Gençlik inceleme yazı serisi
100 – 150 yıldan beri ülkemizin aydınları kendi milli değerlerinin üstünlüğüne dolayısıyla kendilerinin üstünlüğüne inanmaları ve bütün zorlukları kendi değerleriyle çözmeleri gerekirken bunu tamamen tersine döndüğünü, Batı’nın değerlerinin kendi değerlerinden üstün olduğuna inandıklarıma şahit olmaktayız.
Elbette Batı’nın da kendine göre bir takım değerleri vardır. Ancak bunlar temelde “nefsaniyete ve çıkara dayalı” olduğundan, düşünce tarzları, “kuvveti üstün tutmak” şeklinde tezahür etmektedir. “Ben güçlüyüm. O halde haklıyım” diyerek güçsüzlerin haklarını ellerinden almaya kalkışmaktadırlar. Bunların hak olarak kabul ettikleri şeyler; çoğunluk, imtiyaz, kuvvetli olmak ve menfaati (çıkarı) bulunmak şeklinde özetlenebilir. Temel felsefeleri, “insan insanın kurdudur” şeklindedir. Bu düşünceye sahip toplumdaki insanların her bir diğerine bir kurt gibi yaklaşacağından toplumda ne huzur kalmakta, ne ahlak ve ne de mutluluk bulunmamaktadır.
Bizim okusunlar da millete faydalı olsunlar diye Avrupa gönderdiğimiz gençlerimiz, kendi nefislerine uyarak “Jön Türkleri” oluşturdular. Aradan geçen zaman içerisinde idari makamlarda görev aldılar ve yeni yetişen gençlerimize de bu “kendine bile faydası olmayan Batı hastalığını, bir ilericilik gibi aşıladılar”
Bugün ne diyor Batı hayranı aydınlarımız, birçok psikolojik eziklik alametleri altında “Biz AB’ye (Avrupa Birliğine) gireceğiz. Kitaplarımızı, örf ve adetlerimizi, kanunlarımızı değiştireceğiz. Örneğin; zinayı suç olmaktan çıkaracağız (çıkardılar da zaten), onların bayraklarını, paralarını kullanacağız…” “ABD mi? Onlar hem ileri ve hem de çok güçlüler. Onlardan yanında olmazsak, karşılarında mı olalım!” diyebilmektedirler.
Bir kere yanlış yola girilince işler nerelere kadar gitmektedir, görüyor musunuz?
KİM YAPIYOR, KİM BOZUYOR
Ülke idaresini elinde tutan Batı hayranı siyasi kadrolar yıllarca başörtülü, sakallı, çarşaflı, şalvarlı ve sarıklı insan avı yapmaktan, bunlar idarenin hiçbir yerinde yer almasınlar diye çırpınmaktan başka bir işe bakmaya fırsat bulamadılar. Böyle bir yanlış uygulama milletimize hizmet edebilecek nice beyinleri heder etmekten başka bir işe yaramadı ve hala da heder edilmeye devam edilmektedir.
28.Şubat.1997 de yeniden başlatılan başörtüsü düşmanlığı ile ülkemizde öğrenim imkânları ellerinden alınan nice kızlarımız Avrupa ülkelerinde (Avusturya, İngiltere, Fransa gibi) ülkelerde bugün en başarılı öğrenciler olarak mezun olmaktadırlar.
Bunlar; bir ilmi buluş karşısında, “eğer bulunmuş olsaydı, bunu önce Batı bulurdu” diyerek ilmi keşiflerden geri kalırlarken, mesela Zakkum çiçeği’nden Kansere ilaç buldum ve bunu denediğim birçok hastamda başarı ile uyguladım diyen Dr. Zeki Özel, bir takım gazetelerce ve TV’lerce tefe konup çalınmaz ve ülkemizden kaçırılmazdı.
