Bu günlerde genelde dini konular, özelde ramazanla ilgili yazılarda ve konuşmalarda özellikle İslamcı yazarların (ben dahil) şöyle bir tavrı var; sanki hitap ettiği kitle hemen elinden kayıverecek, elinden çıkıp gidecek veya dinden imandan olmasa da ibadetten-taattan uzaklaşıverecek gibi bir korkuyla konular işleniyor.
Gerçi bu konuda haksızda değiller hani. Meseleye kendi nefisleri açısından da baktıkları zaman aynı tehlikeyi sezebiliyorlar. Bu kadar fitne-fücur ortamında; televizyonlarla, internetle, hele hele akıllı cep telefonlarıyla etrafı sarılmış insan, korkmakta haklı tabi. Bir de toplumun kahir ekseriyetinin dindar geçinip te her türlü din dışı işi yaptığı bir ortamda herkes birbirinden endişe duyduğu gibi, kendinden bile endişe duyar bir duruma gelebiliyor.
Bakarsın tv deki bir maç bir vakit namazı götürebiliyor. Bir dizi sıl-ı rahim’e engel olabiliyor, çok hayırlı bir toplantıya mani olabiliyor. Cep telefonundaki cart-curtlar ; dersle, işle, hayatla, evle-eşle ilişkiyi kopartabiliyor.
Onun için böyle ramazan gibi önemli bir zaman dilimi, mübarek ayı görünce hemen alelacele vaaza veya kaleme sarılıp birbirimizi uyarma, uyandırma telaşına kapılıyoruz.
Ancak bu çabamızın ve tarzımızın bazı yanlış veya eksik yönleri var. Bunlardan birincisi kendimiz çalıp, kendimiz oynuyoruz. İkincisi bu kadar konuyu sıkıştırıp sade okuma veya dinleme üzerine yoğunlaştırdığımız zaman insanlar pek ilgilenmiyorlar. “ Haa şu mesele mi?...” “Şu bizim abimiz mi, zaten ne söyleyeceğini biliyoruz” gibi müstağni davranma söz konusu oluyor. Yani hiçbir şeye, hiç kimseye ihtiyacı yok. Her şeyi biliyor her şeyden haberdar.
Bir de fikri anlamda kozmopolitleşmiş toplumlarda en çok görülen tehlikeli hastalıklardan biri de (koronadan yüz kat daha tehlikeli) şirke benzer bir yapının yavaş yavaş oluşmasıdır. Özellikle ibadetlerin uygulanmasında kendini gösteren bir hastalıktır. Dikkat edilirse şirktir demiyorum. Çünkü o başka! O çok zor ve tehlikeli bir vebal olur. Ancak benzeme yönüyledir, kast ettiğimiz. Adam hem namaz kılıyor hem faiz alıp veriyor. Mesala televizyonda hoca efendi dini sohbet yapıyor, ama program sponsorluğunu banka üstlenmiş. Bir diğeri Türkiye’nin en çirkef televizyonunda dini program yapıyor. Hoca efendinin konuşmasının tam ortasında müstehcen kadın reklamı yapılıyor. Kefen satan hayasız din tüccarlarını hiç saymıyorum bile.
Böyle bir ortamda çoğu kez biz emri bil mağruf yapıyoruz, ama nehyi anil münker yapmıyoruz. Ramazanın bereketlerini anlatıyoruz, ama ortada ki kötülüklere mani olamıyoruz halbu ki “def- i mefasit, çelbi menafitten evladır.” Yani kötlüğü engellemek yok etmek, iyiliği söylemekten önce gelir
Hem o olsun, hem bu; olmaz. Kendi kafamızdan din olmaz. Toplumun oluruna büyüklerin hatırına din olmaz. Din Allah’ındır, “Dikkat edin halis din Allah’ındır.” Dini yalnız Allah’a has kılarak yaşamalıyız. Katışıksız, saf islamı sürekli ama sürekli hatırlatıp durmalıyız. İmanda safiyet, itikatta ve amelde safiyet… Berrak sularda yıkanmak dileği ile…