Diyanet İşleri Başkanlığı birkaç yıldır bir plan ve bir proje dâhilinde Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün sağlanması için çalışmaktadır. Bunun için bir dizi strateji geliştirmektedir. Bu sebepten dolayı söz konusu kuruma teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dileriz.
Taraf Gazetesi yazarlarından biri, geçen ayda “Müslüman Zihin Bütünlüğü” ne demek? diye yazısında sormaktadır. Böyle bir şey söz konusu olur mu? diye meseleyi sorgulamakta ve yadırgamaktadır.
Gayrimüslim zihin bütünlüğü, laik insan, liberal insan, demokrat insan, materyalist insan, ateist insan zihin bütünlüğü oluyor da Müslüman zihin bütünlüğü neden olmasın? İdeolojik zihniyet, Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün olmasını bırakın, bu kavramı duymak bile istemediğini söz konusu gazetenin yazarının yazısından anladık.
Müslüman zihin bütünlüğü de olur, İnsanın zihin bütünlüğü olmazsa hedefine ulaşması mümkün olmaz. Nitekim Batı, bu yüzden bin yıl ortaçağ karanlığında kalmıştır. Ne zaman Batı’da zihin bütünlüğü oluştu o zaman reform ve Rönesans gerçekleştirmiştir. Müslüman zihin bütünlüğü dağılınca da Tanzimat gerçekleşmiş ve taklit devri başlamıştır, halen devam etmektedir.
İşte Diyanet İşleri Başkanlığı, bunun bilincinde olduğu için birkaç yıldır bir plan ve bir proje dâhilinde çalışmakta ve bir dizi strateji geliştirmektedir. Unutmayalım ki öncelikli olarak Müslüman zihin bütünlüğünü sağlamak Diyanet’in asli görevidir.
Laik devlet, dini, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle kontrol ettiği için şimdiye kadar Müslüman zihin bütünlüğü üzerinde durulamamıştır. Dünyanın yavaş yavaş demokratik düzene geçmesi ve dine yönelmesi sonucu bu kapı aralanmıştır.
Müslüman’ın hem Müslüman olması ve hem de laik olması Müslüman zihninin dağınık olması demektir. Yani Müslüman’ın İslam’ı bir bütün olarak algılamaması demektir. Nitekim bazı idareciler, bazı ilim adamları, bazı müfessirler, İslam’ın yalnız itikat, ahlak ve ibadet kısmını kabul etmektedirler. Muamelat kısmını yani faiz, recm ve teaddüdi zevcât gibi hükümlerini tarihi perspektiften bakarak, “O tarihte belli bir kavim için geçerlidir” diyerek reddetmektedirler. Hâlbuki İslam, itikat, ibadet, muamelat, ukubat ve münakehattan ibarettir. Kapitalist düzenin bir sömürü düzeni olduğunu her aklıselim kabul etmektedir. Zinanın insanın ruhunda ve toplum hayatında açtığı yaralar bilimsel olarak ortaya konmuştur.
İslam bir bütündür, ya tam kabul edilir veya hiç kabul edilmez, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, Müslüman zihin bütünlüğünün olmaması anlamına gelir.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman Allah Teâlâ (c.c.), İslam’ın bir bütün olarak kabul edilmesini istemektedir; aksi halde imanın geçersiz olacağını ifade etmektedir. Şöyle buyurur: …“Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?.. ( Bakara:85)
Diğer ayeti kerime’de ise şöyle buyrulmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah iştir ve bilir.” (Bakara:256)
Tâğûttan maksat, kendine göre helal ve haram ortaya koyan ve hesabı reddeden beşeri ideolojilerdir. Kapitalizm gibi beşeri ideolojileri reddettikten sonra Allah’a iman geçerli olan imandır; aksi halde geçersizdir. Söz konusu ayet-i kerime’de ifade edildiği gibi, dileyen iman eder, dileyen iman etmez; işte hürriyet budur. İman eden insanın zihin bütünlüğünün önündeki bütün engeller de bir prangadır. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı “Müslüman Zihin Bütünlüğü” derken bu prangaları kastetmektedir.
Bu görev yalnız söz konusu kurumun görevi değildir, Milli Eğitim Bakanlığı’nın da görevidir; diğer kurumların da görevidir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün sağlanmasında en büyük engeldir. Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda üzerine düşen görevi yerine getireceğine ve yeni anayasa çalışmalarında bu konuyu dile getireceğine inancımız sonsuzdur. Yeni Anayasa’da söz konusu kanun yer almamalıdır; alırsa Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün önündeki en büyük pranga kalmış olacaktır, demektir.
