Gençlik çalışmalarımda 50 yıl, Milli Gençlik Vakfı çalışmalarımda ise 17 yılımı doldurmuştum. 12. Ağustos.1997 pazar günü vakıf senedinde de belirtilen yasal Genel kurulu toplamaya karar verdik. Ankara ANFA da bir büyük salon tutarak hazırlık çalışmalarına başladık. Pek tabiidir ki bu önemli çalışmamızı Hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a da haber verdik.
Hazırlıklarımız hızla sürerken o esnada Balıkesir/Altınoluk da ki yazlığında bulunan Hocamız; "Nevzat, 11.Ağustos da yanıma gelsin" diye haber göndermiş.
Yanımda RP Refah Partisi Konya milletvekili Lütfi Yalman olmak üzere önce uçakla İzmir'e gittik. Bir gece İzmir de kaldık. Ertesi günü arabayla Altınoluk'a geçtik.
Cumartesi günü öğle üzeri bizi kabul eden Hocamız: "Nevzat, seni görevden alacağız ama bırakmayacağız da... Söyle bakalım, gazetede mi görev almak istersin yoksa teşkilatta mı?" diye sordu. Ben de:
"Hocam, beni muhayyer mi bırakıyorsunuz?" dedim. O da "Evet" dedi. Bu sefer ben: "Hocam siz de biliyorsunuz ki ben teşkilattan geldim. Her halde teşkilatta daha faydalı olurum" diye cevap verdim. O: "Gazan mübarek olsun" diyerek konuşmamızı tamamladı.
Ancak ben bir konuya daha açıklık getirmesini istedim.
"Hocam, biliyorsunuz ki vakıf adına 8 seneden beri biri “Aydınların dergisi GENÇLİK” diğeri “Çocukların sevgilisi KIVILCIM” iki ayrı aylık dergi çıkartıyoruz. Bu dergileri de devretmemi ister misiniz?" dedim. Hocam bana: "Dergileri sen çıkarmaya devam et" dedi. Elini öpüp ayrıldık.
Ertesi gün ANFA’ nın büyük salonunda toplanan MGV vakıf mütevelli heyeti, Genel idare kurulu üyeleri, bölge ve şube Başkanlarımızla çok samimi ve coşkulu bir Genel Kurul gerçekleştirdik. Ben görevimi merhum Adnan Demirtürk'e devrettim. Genel kurul da bir kaç sene önce Hocamızın bana verdiği "Milli Gençliğin Şeref Başkanı" unvanım da oylanarak ittifakla kabul edildi.
Bu arada yeni vakıf yönetimi benim zorlamama rağmen dergilerle irtibatını kesti. 20.000 tirajlı iki dergi bir yıl sonra 1000'er tiraja düştü. Hocama bir haber göndererek dergileri kapatmaya mecbur kaldığımı bildirdim ve onları kapattım.
MAHŞERDE HESAP KORKUSU
Görevimi devrettikten sonra aradan 10 sene kadar bir zaman geçti. Fakat bu arada bana bir görev verilmedi. "Benim içim içimi yiyor" ve acaba diyorum, bu görev verilmeyişinin sebebi nedir? diye düşünüyorum.
Bu arada SP de Hocam Genel Başkanlıktan ayrılmış yerine "Harun gibi gelip Karun gibi gitmeyeceğim" diyen Numan Kurtulmuş Genel Başkan olmuştu. Daha fazla dayanamadım ve Altınoluk ta bulunan Hocamızı ziyaret etmek için randevu istedim.
Hocamız: "Gelsin" buyurmuş. Bir Cuma günü Altınoluk'a gittim.
Cuma namazını yakın bir köy camisinde kıldık. Cumadan sonra Hocamız gazeteciler için günün açıklamalarını yaptı ve özel görüşmeler için bir odaya geçti. İlk olarak da beni çağırdı. Bana: "Buyur, Nevzat..." dedi.
Ben 10 sene kadar önce benim görevden ayrılmam esnasında yaptığımız konuşmaları hatırlatarak "Hocam, aradan 10 yıldan fazla bir zaman geçti. Bu arada RP kapatıldı. FP Fazilet Partisi kuruldu ve kapatıldı. SP Saadet partisi kuruldu. Ancak bu süre içinde siz bana bir görev vermediniz."
Ben bunları konuşuyorum ama Hocamız konuşmamı hiç kesmeden sadece beni dinliyor.
Ben devam ettim: "Hocam, bana görev vermeyişiniz, acaba benim bilemediğim bir hatam, bir kusurum var da ondan mıdır? Hocam eğer böyle bir hatam veya kusurum varsa onu mahşere bırakmayalım. Ne yapılacak, nasıl telafi edilecekse onu dünyada yapalım" dedim. Bunun üzerine Hocamız:
"Kesinlikle bir hatan ve kusurun yoktur. Biz bu arada davalarla, duruşmalarla çok meşgul olduğumuzdan senin konunla ilgilenememişiz" dedi.
Ben: "Hocam, o zaman mesele yok. İster görev verin, isterse vermeyin" dedim ve elini öperek ayrıldım. Ama gönlüm rahatlamış, beni ezen acılardan kurtulmuştum.
Bundan sonra ne zaman görüşsek, ayrılırken Hocam hep; “Gazan mübarek olsun, Nevzat” diye dua ederek ayrılıyordum.