Milli değerlerimize sahip bir siyasi kadronun 1974 de koalisyonlarla da olsa iktidara ortak olması, ülkemizde 200 Ağır sanayi kuruluşunun (fabrika yapan fabrikanın) yapılmasına sebep olmuş, değişik siyasi oyunlarla bu ekip hükümetten uzaklaştırıldığında bu tesislerin 130’u işletmeye açılmış, 70 tanesi de programa göre zaman içerisinde açılacak duruma getirilmişti. Bu gün bu yatırımlardan en küçük bir eser bulabilir misiniz?
Eğer o aşkla ve hızla çalışmalar devam edilmiş olsaydı bugün ülkemiz bütün gelişmiş ülkeleri sollayacak Japonya’nın bile önüne geçmiş olacaktı.
TANITMANIN ÖNEMİ
Bir fikri veya olayı tanıtmak o kadar önemlidir ki. Bu fikrin ve inancın halka, gençliğe ve özellikle çocuklara tanıtılması, onlara benimsetilmesi ve o fikrin taraftar bulması kuvvetli bir tanıtım organına sahip olmaktan geçer. Tanıtmayla isterseniz haklıyı haksız, haksızı haklı çıkarabilirsiniz. Bu da zulmün, haksızlığın devamına yardımcı olmak demektir.
Bugün halkımıza fikirleri, olayları haber ve yorumlarıyla duyuran medya organlarının büyük çoğunluğu maalesef milli değerlerimize sırt dönmüş, her fırsatta (doğru veya yanlış araştırmadan ve hatta masa başında) onu kötülemeyi marifet saymaktadırlar. Bu medya organların takip edenler de kendi imkânlarıyla araştırma yapamadıklarında bu haberlere inanmakta, böylece zulme seyirci kalmakta ve haklının yanında yer alamamaktadırlar.
35 sene kadar önce eski Adana milletvekili Hasan Aksay beyin anlattığı ve bir tekerleme (deyim) haline gelen ifadesini burada zikretmeden geçemeyeceğim. “Adana’nın Osmaniye ilçesinin müftüsü, evinin önündeki küçük bahçesinde bir keçi beslemektedir. Bu keçi, bir gece bahçeye gelen hırsızlar tarafından çalınır. Olay polise intikal eder. Bu arada basına da haber ulaştırılır. Ertesi günü, milli değerlerimize karşı hıyanet içerisinde olan gazetelerde haber bu haber şu şekilde çıkar; “Osmaniye müftüsü keçi çaldı” Bu olayı Hasan Aksay bey, “Keçisi çalınan müftüye, keçi çaldı diyen gazeteler” diye özetlemişti.
Şimdi de bizim Batıcıların ileri ve demokratik ülkeler diye örnek aldığı Batıdan bir olayı size aktarayım. “ABD’nin New York'ta şehrindeki bir parkta küçük bir çocuğa azgın bir köpek musallat olur ve köpek onu ısırmaya çalışır. Çocuğu köpeğin dişlerinden kurtaran ve hayvanı boğan iri yarı bir delikanlı vardır. Olayı gören bir gazete muhabiri koşarak gencin yanına gelir ve kendisini tebrik ettikten sonra sorar: Bu olayı gazetemde yazarken; "Kahraman Amerikalı, bir çocuğun hayatını kurtardı” diye yazabilir miyim, diye sorar.
Olayın kahramanı şahıs da; "Ben Amerikalı değilim, Pakistanlıyım" der. Ertesi gün New York Times'ta (ABD’nin en büyük gazetelerinden biri) büyük resimlerle ve manşetten haber şu şekilde vermiş olduğu görülür: "Köktendinci Müslüman, Central Park'ta bir köpeği boğdu. FBI olayın El Kaide bağlantısını araştırıyor."(!)
Bilesiniz ki Batılı gazete ve TV’ler de ve bizim batıcı gazetelerde ve TV’ler de Müslümanlar aleyhine bir haber veya yazı çıkmışsa bunu altında mutlaka iftira, kötüleme veya karalama kampanyası vardır.