* Mehmet Altuntaş’ı kısaca tanıyalım.
1938 yılında Sille’nin Saray köyünde dünyaya geldim. 6-7 yaşına kadar köyde yaşadım. Köyümüzde o zaman okul-yol-elektrik yoktu, her şeyden mahrum bir köydü. Rahmetli babam, ‘evlatlarımız meslek sahibi olsun, okul görsün’ diye 1946 senesinde bizi Konya’ya getirdi. Hocacihan’a yerleştik, kirayla ev bulduk. İlkokulu bu mahallede bitirdim. Sonra hafızlığa çalıştım, başa çıkamadım. Allah’ın takdiri o kadarmış. Daha sonra marangozluk-doğramacılık mesleğine başladım. Askerlik derken, 1960 yılında bir dükkan açtım. Orada uzun süre mesleğimizi icra ettik.
1969’da Erbakan Hoca bağımsız adayken mahalle görevlisi olarak çalıştım. Seçimden sonra Milli Nizam Partisi kuruldu.
* Siz nasıl bu hareketin içinde yer aldınız?
Hafızlığımız, hocanın dizi dibinde oturup orada İslam’ı sağlam almamız, bize gelen arkadaşların da tavsiyesiyle biz davayı öyle tanıdık. İslam’ı tanımadan davaya gitseydik, belki bu iş zor olurdu. Parti çalışmasını bunun üzerine bina ettim ve kolay oldu.
* Peki, o döneme ilişkin sizde büyük etki bırakan hatıralarınızdan bir kaçını bizimle paylaşır mısınız?
1972 yılının güz dönemi. Erbakan Hoca Konya’ya gelmiş, Şahin Sinema’sında toplantısı var. Arabamı aldım, muhitimdeki arkadaşlarla birlikte toplantıya gittik. Salon tıklım tıklım dolmuş, biz yerimizi aldık. Sahneye bir kara tahta konulmuş, Hocanın elinde uzun bir çubuk var ve onunla tahtaya çizdiği yazıları gösteriyor. Tahtaya büyükçe bir daire çizdi. Daireyi dikine yarıçap ortadan böldü. “Sağ-sol var, değil mi?” dedi. Dairenin sağ çapına sağ, sol çapına da sol yazdı. Sağın üstüne hak, solun üstüne de batıl yazdı. Alt tarafa yazdığı sağ ve sol yazısının üstünü de çizdi. “Sağ-sol yok, hak-batıl var” dedi. Biz anladık ki sağ-sol denilenlerin bizimle ilgisi yok. Ne var; hak ve batıl var. Hak bir tanedir, yarıçap olan yer bölünmez, bütün duruyor. Soldaki yarıçap daireyi ortadan böldü. Kendi aralarında sağ-sol yazdı. Sağdan biri bir parti kurar, bir daha bölünür. Aşağıda solu aldı, sol bölünür, solun solu, yanı, kıyısı, sağın kenarı, sağın üstü, böl böl karpuz dilimi gibi, o yarıçap daireyi böldü. O gün biz anladık ki, sağ-sol yok, hak-batıl var. O günden sonra Allah’ın izniyle işi kavramaya başladık. Bunlar Hocamın tespiti ve umuma duyurduğu çok önemli bir konu.
Peki, dairenin sol tarafı bölünürken, sağ yani hak bölünme kabul etmez. Hak bir tanedir. O yarıçap daire tertemiz duruyor, öbür taraf bölük bölük.
