Modern zamanların Müslümanları olarak memleketimizdeki meseleler hakkında her söz açıldığında birbirimize ilk hatırlattığımız şey İslam dünyasının farklı coğrafyalardaki farklı sorunlar yumağına henüz bir çözüm bulunmamış olmasıdır.
Kendi kendimize ifade edemediğimiz ilk hususlardan birisi de İslâm dinin barış dini olduğu, ama pek çoğumuzun en ufak bir karşı duruşta kavgaya da hazır vaziyette olduğumuzdur.
Her şeye rağmen genel kabulümüz ise hem kendimiz hem de İslam coğrafyası derin ve ciddi bir kriz yaşamakta hatta pek çok bölge öyle veya böyle iç savaşların zulmünde boğulmuş durumda olmasıdır.
Ya da sınırlarının güvenliğini tehlikeye atan olayları sona erdiremediği için iç karmaşıklıklar veya terör olayları artan şekilde devam etmekte olduğudur.
Dost ve kardeş bildiğimiz Arap ülkelerinde ise iş başında olan diktatör yöneticilerin Arap baharı olayları sonunda gideceği beklentisinin tam olarak gerçekleşmemiş olması nedeniyle yaşanan istikrarsızlıklar daha da derinleşmiş durumdadır.
Kısacası bugün bizde herhangi bir problem yok diyen ülkeler başta olmak üzere Irak, Suriye, Mısır, Yemen, Libya da tam anlamı ile bir trajedi yaşamaya devam ederken genelde İslam dünyası ağırlaştırılmış siyasal krizlerin dışında ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok sorunlarla baş başa bırakılmıştır.
Bırakılmıştır derken sakın yanlış anlaşılmasın.
Küresel saldırgan emperyalist güçler yani siyasilerin deyiyle üst akıl ve küresel aktörler İslam dünyasını bir an olsun boş bırakmamakta ve az gelişmiş İslam ülkeleri üzerinde kötü emellerini uygulamaya devam etmekten vazgeçmiş değildirler.
Baş başa bırakılmış demekten maksadımız ise İslam ülkelerinin sosyal, kültürel ve ekonomik problemlerine ilmi olarak yetersizlikleri nedeniyle çözüm bulamayan idareciler ve akademisyenlerle baş başa bırakılmış olduğudur.
Aslında bu aşamada sorulması gereken soru dünyanın en önemli zenginlik kaynakları ile tarihsel ve kültürel potansiyele sahip olan bu coğrafya, büyük bir zenginlik üzerinde neden fakirlik ve geri kalmışlık içinde bocalamaktadır.
Ya da İslam ülkeleri ekonomik bölüşüm anlamında yaşadıkları sömürü ve işgalden kurtulduklarını iddia ettikleri halde neden yönetim ve bölüşüm açısından bir zihniyet sorunu yaşamaktadırlar.
Veya temel sorun olarak İslam ülkelerinin bu sorunlar karşısında yapması gerekenleri neden yapmadığıdır.
Son iki yüz yıldır İslam ülkelerinde olan biten bütün sorun ve kötülüklerin faturasını küresel aktörlere yükleyerek sorumluluklarımızı üstümüzden atmak mümkün değildir.
Küresel emperyalist işgal ve sömürücüler kötülüklerini yapmaya devam ederken yaşanan olaylarda neden Müslümanlar olayların öznesi olamıyorlar diye düşünmek gerek.
Bu soru ile işe başlamak öncelikle zafiyetlerimizin farkına varmamızı ve zafiyetlerimizi ortadan kaldırmak üzere elbirliği ile hareket etmemiz gerektiğini ortaya çıkarır.
İslam ülkelerindeki yaşanan hâdiselerin kaynağında emperyalist ülkelerin gayretleri vardır ve bu gayretler devam edecektir gibi bir mazeretin arkasına saklanmadan dünya ahiret önderimiz ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’in(sav) ilk vahyi tebliğ ettiği gün başlayan ve hâlen devam eden asli meselelerin yeryüzündeki son Müslüman ortadan kaldırılıncaya kadar devam ettirileceğini unutmamalıyız.
Kısaca kendi kendimize iç dünyamızda yeryüzünde bulunmamızın nedenini sorgulamalı ve zafiyetlerimizle yüzleşmeden sonra başkalarında suç bulmaya yönelmeliyiz.
Yani İslam ülkelerinde yaşanan olayların ve olumsuzlukların temelinde esas itibariyle emperyalist ülkelerin dahli olsa bile oyunun mağdurları Müslümanlar olduğu için konu bizim meselemiz, coğrafya coğrafyamız olduğu için oyunu bozmak mükellefiyetimizin gereğini yerine getirmek zorundayız.
Her defasında küresel güçler, emperyalist ülkeler, dış mihraklar veya üst akıl sahiplerinin var olduğunu ifade etmenin meselenin çözümü anlamına gelmediğini, tam tersine yaşanan olumsuzlukları tersine çevirerek öncelikle İslam coğrafyasını sonra da tüm dünyayı barış yurdu haline getirmek vazifesinin Müslümanlara ait bir yükümlülük olduğunu anlamak gerekmektedir.
İslâm’ın muhatabının bütün insanlık olduğu gibi Müslümanların muhatabının da tüm insanlık olduğu fikrini birbirinden ayrı düşünmeden ortaya konacak çözümlere, İslâm’ın temel kitabı ile Hz. Rasulullah’ın(sav)yorumları rehber edinerek ve emperyalist batı medeniyeti karşısında aşağılık duygusundan kaynaklanan yılgınlığı üzerimizden atarak ulaşabiliriz.
FARKINDA MIYIZ?
Son iki yüz yılda yaşanan olaylar göstermiştir ki biz ne kadar ret edersek edelim Ortadoğu coğrafyası emperyalist güçler için tek bir oyun alanıdır ve bu coğrafya insanlarına karşı davranışlarında etnik, dini ve mezhebi ayrım yapılmadan herkese ve her ülkeye aynı şekilde ve zulmedilmektedir.
Moderniteyle birlikte modern olduklarını zanneden Müslümanlar Hz. Peygamber’in(sav) güzel örnekliği olan Sahih Sünnetini inkâr hatta iptal etikleri için de emperyalistlerin plânlarını kolayca uygulamaları sonucunda yaşanan olaylar yüzünden milyonlarca Müslüman ya ölmüş, ya sakat kalmış veya yurdunu terk etmiştir.