* Öncelikle Halis Nükte’yi tanıyalım?
1950 Konya doğumluyum. İlk ve ortaokulu Konya’da tamamladım. Daha sonra okuma imkanımız olmadı. Gençlik dönemimizde sol düşünceyle tanıştık. Etrafımızda bulunan arkadaşların bizleri yönlendirmesiyle o günkü başıboşluk içerisinde hiçbir ahlaki engel tanımadan istediğimiz şekilde yaşıyorduk. Tabi bu arada da siyasi olarak, 1965-1975 arasında Türkiye’de sağcılık ve solculuk kavramının dışında başka bir şey yoktu. Biz de o zamanki şartlarda sol düşüncenin içerisinde uzun yıllar mücadele ettik. Ta ki, 1979’a kadar. 1979’da İslami düşünceyle tanıştıktan sonra bende farklı gelişmeler oldu. Biz o güne kadar hakikaten İslam’ın karşısında İslami motifler taşıyan bütün düşüncelere karşı mücadele etmiştik. Bu arada ahlaki yozlaşma da bizde had safhaya çıkmıştı. Bugün kötü alışkınlıkların hepsini o günkü şartlarda yaşadık. Fakat belli bir süre sonra bunalıma girdim. Yaşantım içerisinde hoyratça harcamış olduğum enerjiler beni bir tıkanma noktasına getirdi ve orada tatmin olmaz bir hale geldim. Sonuç itibariyle ailem Müslüman aileydi. Demokrat Parti geleneğinden gelen babam siyasetin içerisinde, meclis üyeliği yapmış, parti yönetiminde bulunmuş. Tabi, ne hikmetse bulunmuş olduğumuz şartlar bizi farklı düşünceye sevk etti. O şartlarda ezilmişlik, fakirlik, solun ortaya attığı sloganlar bize biraz parlak geldi. Ama belli bir süre sonra şunu gördüm. Gerek sağda ve gerekse solda gençleri kullananlar yukarıda oturuyorlar. Tabiri caizse beyaz kulelerinin içinde hayatlarını yaşıyorlar. Dünyalıklarını devam ettirmek için gençleri çatıştırıyor. Aşağıda binlerce genç canlarını bir düşünce adına feda ediyorlardı. Bunların hiçbir hoş tarafını görmek mümkün değildi. O zamanlar 40 bin genç kavaklar gibi devrildi. Biz bu fikirleri taşırken, bunalım döneminde İslam’la tanışma fırsatım oldu.
Yani biz o günkü materyalist felsefe içerisinde hakikaten tatmin olmamıştık. Ancak gelebileceğimiz, bulanabileceğimiz yerin burası olduğunu anladık. Daha önce biz yanlışların üzerine düşüncelerimizi bina ettik. Esas doğruyu görünce onların yanlış olduğunu gördük. Tabi bize sebep olan arkadaşların hepsine teşekkür ediyoruz.
* İslami düşünceyle nasıl tanıştınız?
Bir Cuma günü arkadaşlarla otururken, ezan okunuyordu. Bir anda içimde camiye gitmek hissi doğdu. Camiye gideceğimi söyleyince arkadaşlar ilk etapta inanmadı. Hatta, yanımda İmam Hatip’ten olan arkadaşlar bile hayret etti. Kaldı ki, onlar benden daha fazla İslam’ı biliyorlardı. Benim temelim bile yoktu, namaz surelerini bile bilmiyordum. Biraz erken saatte cumaya gittim. Hoca bir şeyler anlatıyordu. Benim dikkatimi çeken sadece şu cümle oldu. ‘Yapmış olduğunuz her şeyden hesaba çekileceksiniz.’ cümlesi benim kafamda soru işaretlerine neden oldu. Yanımdakilere bakarak namazı kıldım. Ve çıktıktan sonra arkadaşlara ‘ben sizinle beraber olmayacağım’ dedim. Arkadaşlar beni çok ciddiye almadılar. Abdullah Büyük Hoca Efendi Kapu Camii’nde sohbetler veriyordu. Bir arkadaşın yönlendirmesiyle Kapu Camii’ne gittik. Orada Hoca Efendi ile çok sıcak bilgi ve sohbet alışverişi içerisinde kendimi toparlamaya başladım. Siyasi olarak da tabi ben Erbakan Hoca ve fikriyatını kabul etmeyen, reddeden ve hatta onlara karşı mücadele veren yapı içindeydim. İslami duyarlılığım siyasi duyarlılığımı da harekete geçirdi. Dolayısıyla geçmişimizde siyasi mücadele olduğu için ‘bu adamlar ne diyor?’ diye dikkat kesildik. Hocamın geçmiş dönemlerdeki kasetlerini izliyorduk. Tabi orada bizim en çok dikkatimizi çeken, faizci, emperyalist sistemin yıkılması gerektiği, hakikaten ortaya koymuş olduğu gerek ekonomik ve gerekse ahlaki model dikkatimi çekti. Milli Görüş’e bu şekilde bir ilgimiz oluştu. Bu arada Abdullah Hocamın aracı olmasıyla 1982 yılında Türkiye’de Yarın gazetesinde çalışmaya başladım.
