Kıymetli okurlar, sene boyu hasretle beklediğimiz, on bir ayın sultânı mübârek Ramazan ayında, yine ne yazık ki sona yaklaştık ve bu son yazımız. Üzgünüz, hüzünlüyüz ancak her şeyin başlangıcı olduğu gibi elbette bir sonu da oluyor, sayılı günler çabucak tükeniyor. Bizler kıymetine paha biçilemeyen bu bereketli aydan elimizden geldiğince, beden sıhhatimiz elverdiğince istifâde etmeye gayret ettik, Rabb’im tuttuğumuz oruçları ve sâir ibâdetlerimizi katında kabul ve makbul kılsın inşallah. Affedilmiş, bağışlanmışların, cenneti hak edenlerin zümresine bizleri de, dâhil etsin inşallah.
Bu Ramazan, Konyâ’nın mânevî mimârı Mevlâna hazretlerinin ‘Divânı Kebîr’inden istifâde ederek size, yapılan ibâdetlerin hikmet boyutunu, farklı bakışlarla serdetmeye çalıştık. Öncelikle şahsımız adına çok istifâdeli oldu, umarız sizler için de öyle olmuştur. Buyurun başlayalım;
“Ey gönül! Oruçlu iken Allâh’a misafirsin; sana gökyüzü sofrası yakışır!
Sen, bu mübârek ayda cehennemin kapısını kapadın! Böylece sen, cennetten binlerce kapı açarsın!
Topraktan, ateşten, sudan, rüzgârdan dikilmiş olan beden hırkasını çıkar, at!
Can, aşkın kapısına geldi de; ‘Beni affet; sen, özürlerin canısın!’ diye yalvardı!
‘Ey aşk!’ diye sızlandı. ‘Bu ayda özrümüzü kabul et; hata ettik!’
Aşk da, gülerek cana dedi ki: ‘Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!
Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve ümidin hastasısın!
Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine gelmeyesin!’
Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü onun gözü, canlara can katar!” (Divan-ı Kebir"den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1326)
Şimdi de, şerhlerine başlayalım;
‘Ey gönül, sana gökyüzü sofrası yakışır.’ Burada oruç tutan kişiye seslenilerek, eğer sen elini-dilini-gözünü koruyarak orucunu tutarsan, o zaman sana gökte sofra kurulur. Yerlerin ve göklerin sâhibi Cenâbı Hak olduğuna göre, sen Rahmân’ın misafirisin, demektir.
‘Sen cehennem kapılarını kapadın.’ Sen ruhen ve bedenen oruç tuttuğun için günah yollarını kapaman sebebiyle, Allah Teâlâ’da sana cehennem kapılarını kapatıp, cennet kapılarını açtı. Unutma, her günah senin için cehennem, her hayır, iyilik ve sevap senin cennetindir.
‘… Beden hırkasını çıkar at.’ Sen ki, toprak-su-ateş ve havadan meydana gelmişsin. O vakit yaratılışında vâr olan topraktan gelen çoraklığını, sudan gelen yalan-dolanı, ateşten gelen öfke ve kini, havadan gelen dönek ve kişilik bozukluklarını bırak, at ki, hakikate eresin.
‘Can aşkın kapısına geldi, özür diledi.’ Can geç kaldığı için aşkın kapısına geldi, özür diledi. Dünya onu oyaladı, hakikat yerine hayallerle vakit geçirdiği için. En sonunda can anladı ki, özürlerin canı sensin. Yâni hakikat sende imiş de, göremeyen benmişim diye… İşte orucu, bu şekilde görmeyi bize lütfeden Cenâbı Hakk’a hamdolsun.
‘Ey aşk! Diye sızlandı.’ Sızı bilindiği üzere, acıdan kaynaklanır. İnsanın içinde acısı olursa, o sızlanır yâni bu acılardan maksad, yalan-dolan, gıybet-zan gibi günah acıları, insanın yüreğini sızlatır. Aslında insan orucun hakikatine erişince, ne kadar boş yaşadığını idrak eder, hatâsının farkına varır. Ve aydan, ibâdetten, oruçtan özür diler. Geç kaldım, hatâ ettim, oyalandım, affet, diye... Zâten bu ay, ‘af ayı’dır. Âlemlerin Sultânı peygamber aleyhissalâtu vesselam; ‘Bu aya erişip de kendini affettirmeyenlere yazıklar olsun’ der. (Tirmîzî, Deavât, 100/3545) Bu sebeple, bu mübârek ayda, bol istiğfar ve af yolu tutulmalıdır.
‘Aşk da gülerek dedi ki; Senin elini tuttum! Biliyorum ki sen, elsizsin, ayaksızsın!’ Eğer Rahmân’ın huzûruna af yolu ile gidersen, Rabb’i Teâlâ bundan hoşnut olur. Ve der ki; Ey kulum sen âcizsin biliyorum, sen bunlara güç yetiremezsin, biliyorum senin hata edip günaha düşeceğini… Bu sebeple, sana hep af yolunu açık bıraktım, der. Yâni, sende el ve ayak yoktur idrak etmeye, kavramaya…
‘Hekimim; ben, sana perhize girmeni emrettim! Çünkü sen, bu korkunun ve ümidin hastasısın!’ Sana tevbe yolunu ben açtım, seni o yola ben ittim. Sana perhize gir, dedim. Günahlardan sakın ki, sıhhat bulasın. Sen bu korku ve ümit ile ayaktasın da, farkında değilsin.
‘Perhize gir de, sana bir şerbet yapıp sunayım; onu içince sen, hiç kendine gelmeyesin!’ Bir şerbet ki, seni kendinden ayırır. Kim Rabb’inin sevgisine erişirse, onda benlikten, gururdan ve kötü huydan eser kalmaz, kendine gelemez, şaşırır. Neden burada sustum? Neden bir karşılık vermedim? Neden ona haddini bildirmedim? Derken aslında kendi haddini bilip kendindeki benliğin yok oluşunu izler ve hoşnutluktan kendine gelemez.
‘Sustum; artık bunu aşk anlatsın! Çünkü onun gözü, canlara can katar!” Sen sus artık ilmin olmayan şey hakkında konuşma, Rabb’inin rahmetini sorgulama. Rahmeti sonsuz bir Yaratıcı var ki, O’nun sevgisi, canlara can katar, gözlere nûr bahşeder.
Evet, aziz okuyucular şerhimiz bitti. Haftaya bugün bayram, sizlere şimdiden hayırlı Bayramlar diliyorum. Cumânız mübârek olsun.
Not: Mesnevi dizelerinin şerhinde kıymetli hocam Yasemin Yazgan’ın anlatılarından istifâde edilmiştir.