HOCA BİZİM İMAMIMIZ, BEN NASIL ONA İMAM OLURUM
1972 senesinden sonra 1973 yazı geldi, seçim var, köylere gidiyor, çalışmalar yapıyoruz. Milli Selamet Partisi kuruldu ve seçime gidildi. Pazar seçim var, cumartesi akşamı Hocam Konya’da. İkindiden evvel Akşehir, Ilgın, Kadınhanı’na gidecek, akşam Konya’da kalacak. Akşehir’deki mitingi tamamladık, Argıthanı’na geldik. Oraya ancak akşam namazında geldik. Üstelik Ramazan ve oruçluyuz. Kadınhanı’nı bu tarafa geçince iki katlı bir petrol var. Orada iftar yemeği hazırlanmış. Rahmetli Sami Baysal organize etmiş. 30 araba kadarız, petrole indik. Hocam salona buyur edildi, uzunca bir masa ve birbirine bitiştirilmiş. Hocam yerine geçti ama oturmadı. “Arkadaşların tamamı burada mı, noksan var mı?” diye soruyor ve yerine oturmuyor. Ben edebi usulü orada öğrendim. Bu kadar çalışmanın sonunda yorgundur, yeri hazır, oturması lazım. Ben olsam otururdum. Oturmadı, ayakta bekledi, bizlerden belki oturan oldu. En son tamam raporu gelince Hoca oturdu. Yemekten sonra yukarıda namaz için yer hazırlanmış. Akşam namazına çıkacağız. Süleyman Özkafa (Mustafa Özkafa’nın amcasının oğlu) İlahiyat mezunudur. Erbakan Hoca, namaz kıldırması için onu aradı. Bir arkadaş onun akşam namazını kıldığını söyledi. Bunun üzerine Erbakan Hoca imam oldu, namazı kıldık. Namazdan sonra hemen Süleyman’ı buldum, “Hoca seni mi bekleyecek, seni mi arayacak?” diye serzenişte bulununca, “Hoca bizim imamımız, ben ona nasıl imam olurum” diye cevap verdi. O söz hoşuma gitti ve Süleyman Özkafa’yı kucakladım.
Ertesi gün seçim oldu, biz iktidar olacağımızı düşünüyorduk. 48 milletvekili, 3 tane senatör çıkardık ama iktidar olamadık. Herkes bize laf söyleyecek diye dışarı çıkıp insanların yanına gitmiyoruz. İki gün geçti, hiç ses seda yok. Üçüncü gün Hocam, “Büyük kazanç” dedi. Biz, “Bunun neresi büyük kazanç, iktidar olmayı beklerken 48 milletvekili çıkarabildik” dedik. Erbakan Hocam şöyle cevap verdi: “20 senedir seçime giren partilerin aldığı en fazla 15 milletvekili var. Biz 1 senelik parti, seçime girdik ve 48 milletvekili çıkardık.” Evet doğruydu. Biz ondan sonra meseleyi kavramaya başladık.
Veysel Candan merkez ilçe başkanıyken biz de orada görev aldık. Akıncı Gençlik vardı, bizim bir Necip vardı. Merkez ilçede beraberiz. Bir gün yemeği yedim, akşam çalışmasına katılacağız, biraz geciktim. Necip gençlere, “Altuntaş gelir gelmez havaya kaldırın, bırakmayın” demiş. Zemin beton. Vakıflar binasının son katı. Kapıdan içeri girer girmez kendimi havada buldum. Neler oluyor dedim ve anlattılar. Ben vaadimi yaptıktan sonra bıraktılar.
1990’dan sonra Refah Partisi’nde il idarede, daha sonra da karargahta görev aldım. Malzeme dağıtırdım. Malzeme dağıtma işi o zaman çok zorlu bir uğraştı. Şimdi rozete, bayrağa pek itibar edilmiyor. Her şey kıt, verme imkanımız yok. Çünkü her 3 senede bir parti kapatılır, eski amblem, bayrak, afişler çöpe gider. Her şey yeni baştan bir daha intizam olur. 80 senelik partinin bayrağı durur, ne kapatılmış ne bir şey. Biz öyle değil, birçok sıkıntıya girdik. Karargah liste yapar, ilçe ve beldelere ne kadar malzeme gidecek. Merkez ilçeler ne kadar alacak.
Refah Partisi kapatılmış, parti binası lağvedilmiş. İl teşkilatı Karatay ilçe binasında bir odanın içine sıkıştırılmış. Orada malzeme koyacak ne depo, ne oda var. Odamın birini boşalttım, malzemeleri buraya koydum. İsteyene veriyor veya getiriyorum. Bir milletvekili adayımızın yardımcısı var, gelmiş buraya, malzemeyi buradan almasını söylemişler. “Arkanızdan mı dolaşacağız, niye malzemeyi oraya koymazsınız” diye şikayet edince, kendisine “Parti kapatılmış, parti sığıntı gibi bir ilçenin bir odasında. Koyacak malzeme yeri yok. Ben odamı boşalttım buraya malzemeleri getirdim. Mesele böyle” dedim. Özür diledi, “Ben bunu düşünemedim” dedi.