu doğru yolu bulmaya çalıştıklarında çok çeşitli deneyimler yapmaları ve birçok hatalara, yanlışlıklara düşmeleri söz konusu olabilir. İşte hiçbir menfaat beklemeden dünya ve ahirette insanlar için en hayırlı olana, hak ve adâlet düzenine, evrensel kabul gören ahlâkî kurallara insan fıtratını ve aklını yönlendirmek için kâinâtın sâhibi yüce Yaratıcı Peygamberler ve Rasuller göndermiştir. Bu Allâhü Azûmüşşân’ın hikmetinin bir tecellisi olduğu gibi tüm inananlar için de bir lütuf ve rahmettir.
Cenâbı Hak insanların anlayış kusurlarını düzeltmiş, doğru zannedilen hususlardaki yanlış algılamaları kendi ilâhi ilmiyle ilâhi kitâbında açıklamıştır. Bütün semâvi kitaplar gibi en son gönderilen ilâhi kitab olan Kurân-ı Kerim’de: “ İşte kitâbımız, size karşı gerçeği söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınız kaydediyorduk.’ (Câsiye Sûresi âyet 29) ve yine: “ Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsra Sûresi, âyet 9-10) belirtildiği üzere Kur’ân-ı Kerim’de ‘Hak’ ile iç içedir. Her hak kitap ‘Hak’ üzeredir. İlâhi kitaplar ve ilâhi hitaplar insanları her zaman dosdoğru yola iletirler. İnsanların yalnızca kendi akılları, onların hal ve hareketlerini en doğru yola ulaştırmaya kâfi değildir. Onları doğru yola yönlendirmede ilâhi isteğin ve ilâhi hidâyetin etkisi kabul edilir bir gerçektir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliği düşünme ve araştırma yeteneğidir. Ancak aklı aşan hâdiselerin olduğu da bir vakıadır. İnsana düşen elinden geldiğince aklı hidâyetin emrine vermek ve yine aklı ilâhi emirlerin ışığı altında tutmaktır. Yanı sıra nefsi hevâ ve heveslerin önüne sermemektir. Bunlarla berâber hatâdan beri olan kitâbullâh’ın kânunlarına ve yalandan nâsibi olmayan Peygamber sünnetine tâbi olmak da gereklidir. İnsan kendine gönderilen ilâhi delilleri aklıyla kavrayıp fıtratıyla tasdik etmesi aklını kullandığının belirtisidir. Bu ilişkinin doğru bir zeminde yürüdüğü Peygamberlerin ve son Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa aleyhissalâtu vesselâm’ın çağrısına uyma isteğiyle ortaya çıkar. O zaman mü’min olarak, hidâyete tâbi olan bir kul olarak Allâh Azze ve Celle’ye îmân ve Peygamberin getirdiklerine sımsıkı sarılma arzusunu da berâberinde getirir.
Müslüman’a düşen vazife; yaşam mesajını doğru kavramak ve bu dünyâdaki rolünü iyi oynamaktır. Sâdece dille îman yetmez kalbî îmân gerekli. Bu da çaba, emek, salih amel, fedâkarlık ister. Nefsi hatâlardan arındırıp güzelliklerle süsleyene kadar mücâdeleye devam etmek şarttır. Zâten hayat bir mücâdele alanı değil midir? Bu süreçte insanlar iyilik ve takva üzere birbirleriyle dayanışma içinde olmaları kendi yararlarınadır. Yine bu süreçt dünyâ câzibesine aldanmadan, şeytana uymadan, gaflete dalmadan yaşamak kendi menfaatleri icâbıdır. Ebedî saadeti ve bâki ahireti umarlar için ameller ihlasa işlenmeli, doğru davranışların muhafazası için elden gelen hassasiyet gösterilmeli ve her işte Allah ( c.c) rızası gözetilmelidir vesselam. Ancak bu şekilde İslâm’ın izzeti gerçekleşir ve düşmanla mücâdele edilebilir.
Müstakim bir hayat çizgisinde hep berâber hayır üzere yaşamak dileğiyle hoşçakalın efendim. Saygılar…
Eski insanlar fıtrat üzereydiler. Îtikat ve amelde aklın gösterdiğini kabul ediyorlardı. Akılda ilâhi hidâyet olmazsa nefsin sultasına girebilir. İnsanın hayâtına dînî ahkam gelmeli ki gerçem erdeme erişebilsin. Doğru davranışlara kavuşabilsin.
