Hatıralar canlanıyor yazı serisi
1960 ve 70’li yıllarda bütün dünyada bir büyük çalkantı yaşanmaktadır. Sanki başka hiçbir sistem yokmuş gibi “Kapitaliz mi, Komünizm mi?” mücadeleleri hemen her yerde kendini göstermektedir. Üniversitelerde öğrenimlerini sürdüren bir kısım gençlik “Komünizm (veya onun fikir bazındaki) sosyalizm isteriz” diye eylemler yapar, otobüsler yakarlar, diğer kendilerinden olmayan diğer öğrencileri tartaklayarak döverken, tek cepheli bir mücadelenin olmayacağını bilen bazı siyaset ve fikir adamları onların karşısına bir başka gençliği çıkarıyorlardı.
Bu gençlik Komünizm istemiyordu, ona karşıydı ama kendi fikrini de açıkça beyan edemiyor, dünyada bu gün yaşatılan iki sistemden başka sistem de bulunmuyordu. Ülkemizde ise yürürlükte bulunan ekonomik sistem faiziyle, vergi yükünün halkın üzerine bırakılmasıyla, üretim yerine tüketim ekonomisi uygulamalarıyla ismi konmamış bir kapitalist sistem uygulanmaktaydı. Bu gençler; “biz kapitalizm isteriz” diyemiyor, karşısındaki gençlere “Komünistler Moskova’ya – Ya sev ya terk et…” gibi sloganlar atıyorlardır.
Halkımızın yüzde 99’unun Müslüman olması hasebiyle de bilhassa halktan rey almaya mecbur siyasiler konuyu, “Kapitalizm ve Komünizm…” olarak takdim etmek yerine “Sağcılık ve solculuk… “ olarak takdim etmeyi uygun bulmuşlardı. Çünkü Müslümanlıkta sağcılık ve solculuk tabirleri kullanılmakta olmasına rağmen bununla zamanımızın ırkçı emperyalistlerin kurduğu sömürücü sistemler kastedilmemekte, “defter-i amelleri sağından verilecek insanlarla defter-i amelleri solundan verilecek insanlar” kastedilmekteydi.
İslam’a göre Kapitalizm ve Komünizm yanlıları (her ikisi de Allah’ın tarifinde) solcu, Kur’an nizamını savunan Müslümanlar da sağcılar olarak tarif edilmektedir.
Ülkemiz de içinde olmak üzere bütün dünyada kapitalizm ve Komünizm yanlıları bulundukları halde Allah (Allah’ın düzeni) yanlıları henüz bulunmamaktaydı. Çünkü Müslüman olmak aslında Allah’ın nizamı taraftarı olmayı gerektirirken, geçirilen bir devir sebebiyle Müslümanlar birer pelte halini almışlar ve bu önemli kavramları bilmiyorlardı.
MADDECİLİK – MANEVİYATCILIK
90’lı yıllarda Komünizm iflas etti. Komünizm eğer Çin’de hala hayatını sürdürüyorsa bu Çinlilerin insan yapısına uygun başka bir sistem bulamayışlarındandır. Zira dünyayı bir küçük köy haline getiren iletişim araçları yani medya ile okullarda okutulan dersler insanlığın önüne iki alternatif çıkarmakta ve tabiri caizse insanlığa “ölümlerden ölüm beğen…” demektedir.
Bu aynen şuna benzemektedir. Yolda giden bir otomobilin direksiyonunu Kapitalistler fazla sağa kırmış ve arabayı yolun sağında ki şarampole yuvarlamışlardır. Bunun bir yanlışlık olduğunu gören Komünistler ise bu sefer aynı arabanın direksiyonunu daha fazla sola kıvırmışlar bu sefer de otomobil yolun solundaki şarampole yuvarlanmış bulunmaktadır.
İşte Milli Görüş’ün savunduğu “Adil düzen” otomobilin direksiyonunu yolun durumuna göre ortada tutmak ve arabayı düz yolda götürmek demekti.
Bin yıldır insanımıza ve o ülkelerde yaşayan bütün insanlara saadet getiren adına “Milli Görüş” denilen hayat nizamının insanlığın önüne çıkartılması, gündeme getirilmesi görevini üstlenen geçlere “Milli Gençlik” denilirken, Milli görüşün uygulamasına ise “adil düzen” adı verilmekteydi.
Milli Görüş’te çalışmak kutsal bir görev sayılmış ve “çalışanların hakkı (dikkat ederseniz hakkı diyorum) alnının teri kurumadan verilmesi” esası getirilmiştir. Buna göre çalışmak ve kazanmak (helal kazanç – başkasının hakkı içinde olmayan kazanç) teşvik edilmiş, çalışmadan kazanmanın kapıları kapatılmıştır.
Üretimin artırılması istenmiş ama tüketimin ihtiyaca cevap verecek kadar olanını kullanmaya açılırken daha fazla harcayarak israf etmek (milli kaynakların korunması esası getirilerek) yasaklanmıştır.
Bu sistemde faiz (başkalarının haklarının sömürülmesi) kesinlikle yasaklanmıştır.
Özetle, Kapitalizm’de kazanç ve faiz de serbest tutulmuşken, Komünizm’de kazanç da faiz de yasaklanmıştır. Adil düzende ise içinde başkasının hakkı bulunmayan helal kazanç serbest ama faiz (başkalarının hakkının gaspı) yasak tutulmuştur.
MİLLİ GENÇLİK YETİŞİYOR
O zaman hayatın yeni ve doğru bir tarifini yapmak ve gençlerimizi bu doğru tarife göre ve onları, “mazlumun yanında zalimin karşısında olmak” idealiyle yetiştirmek… İşte asıl mutluluk bu olmaktadır. Materyalist felsefede hayat doğumla ölüm arasında sıkışmışken, milli görüş’e göre hayat denklemi;
“Ezel - - - -/ doğum - - - - - gençlik - - - - ihtiyarlık - - - - ölüm /- - - - - Ebet” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir başka tarifle maneviyat sahiplerinin hayat kavramı, doğumdan öncesi ve ölümden sonrası da olan çok geniş bir anlama sahiptir.
Tabii bütün bu olaylar (aşağıda teferruatını anlatacağımız) ve bu oyunlar, 1969 yılına kadar devam etmiş, 1969 da “Milli Görüş gençliği veya Milli Gençlik” in ortaya çıkmasıyla değer kaybetmeye başlamışlardı. Zira dünya kurulalı beri değişmez bir kaide olan “Hak gelince Batıl’ın zail (yok) olur” kaidesi çağımızda da işlemeye başlamıştır.
Bu gençliğin yetişmesinde başta Prof. Dr. Necmettin Erbakan olmak üzere Necip Fazıl Kısakürek, Milli Gençliğin ocağı olma şerefine kavuşmuş Milli Gençlik Vakfının kurucularından (merhum) E. Konya Milletvekillerinden Reşat Aksoy, (merhum) Ali Güzelsoy, Nazım Karaman ve bu 40 yıllık gençlik çalışmalarının 17 yılını Milli Gençlik Vakfı’nın Genel Başkanlığını yapmış 17 Haziran 1997’de vakıf yönetiminden ayrılırken, 1878 şubeli dünyanın en büyük gençlik teşkilatını bırakan ve kendisine halen kullandığı “Milli Gençliğin Şeref Başkanı” unvanı verilmiş bulunan bu aciz kardeşiniz vardı.