Bunların yanında Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün sağlanması için imanın sürekli olması gerekir. Yani imanda sebat etmek gerekir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” Nisâ:136
Taraf Gazetesi yazarlarından biri, geçen ayda “Müslüman Zihin Bütünlüğü” ne demek? diye yazısında sormaktadır. Böyle bir şey söz konusu olur mu? diye meseleyi sorgulamakta ve yadırgamaktadır.
Gayrimüslim zihin bütünlüğü, laik insan, liberal insan, demokrat insan, materyalist insan, ateist insan zihin bütünlüğü oluyor da Müslüman zihin bütünlüğü neden olmasın? İdeolojik zihniyet, Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün olmasını bırakın, bu kavramı duymak bile istemediğini söz konusu gazetenin yazarının yazısından anladık.
Müslüman zihin bütünlüğü de olur, İnsanın zihin bütünlüğü olmazsa hedefine ulaşması mümkün olmaz. Nitekim Batı, bu yüzden bin yıl ortaçağ karanlığında kalmıştır. Ne zaman Batı’da zihin bütünlüğü oluştu o zaman reform ve Rönesans gerçekleştirmiştir. Müslüman zihin bütünlüğü dağılınca da Tanzimat gerçekleşmiş ve taklit devri başlamıştır, halen devam etmektedir.
İşte Diyanet İşleri Başkanlığı, bunun bilincinde olduğu için birkaç yıldır bir plan ve bir proje dâhilinde çalışmakta ve bir dizi strateji geliştirmektedir. Unutmayalım ki öncelikli olarak Müslüman zihin bütünlüğünü sağlamak Diyanet’in asli görevidir.
Laik devlet, dini, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle kontrol ettiği için şimdiye kadar Müslüman zihin bütünlüğü üzerinde durulamamıştır. Dünyanın yavaş yavaş demokratik düzene geçmesi ve dine yönelmesi sonucu bu kapı aralanmıştır.
Müslüman’ın hem Müslüman olması ve hem de laik olması Müslüman zihninin dağınık olması demektir. Yani Müslüman’ın İslam’ı bir bütün olarak algılamaması demektir. Nitekim bazı idareciler, bazı ilim adamları, bazı müfessirler, İslam’ın yalnız itikat, ahlak ve ibadet kısmını kabul etmektedirler. Muamelat kısmını yani faiz, recm ve teaddüdi zevcât gibi hükümlerini tarihi perspektiften bakarak, “O tarihte belli bir kavim için geçerlidir” diyerek reddetmektedirler. Hâlbuki İslam, itikat, ibadet, muamelat, ukubat ve münakehattan ibarettir. Kapitalist düzenin bir sömürü düzeni olduğunu her aklıselim kabul etmektedir. Zinanın insanın ruhunda ve toplum hayatında açtığı yaralar bilimsel olarak ortaya konmuştur.
İslam bir bütündür, ya tam kabul edilir veya hiç kabul edilmez, bir kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek, Müslüman zihin bütünlüğünün olmaması anlamına gelir.
Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman Allah Teâlâ (c.c.), İslam’ın bir bütün olarak kabul edilmesini istemektedir; aksi halde imanın geçersiz olacağını ifade etmektedir. Şöyle buyurur: …“Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?.. ( Bakara:85)
Diğer ayeti kerime’de ise şöyle buyrulmaktadır: “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah iştir ve bilir.” (Bakara:256)
Tâğûttan maksat, kendine göre helal ve haram ortaya koyan ve hesabı reddeden beşeri ideolojilerdir. Kapitalizm gibi beşeri ideolojileri reddettikten sonra Allah’a iman geçerli olan imandır; aksi halde geçersizdir. Söz konusu ayet-i kerime’de ifade edildiği gibi, dileyen iman eder, dileyen iman etmez; işte hürriyet budur. İman eden insanın zihin bütünlüğünün önündeki bütün engeller de bir prangadır. İşte Diyanet İşleri Başkanlığı “Müslüman Zihin Bütünlüğü” derken bu prangaları kastetmektedir.
Bu görev yalnız söz konusu kurumun görevi değildir, Milli Eğitim Bakanlığı’nın da görevidir; diğer kurumların da görevidir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün sağlanmasında en büyük engeldir. Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda üzerine düşen görevi yerine getireceğine ve yeni anayasa çalışmalarında bu konuyu dile getireceğine inancımız sonsuzdur. Yeni Anayasa’da söz konusu kanun yer almamalıdır; alırsa Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün önündeki en büyük pranga kalmış olacaktır, demektir.
Bunların yanında Müslüman Zihin Bütünlüğü’nün sağlanması için imanın sürekli olması gerekir. Yani imanda sebat etmek gerekir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab’a iman (da sebat) ediniz. Kim Allah’ı meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır.” Nisâ:136