“Mustafa Necati Sepetçioğlu, eserlerinde zamanda kesinti olmaksızın devamlılığı esas aldığı için tarihî romanlarında da çağlar arasında bir söyleşiyi gerçekleştirmiştir” Prof. Dr. Hülya Eraydın Argunşah
“Tarihî romanların büyük yazarı Mustafa Necati Sepetçioğlu, 8 Temmuz’da Hakk’a yürüdü...
Zamanın dayatmalarına boyun eğmemiş, popülere karşı eğilip bükülmemişti. Cevherli haysiyetli insandı.
Büyüklüğü sadece, edebî şahsiyetinden değil, ilkelerini, ülküsünü hayata taşıyış ve yaşayış biçimindendi.
Müslümanlığını ve Türklüğünü gururla şerefle derûnuna geçirenlerdendi. Bir cürüm gibi, utançla saklayanlardan, ilk fırsatta ezip çiğneyenlerden değil…
Her attığı adımda “değişim/dönüşüm” diyen, artık şeklini bile kaybetmiş bukalemun ve dönme dolaplardan; modern sığ(ır)lıklardan; türünü nihayet bulmuş, sevinçle ürüyüp duran “kangal azîzlerinden”; Avrupa tuvaletlerindeki “zâdelerin”, asaletli “BAŞ” yalayıcılarından; edebiyat sanat kültür ağızlarındaki yâve(lik)lerden, “Bay(an) lâşey’lerden”; artık “Arafta” bile değil, Ermeni döşeklerine çakılmış kahpe(lik)lerden; “dinler bahçesi, dialog” diyerek, kalbini çoktan hiçbir kutsalın barınamadığı mezbeleliğe dönüştürmüş “çorbacı” yoldaşlarından, ruhunu açık artırmaya koymuş inanç geveleyicilerinden… bu ülkenin gittikçe çürüyen, düz ovada avlanan “KEK(lik)” manzarası veren, bir türlü ergenlikten çıkamamış, tersinden bir dev(i)rime, millî şahsiyetini ifnâya yeltenmiş “düzen(baz) er(kek)liğinden” çok uzaktaydı elbette.
İşte o yüzden de, benzerleri gibi suçluydu. Unutturulmalı, horlanmalıydı... İtham edilmeli, defterden silinmeliydi.
…
Romanlarında gönül adamlarını devreye soktu… “Malazgirt ruhu” dedi.
Ecdadına, mukaddesatına bir türlü söv(e)medi. Bu milletin, bu toprağın örfünü kültürünü; her neferini, her birimini içtenlikle halisiyetle sahiplendi.
Hâlbuki yazdıkları ve kişilikleri baştan ayağa “küfür” olanlar onu tanımayacak, ölmeye yatıracaktı.
Meydan, erlerin değil sinerlerindi. Ölümü gülistanlaştıranların değil, Cenneti bile “dünya mahallesinin” bir çöplüğüne çevirenlerindi.
Geniş ufukluların değil, aparılmış bir damla düşüncede deniz zannıyla -görgüsüzce- boğulanların, kafasını yedirmiş çağcıl devşirmelerindi.
Meydan; aslan celâdetiyle kükreyenlerin değil, şamatacı tavuk göğüslülerin; sivilceden kahramanların, bataklık müdavimi yağız sineklerin; nura, ziyaya, yepyeni bir dünyaya karşı -gönülsüzce- geviş getiren dingildeklerindi.
Meydan.. kaltabanların, özgür yama(lık)ların ve muannit yanaşmalarındı.
“Romanım Türk milletinin destanıdır…. Bir bedenin ruhunu arayışı gibi bir beden ruh kavuşmasında Türk ve İslâm bütünleşti; bu bütünleşmeye bir vatan gerekiyordu. Anadolu ve Rumeli topraklarımız bunun üzerine vatanlaştı. Bu destanı anlatmak insanı yorar mı hiç?” diyen vakarlı, seçkin Er’in hür sesi sustu.
Ona semadan davet vardı. Şüphesiz dünya çok üzüyor, yoruyordu.
Eserleriyle “Karanlıkta –sayısız- Mum Işığı” yakmıştı. Muhabbetle, “Üçler Kırklar Yediler’in”, ulu erenlerin nefesini dile getirmişti. Selçuklu Osmanlı “özünü”, İslâm’ın âbıhayat muştusunu dillendirmişti.
“Dünkü Türkiye, Bugünkü Türkiye” dizisi; ondan feyizlenen, beslenen diri nesillerce, kudretli “Yarınki Türkiye” olarak, azîmle tâzimle yazılacak çizilecekti.
O şimdi artık.. sevdikleriyle dinlenecekti.” (Hüzeyme Yeşim Koçak, Ey Ruh(um) Geldinse Masaya Vur
…
“Mustafa Necati Diye Bir Er” isimli bu yazıyı 2007’de kaleme almışım.
Ne mutlu ki seneler sonra onu bir programla anma bize, TYB Konya Şubesi’ne nasip oldu.
Prof. Dr. Hülya Eraydın Argunşah’ın konuk olduğu, “Asrımızın Dede Korkut’u Mustafa Necati Sepetçioğlu” programından bahsediyorum. Hülya Hanımefendi içtenlikle sorularımızı cevaplandırdı, büyük bir vukufiyetle bizi aydınlattı. Kendisine müteşekkiriz.
Tarihî romanlarımızın bu müstesna isminin, güzide edebiyatçımızın ruhu şad, mekânı Cennet olsun.