Ülkemizde belki en başından beridir görünürde ırkçı kapitalizmin karşısında yer aldığı düşünülen muhafazakâr düşünce sahiplerinin yaşanan baskıcı 12 Eylül ihtilali ve 28 Şubat post modern darbesinden sonra kurulu laik düzeni savunur hale gelmesi bazı kişiler için kabul edilmesi ve anlaşılması kolay olmuştur.
Ancak ırkçı kapitalizmden gayri meşru olarak türeyen muhafazakâr düşüncenin temelinde toplumları ayrıştırıcı bir ideolojinin olması zaman içinde bir takım rahatsızlıklara sebep olmuştur.
Irkçı kapitalizm ve muhafazakârlık düşüncesi bu ayrıştırıcılığı toplumun her kesimine uzun sayılabilecek bir zaman dilimi içinde ve yavaş yavaş zerk ediyor olması sonunda insanlar başta savundukları düşüncelerin tam aksini savunur hale geldiklerinin farkına bile varamaz hale gelmektedir.
Bu farkına varmazlık hatta aymazlık derecesine varan ilgisizlik sadece inanç ve fikir düzeyinde kalmıyor.
Kişilerin içinde yaşadıkları toplumun uzun yıllar içinde elde ettiği kültürel yapı başta olmak üzere ekonomik ve siyasal yapıda egemen güçler yapılan değişiklikler bile kişilerin ilgisi dışında kalabiliyor.
Aslında işbaşındaki siyasal gücün iktidarının kapitalist demokrasiden faşizme evirilmesi ile kapitalist ekonomik düzenin dini bir yapıya evirilmesi bile çok fark etmiyor bu muhafazakâr toplum yapısı için.
Adının muhafazakâr olması nedeniyle kurulu düzeni savunmaktan başka bir amaç taşımama şekline dönüşen tavrı başlatan, oluşturan, destekleyen ve toplum içinde sayısal olarak artması için iktidarın nimetlerini bu uğurda pervasızca kullanmaktan çekinmeyenlerin oligarşik ırkçı, otoriter dinci veya gerici ya da ayrılıkçı kimlik siyaseti güden siyasal akımlar olması da menfaat bölüşümü açısından da bir sorun oluşturmamaktadır.
Adları farklı olsa da aslında toplumun ekonomik birikimleri açısından tam anlamı ile bir sömürü olan siyasi rejimlerin bu sömürülerini perdelemelerinden başka bir şey değildir az gelişmiş ülkelerde.
Bilgiyi öncelemek ve işbaşındakileri sorgulamak yerine kurulu düzenin demagogluğuna soyunan muhafazakâr kesimi daha iyi anlata bilmek için yine bilinen bir hikâyeyi hatırlatacağız sizlere.
Adı telaffuz edilmeyen bir ülkede üç kişi giyotinle idama mahkûm olurlar.
Üç kişiden biri din görevlisi, biri hukukçu, biri de teknik elemandır
İdam sehpasına din görevlisi çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirirler ve sorarlar:
– Son sözün nedir?
Der ki:
– Ben yaratıcıya inanıyorum, O beni kurtaracaktır.
Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
– Onu serbest bırakın; yaratıcı sözünü söylemiş ve onu korumuştur.
Böylece din görevlisi idam edilmekten kurtulur ve sıra hukukçuya gelir, ona da sorarlar:
– Söylemek istediğin en son söz nedir?
Der ki:
– Ben din görevlisi gibi yaratıcıya inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum.
Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala yine durur.
Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:
– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.
Böylece hukukçuda boynunun vurulmasından kurtulur...
Sıra teknik elemandadır ve ona da
– Son sözünü söyle derler.
– Ben ne yaratıcıya inanan bir din görevlisiyim, ne de adalete güvenen bir hukukçu.
Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece teknik elemanın başı vurulur.
Şimdi düşünme sırası ve toplumdaki düğümlerin varlığını işaret etmek bir tarafa o düğümleri çözebilmek için sorunların çözüm yollarını ifade etmek sırası sizde olsa bu görevi yerine getirebilir misiniz?
Ya da sorunların varlığını söylemenin acı sonuçlarını göze alabilir misiniz?
İçinde yaşadığı topluma tüm gerçekleri açıkça söylemeye ancak cesareti olanlar ve bedel ödemeyi göze alanlar söyleyebilir diyoruz ya her platformda.
Muhafazakâr demokratik kapitalizmin uygulandığı bir ülkede bunu yapacak kaç muhafazakâr tanıyorsunuz acaba?