Hayat, imtihanlar üzerinde yükseliyor. Bir bakıma sıratımız dünyadadır.
Duran Çetin’in yeni romanı Muhteşem Yükseliş, kaçınılmaz olan bu hayatî süreci, yeryüzünün çileli hikâyesini; özellikle günümüz dindarlarının modernlikle, yeniçağ baskılarıyla sınanması üzerinden anlatıyor.
Tarihler, yaşantılar çeşitli olsa bile, insanoğlunun fıtratı ve imtihanlar değişmeyecektir. Rafet’in sözleriyle gerçek dile getirilir:
“İnsanlar değişik imtihanlardan geçer. Kimisi mal ile kimisi dünyalık ile kimisi şöhret ile kimisi makam ile kimisi sağlık ve hastalık ile hâsılı kelam insanlar bir şeylerle mutlak imtihan edilirler. Önemli olan bu imtihanı başarmaktır.” (sh. 173)
Garsonluktan, tantanalı bir çıkışla, nüfuzlu seçkinlerin arasına giren Basri Ağa’nın düzeni farklılaşmış, gözü mânâdan maddeye doğru çevrilmiştir. Kazanç, kuvvet onun bütün zihniyet ve hedeflerini değiştirecektir.
İş düşkünüdür, hırslıdır, başarılarını muhakkak katlayacaktır. Teşhirden, gösterişten hoşlanır, sürekli “önemli adam” olduğu vurgusu yapar. Cefakâr karısı Nazife’yi irdeler beğenmez.
Basri Bey, gençleşme tutkusuyla, çağdaş bir imaj verme kaygısını çevresine, çalıştırdığı elemanlara da yansıtır. Mesela sekreteri Elife, başörtülü olmasına mukabil; patronunun emriyle, işe ilk girdiği zamanlardaki sade giyimini atıp, bambaşka bir hâlet ve görünüme bürünecektir.
Aslında roman boyunca, içle dış dünyası arasında çatışma yaşadığına şahit olduğumuz Basri Ağa; bütün gayretlerine, belli kesimler tarafından ödüllendirilme ve mevki edinme amacına çabasına rağmen, arzu ettiği yerde tutunamaz.
Muhteşem Yükseliş de, Rafet ve Sami; Müslüman’ca bir dikkatin içinde olan, yozlaşmamış, inançlı, kanaatkâr, vefakâr Anadolu insanını temsil ederler.
Eşi Nazife Hanım, sağduyulu, olgun, çilekeş bir kadındır. Köklerini unutmamıştır, Basri’nin olumsuz telkinlerine, menfî bir gidişata karşı direnir. Zor zamanların insanıdır.
Basri Ağa’nın çocukları Burhan ile Sena, uyanık, şuurlu gençlerdir. Aile reisini ikaz edip, usulüyle eleştirirler; muhasebesini yaptıkları, sevgi yüklü, babalarının ruhen kalben onlara katıldığı, örnek olduğu eski güzel günleri özlerler.
Akıcı, sürükleyici bir dile sahip olan yazar, romanına şanlı bir geçmişle kurduğu köprüyle Salebe, Ebû Zer-i Gıfâri, Behlül Dânâ gibi isimleri, İslâm tarihinden bazı mümtaz şahsiyetleri de katarak hem anlatıyı zenginleştirir ve hem de bir duruş, hareket denge noktası yakalayarak “gerçek yükselişi” hissettirir.
Kitap bize büyürken küçülmenin, muktedirken acizliğin; zenginken yoksulluğun da boy atabileceğine, göreceli bir duruma işaret eder.
Tahterevalli gibi iner çıkar, kaydırak gibi kayarız. Mesele oyun yeri bu dünyada, kimin neyin kuklası olduğumuzdur. Nitekim Basri Ağa’nın yükselişi de esasen bir iniş, tükeniştir.
Ayrıca eserde söylem eylem tezadına; “kutlu bilgiyi” hayatımızdan çıkarıp, kullanamayışımıza; yolun önemine temas edilir. Basri Bey, hakikati bilmez, dinî hayat ve muhitin uzağında olan bir kişi değildir. Ama tuttuğu istikamet, tatbikatı zorlaştırmıştır.
Zikzaklı hayat çizgilerimiz, sapışlarımız bir beşeriyet vakıası. Duran Çetin, umudunu, insan için iyimserliğini hep korur. Kahramanlarını anlamaya çalışır, düşenlerin tekrar elinden yapışır.
Sonunda kuyulardan, bataklıklardan yukarı çıkabiliriz; yeter ki isteyelim. Kutlu bir İp, her zaman uzanabilir. Ya da imtihanımızın muhtelif aşamaları, durakları vardır.
Gelgitlerinin, çırpıntılarının devam etmesine rağmen Basri Ağanın bir akşam hissettiği “toprak kokusu”; onu zengin mazisi ve aslî iç hayatıyla buluşturan bir yenileşme, aydınlanma ânının başlangıcı olarak, ezelî çağrıyı tekrar duyuracaktır.
Üretken, öykü, masal kitapları da olan başarılı bir yazardan; uyarıcı, toprak kokulu, davetkâr bir roman.
Duran Çetin, Muhteşem Yükseliş, Karatay Akademi Yayınları, 2013