Sâdece fıtrat, doğal olarak gelişen duygu ve hisler hidâyet ve doğruluk adına yeteli olmaz. Zirâ o, gizemli bir yapıdır belli bir kalıba tâbi tutulamaz. Akıl, insan hayâtını yönlendirme hususunda âcizdir. Her insanın aklı da farklıdır. Bazı seçkin kimseler, en doğru yolu idrak etme konusunda akıllarını doğru yolu idrak etmede müspet mânâda kullanırlar. Bunların sayısı azdır. Bâzı âlimler ortaya koydukları doğru prensipler için yıllarını harcamışlardır. İnsanların kendileri bu doğru yolu bulmaya çalıştıklarında çok çeşitli deneyimler yapmaları ve birçok hatalara, yanlışlıklara düşmeleri söz konusu olabilir. İşte hiçbir menfaat beklemeden dünya ve ahirette insanlar için en hayırlı olana, hak ve adâlet düzenine, evrensel kabul gören ahlâkî kurallara insan fıtratını ve aklını yönlendirmek için kâinâtın sâhibi yüce Yaratıcı Peygamberler ve Rasuller göndermiştir. Bu Allâhü Azûmüşşân’ın hikmetinin bir tecellisi olduğu gibi tüm inananlar için de bir lütuf ve rahmettir.
Cenâbı Hak insanların anlayış kusurlarını düzeltmiş, doğru zannedilen hususlardaki yanlış algılamaları kendi ilâhi ilmiyle ilâhi kitâbında açıklamıştır. Bütün semâvi kitaplar gibi en son gönderilen ilâhi kitab olan Kurân-ı Kerim’de: “ İşte kitâbımız, size karşı gerçeği söylüyor. Çünkü biz yapmakta olduklarınız kaydediyorduk.’ (Câsiye Sûresi âyet 29) ve yine: “ Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsra Sûresi, âyet 9-10) belirtildiği üzere Kur’ân-ı Kerim’de ‘Hak’ ile iç içedir. Her hak kitap ‘Hak’ üzeredir. İlâhi kitaplar ve ilâhi hitaplar insanları her zaman dosdoğru yola iletirler. İnsanların yalnızca kendi akılları, onların hal ve hareketlerini en doğru yola ulaştırmaya kâfi değildir. Onları doğru yola yönlendirmede ilâhi isteğin ve ilâhi hidâyetin etkisi kabul edilir bir gerçektir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran özelliği düşünme ve araştırma yeteneğidir. Ancak aklı aşan hâdiselerin olduğu da bir vakıadır. İnsana düşen elinden geldiğince aklı hidâyetin emrine vermek ve yine aklı ilâhi emirlerin ışığı altında tutmaktır. Yanı sıra nefsi hevâ ve heveslerin önüne sermemektir. Bunlarla berâber hatâdan beri olan kitâbullâh’ın kânunlarına ve yalandan nâsibi olmayan Peygamber sünnetine tâbi olmak da gereklidir. İnsan kendine gönderilen ilâhi delilleri aklıyla kavrayıp fıtratıyla tasdik etmesi aklını kullandığının belirtisidir. Bu ilişkinin doğru bir zeminde yürüdüğü Peygamberlerin ve son Peygamber Hazreti Muhammed Mustafa aleyhissalâtu vesselâm’ın çağrısına uyma isteğiyle ortaya çıkar. O zaman mü’min olarak, hidâyete tâbi olan bir kul olarak Allâh Azze ve Celle’ye îmân ve Peygamberin getirdiklerine sımsıkı sarılma arzusunu da berâberinde getirir.
Müslüman’a düşen vazife; yaşam mesajını doğru kavramak ve bu dünyâdaki rolünü iyi oynamaktır. Sâdece dille îman yetmez kalbî îmân gerekli. Bu da çaba, emek, salih amel, fedâkarlık ister. Nefsi hatâlardan arındırıp güzelliklerle süsleyene kadar mücâdeleye devam etmek şarttır. Zâten hayat bir mücâdele alanı değil midir? Bu süreçte insanlar iyilik ve takva üzere birbirleriyle dayanışma içinde olmaları kendi yararlarınadır. Yine bu süreçt dünyâ câzibesine aldanmadan, şeytana uymadan, gaflete dalmadan yaşamak kendi menfaatleri icâbıdır. Ebedî saadeti ve bâki ahireti umarlar için ameller ihlasa işlenmeli, doğru davranışların muhafazası için elden gelen hassasiyet gösterilmeli ve her işte Allah ( c.c) rızası gözetilmelidir vesselam. Ancak bu şekilde İslâm’ın izzeti gerçekleşir ve düşmanla mücâdele edilebilir.
Müstakim bir hayat çizgisinde hep berâber hayır üzere yaşamak dileğiyle hoşçakalın efendim. Saygılar…