* Sol görüşte olanlardan dönüş oldu mu?
Arkadaşlarıma aynı düşünce içinde olmayacağımı ifade ettiğim zaman asla inanmadılar. Ben o zaman da sosyal ve atak bir yapıya sahiptim. Beni terk eden arkadaşlar, bendeki kararlılığı, radikal dönüşü gördükten sonra tekrar benimle tekrar görüşmeye başladılar. O dönem arkadaşlarımızın hemen hemen yüzde 80’i belirli aralıklarla İslami ve Milli Görüş Hareketi’nin içinde oldular. Onlar da kendi çevrelerini etkilediler. Zaten 1980 ve daha sonrasında İslami hareketin ne kadar geliştiği bir sosyolojik vakıadır. Dolayısıyla o arkadaşlarımız da elbette benim gibi kimsesiz, bir çare kurtuluş arıyorlardı. Ama biz kendilerine oraların çıkmaz sokak olduğunu ifade ettik. Dolayısıyla o arkadaşlarımız hakikaten bizimle beraber son derece mücadele eden gerek ahlaki gerek sosyal ve siyasi bakımdan fevkalade insanlar haline geldiler. Böyle bir mücadelenin içinden çıktık geldik ve Milli Görüş’le tanıştık.
* Türkiye’de Yarın gazetesine başlamanıza dönecek olursak.
Evet ben Türkiye’de Yarın gazetesinde reklam pazarlamacılığından başlayıp sonra idareciliğe kadar 6-8 yıl çalıştım. Nail Bülbül, Orhan Samur, Cengiz Dönmez ve Veyis Ersöz olmak üzere Konya basınının duayenleriyle uzun yıllar beraber çalıştık. Bu arada 1982 yılında Türkiye’de ilk kez Konya’da yayınlanan İslami Ribat dergisinin 6 yıl sahipliğini yaptım. Seyit Mehmet Buğa da bizim yazı işleri müdürümüzdü. Veyis Ersöz ve Bekir Başarcı gibi ağabeylerimiz de dergimizin yazarlarıydı. O dönem Türkiye’de Yarın gazetesinde Abdullah Büyük Hoca Cuma’dan Cuma’ya yazı yazıyordu. Bir yazısından dolayı Devlet Güvenlik Mahkemesi ile mahkemelik oldu. Biz ertesi gün o yazıyı tekrar yayınladık. “Abdullah Büyük’ün soruşturulmasına neden olan yazı budur, suç unsuru neresinde” diye yayınlayınca ve benim imzam olunca bizi de aldılar. Savcılık tutuklanmamıza karar verdi. Abdullah Büyük, Seyit Mehmet Buğa, Veyis Ersöz ve ben belirli aralıklarla tutuklandık. 163. maddeye aykırı davranıştan, basın yoluyla suç işlendiğinden dolayı 7 buçuk seneden yargılandık. Sonuç itibariyle bilirkişi raporu geldi, biz içeride 3 ay yattıktan sonra beraat ettik.
1980’in beraberinde getirdiği ağır travma özellikle inançlı kesimlerin üzerinde yoğun bir baskı olarak duruyordu. Adım atamıyorduk. Ağzınızdan çıkan her söze dikkat etmek zorundasınız. Sonuç itibariyle fikir özgürlüğü diye bir şey yoktu. Söylemek istediklerinizi hiçbir şekilde söyleyemiyorsunuz. Her konuştuğunuz, her yazdığınız mutlaka 163’e aykırı diye soruşturmaya tabi oluyordu. Biz bu dönemleri yaşadık. Zaman zaman dergi basılıyor, zaman zaman gazete. Ben hem derginin sahibi hem de gazetenin sorumlu müdürü olduğum için çok kez sorguya gittim. Hakikaten kaos dönemi vardı. Belki anarşi bitmiş gibi görünüyordu ama bu tarafta da özgürlükleriniz elinizden alınmıştı. Çok yoğun bir baskı altında o dönemi geçirdik.
MİLLİ GÖRÜŞ HAREKETİ ÜZERİNDEKİ BASKILAR DEVAM EDİYOR
1983’te Refah Partisi kuruldu. Siyasete de bu şekilde atılmış olduk. Sonra il yönetim kurulu üyeliği, il başkan yardımcılığı ve 1987’de Abit Kıvrak Bey belediye başkan adayı olunca ben il başkanlığına getirildim. 2 yıl başkanlık yaptım.
Her ne kadar 1983’te çok partili hayata geçilmiş gibi görülse de partilerin üzerinde baskılar hala devam ediyordu. Siyasi konuşmalar yapılıyorsa da her konuşmanız takip atlındaydı. Gerek siyasi ve gerekse diğer şubelerden konuşmalarınız didik didik ediliyordu. Önceden konuşma metni istiyorlardı. Mahallelerde parti çalışmaları yaptığımızda bizi yıldırmak için baskı yapıyorlardı. Biz çok zor şartlar altında siyaset yaptık ve partiyi ayağa kaldırdık.
