Sekülerleşmeyi kişiselden topluma yayınlaştırmayı ve daha ilerisi için de dünya çapında evrenselleştirme iddiasında olanların sekülerleşme laikleşme değildir veya laisizm İslam dışılık değildir demelerindeki oyun artık Müslümanlar açısından deşifre olmuş durumdadır.
Kim şimdilerde dün söylediğinden farklı olarak ne söylerse söylesin sekülerleşme ve laisizm tam anlamı ile din karşıtlığı ve daha da açıkçası dinsizleşmek ile eşdeğerdir.
Dünya üzerinde halkı Müslüman olan ülkelere batı toplumları tarafından yavaş yavaş zerk edilen laikliğin modernleşmenin tetikleyicisi, modernleşmenin de sekülerleşmenin tetikleyicisi olduğu gerçeği yaşanan olaylarla ispat edilmiştir.
Kâinatta her şey zıddı ile kaimdir. Din varsa dinsizlikte olacaktır demek başka şey, dinsizliğin insanlar dini bir çözüm gibi sunulması ise daha başka bir şeydir.
Her ne kadar sekülerleşmenin toplumsal ve örgütlü bir hareket olarak değil de insanların ferdi ve bireysel seçimleri ile ortaya çıkıyor olduğu iddia edilse de yaşanan olaylar sekülerleşmeyi destekleyenlerin örgütlü bir yapı olduğu gerçeğini gizleyememektedir.
Bu örgütlü yapının en basit ispatı devletlerin fertlerin dini inanç ve ibadetlerini serbestçe yerine getirmelerinin kanunlarla engelleniyor olması ister devletler açısından isterse de küresel çapta sekülerleşmeyi destekleyenlerin örgütlü bir üst yapı olduğunu ifade etmektedir.
Bu düşünce doğrultusunda toplumlarda modernleşmenin sekülerleşmeyi getirdiği gibi bir gerçek ortaya çıkınca özellikle halkı Müslüman olan ülkelerdeki toplumsal ve kültürel farklılıklar nedeniyle sekülerleşmeye farklı tepkilerin veriliyor olması sonucu değiştirmemektedir.
Zıtlıklar dünyasında örgütlü yapılara karşı mutlaka örgütlü bir karşı yapının oluştuğu gerçeğinden yola çıkarak sekülerleşmenin karşıt örgütlü gruplar meydana getireceği ve dini hassasiyetlerin bu nedenle zarar göreceği düşüncesi de yanlış olmaktadır.
Önceleri El Kaide sonraları ise IŞİD yapılanmasının hiç kimsenin beklemediği bir coğrafyada yine hiçbir devlet kurumunun beklemediği bir zamanda çok kısa bir süre içinde yapılanmasını tamamlayıp orta doğudan Avrupa ya kadar yayılmasını da antiseküler bir örgütlenme olarak görmemek gerekir.
Her ikisinin de İslami terör örgütü olarak vasıflandırılıyor olması bu terör yapılanmalarının kuruluşlarında başta ABD ve İngiliz servislerinin ve daha birçok ülke faktörün varlığını kabul edenlerin bile tam olarak açıklayamadıkları bir acizliktir.
2000 li yılların başından itibaren Türkiye’yi karşıt 2 mahalle gibi görerek toplumunun eskisine nazaran daha dindar ve muhafazakâr bir yapıya evirildiğini iddia edenlerin bu günlerde toplumda muhafazakârlaşmanın modernleşmeyi, modernleşmenin ise sekülerleşmeyi tetiklediğini gördüklerinde büründükleri sessizlik çok anlamlıdır.
Bu sebeple farklı zamanlarda hâkim oldukları medya organlarında atmış oldukları İslamlaşma, İslamileşme, İranlaşmak ve laik kesim üzerinde mahalle baskısı oluşturmak gibi manşetler üzerinden Türkiye’de yazılı ve görsel basın gündeminin ana maddelerinden oluşan kesimin uluslararası bağlantıları olmayan bir kişisel tavır olarak algılanması mümkün müdür?
Türkiye’yi Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tek parti hükümetlerinin yeterince laikleştiremediği, modernleştiremediği daha doğrusu din dışılığı hayata tam olarak hâkim kılmadığı düşüncesinde olanların unuttukları bir olay var.
Türkiye’de Müslümanların dindarlık biçimleri ve İslami emirlere uyma kararlılıkları son zamanlarda ciddi bir değişim, hatta travma yaşamış olsa da Ehli Sünnet adı verilen temel omurganın farklı mezheplerine mensup olanların hemen hepsinin adına bazı akademisyenlerce
“hafıza zinciri” denilen gelenekten asla kopmamış olduklarıdır.
Hz. Peygamberimizin(sav) sahih Sünnetini takip eden geleneğin sahih İslam’ı temsil ettiğine inanan bu toplum Hz. Rasulullah’ın(sav) Ashabından(ra) bu yana bir isnat zinciri ile kuşaktan kuşağa aktarılan uygulama ile her dönem gayrı İslami yapılanmaları aşmasını bilmiştir.
Bu geleneğin önde gelen temsilcilerinden biri olan Hz. Mevlana(ks) Mesnevisinin 4. Cildinde der ki:
“Ey insan, dünyadan birbirine zıt iki ses gelir. Acaba senin kalbin hangisini almaya istidatlı?”
“O seslerden biri Allah’a(cc) yaklaşanların hâli, diğeri ise aldananların hâlidir.”
“Bu seslerden birini kabul ettin mi, öbürünü duymazsın bile!”
“Çünkü seven bir kimse, sevdiğinin zıddı olan şeylere karşı âdeta kör ve sağır olur.”
“Ey salik; aynadaki son nakşa bak! Bir güzelin ihtiyarlığındaki çirkinliğini ve bir binanın harabe hâline geleceğini düşün de aynadaki yalana aldanma!”
FARKINDA MISINIZ?
Cenabı Allah(cc) tarafından kâinatın, insanların ve varlıkların hepsinin kendine mahsus bir gaye, bir maksat ve bir fayda için yaratıldığına inanan Müslümanın hayatında TESADÜF diye bir mefhuma yer vermesi ne büyük bir yanlıştır.