O süreçte insanlar korkutulmuştu, kimse gelmiyordu. Bir mitingimiz, sohbet toplantımız olduğu zaman arkadaşlar bizden 100 metre geride duruyorlardı. O insanlar da sonuç itibariyle korkuyorlardı. Böyle bir ortamda siyaset yaptık. Ama inancımızdan asla taviz vermedik, doğruları her zaman söyledik. Hocamız geçmiş dönemdeki söylemlerini hiçbir zaman değiştirmedi. Hocam bizim gördüğümüz baskıların 10 katını yukarıda birebir yaşıyordu. Her toplantının sonunda mutlaka kendisine baskı geldiğini fark ediyorduk. Hocam, ne kendisi yıldı ne de bizi yıldıracak hareketin içinde bulundu. Gerek ekonomi ve gerekse siyasi zorluklar altında siyasetten ürkmüş insanlar yaklaşmıyorlar ama biz o mücadelemizi samimi şekilde devam ettirince Refah Partisi ivme kazanarak büyük patlamasını gerçekleştirdi. Milli Görüş anlayışı üzerinden baskılar hala kalkmış değil. Biz de şunu asla terk etmedik. İnandık ve yolumuza devam ediyoruz.
Her gün bir mahalle bir köydeydik. Ve o zaman siyasi ortam çok farklıydı. Evet, insanlar siyasetten korkuyorlardı ama bu siyasetin mutlak manada yapılması lazım. İnsanlar kurtuluşun bu yolda olduğuna inanıyorlardı.
Devam eden süreçte Fazilet ve Saadet Partilerinde görev aldım. Şu an halen Saadet Partisi il yönetimindeyim ve il başkan yardımcılığım devam ediyor. Ayrıca 4 dönemdir Karatay Meclis Üyesiyim.
YAŞINA RAĞMEN ONUNLA ÇALIŞMAYA YETİŞEMİYORDUK
İl başkanlığı görevi yaparken Erbakan Hocama çok yakın oldum. Erbakan Hocam o günkü şartlarda bir günde 9 miting yapıyordu. Sabahın 8’inden başlıyor, gece geç saatlere kadar devam ediyordu. Bir defasında, Akıncılar köyünde o koskoca gövdesiyle bir sandalyenin üzerinde akşam hava kararmış, halka Milli Görüş’ün ne manaya geldiğini anlattı. Bunlar bizim üzerimizde çok etkiliydi. Performans ve çalışma azminden hiçbir şey kaybetmemişti. O kadar yoğun çalışıyordu ki arabanın içinde domates-peynir-ekmekle öğlen yemeğini geçiştiriyordu. Amaç insanları bekletmemek. O günkü şartlarda biz böyle bir lideri diğer siyasilerle mukayese ettiğimizde çok farkı vardı. Tabiri caizse arkasından çalışmaya yetişemiyorduk.
ERBAKAN HOCA KONUŞURKEN ELEKTRİKLERİ KESTİLER
Gittiğimiz yerlerde zaman zaman saldırıya maruz kalıyorduk. Erbakan Hocam konuşuyorken araçlarımızın lastikleri kesiliyor, farları patlatılıyordu. Altınekin’de, Hocam konuşurken elektrikleri kestiler. Ama Hocam konuşmasına çıplak sesle devam etti. Araçlarımız taşlandı, yollarımız kesildi, her türlü baskı vardı. Fikri bir mücadelenin içinde şiddet uygulanıyordu. Ama biz bunların hiçbirinden yılmadık, burada bizim liderimizin azmi, çalışma aşkı, davaya olan inancı bizi motive ediyordu.
BU DAVANIN İÇİNDE İZZET VE ŞEREF BULDUM
Ben bu davanın içinde izzet ve şeref buldum. Yani bizim bu davaya katkımızdan çok o davanın bize katkısı vardı. Kimliğimizin, düşüncemizin gelişmesi ve dünya görüşümüzün farklılaşması açısından biz Milli Görüş’le çok şeyler fark ettik. Erbakan Hocam gerçekten dünyaya ender gelen liderlerden birisi. Hocam çok farklı bir devlet adamı, kimlikli, kişilikli. Şunu söylemekten imtina etmem. Türkiye, Erbakan Hocamın kıymetini bilmedi. Her zaman onun fikrine, düşüncelerine muhtaç. Biz şuna inanıyoruz ki, ortaya koyduğu Milli Görüş’ün düşünceleri milleti kurtuluşa çıkartacaktır. Bunun dışında bir alternatif düşünmüyorum.
Milli Görüş Türkiye’de siyasetin miladı. Yıllarca bu memleketin öz kaynaklarını sağcısı da solcusu da sömürmüşler. Taki, 1969’da Erbakan Hocanın çıkıp bunların ikisinin kimyasının aynı olduğunu ifade etmesine kadar, insanlarımız gerçek siyasi hareketi tanımadılar. Dolayısıyla bugün Türkiye’de siyasi ahlak ve mücadele olarak hep Erbakan Hocanın mücadelesi baz alınmıştır.
YARIN MEHMET ALTUNTAŞ