'Milletimizin saadeti için uyarıyoruz'

2014 yılını değerlendiren Saadet Partisi İl Başkanı Hasan Hüseyin Uyar, “Gündem oluşturmak için, birilerini eleştirmek için değil, tarihe yön vermiş milletimizin, İslam coğrafyasının ve bütün insanlığın saadet ve selametinin gerçekleşmesi için uyarıyoruz”

Ekonomik ve siyasi olarak çöken toplumların, tekrar ayağa kalkabileceğini fakat ahlak ve maneviyat yönünden çöken toplumların ayağa kalkamayacağını söyleyen Uyar, “Çağrımız, iyiliği emir, kötülükten men noktasında bir duruş sergilenmesidir” şeklinde konuştu.

Saadet Partisi İl Başkanı Hasan Hüseyin Uyar, partisinin il binasında düzenlediği basın toplantısı ile 2014 ülke gündemini değerlendirdi. Toplantıda İl Başkan Yardımcıları Hüseyin Saydam, İsmail Aydilek, Sinan Toprak ve Sefa Taşbaşı da hazır bulundu.

Toplantıda Ekonomi, Dış politika ve Sosyal-Kültürel Yapı başlıklarıyla 3 başlıkta konuşan Uyar, “45 yıldır temel dinamiğimiz ve düsturumuz iyiliği emir kötülükten mendir . Biz saadet partisi olarak bunları söylerken ve hiç durmadan inandığımız inanç manzumeleri doğrultusunda çalışırken, gündem oluşturmak için, birilerini eleştirmek için değil, makam mevki elde etmek için değil, kendimizi ön plana çıkarmak için değil, Mübarek vatanımızın tarihe her zaman şanlı bir şekilde yön vermiş milletimizin , İslam coğrafyasının ve bütün insanlığın saadet ve selametinin gerçekleşmesi için uyarıyoruz ve yapıyoruz” dedi. İlk olarak ülke ekonomisine değinen Uyar, “Türkiye içinde bulunduğu coğrafya itibariyle tarihi, askeri, politik, kültürel, ekonomik ve stratejik öneme sahiptir. Bu bağlamda Türkiye ekonomisi gerek bölge ve çevre ülkeleriyle gerekse gelişmiş ekonomilerle asırları aşan bir ilişkiler ağına sahiptir. Bu, Türkiye ekonomisi için büyük bir avantaj ve potansiyel anlamına gelmektedir” dedi.

Uyar'ın açıklamasından satır başları ise şöyle:

CARİ AÇIK BÜYÜYOR

2001 yılında büyük bir kriz yaşayan Türkiye ekonomisi 2007 yılı sonuna kadar istikrarlı bir ekonomi görüntüsü ortaya koymuş, ancak bu görüntünün arkasında 11 Eylül 2001 tarihinden sonra küresel çaptaki likidite bolluğu ile hem kamu hem de özel sektörün birçok varlığının satılması yer almıştır. Bunun yanında, özellikle ÖTV, KDV gibi dolaylı vergilerin arttırılmasına dayanan gelir politikası ile kriz dönemlerine göre faizlerin daha düşük kalmasıyla belirlenen harcama politikaları sonucu, bütçe açığı sorunu diğer sorunlara göre daha önemsiz hale gelmiş ve kamu borç yükünde bir azalma gerçekleşmiştir. 2007-2009 yıllarında ise Türkiye ekonomisi tüketimden yatırıma, ithalattan ihracata, istihdamdan kapasite kullanım oranlarına önemli düzeyde bir daralma süreci yaşamış, 2010 yılından sonra ise yeniden iyileşme belirtileri ortaya çıkmıştır. Türkiye ekonomisinin temel sorunlarından birisi de dış ticaret açığı ve cari açıktır. Genel olarak açık finanse edildiği için bir sorun yokmuş gibi görünse de sorunun kendisi finansman şeklinde ve ortaya konulan düşük kur yüksek faiz modelinde gizlenmektedir. 2001 krizinden bugüne Türkiye büyük oranda sıcak para denilen spekülatif-kısa vadeli sermaye akımlarının uğrak mekanlarından biri haline gelmiştir. Ancak, Türkiye’deki dünya piyasalarına göre yüksek reel faiz ve ucuz döviz kuruna dayalı finansal arbitraj olanaklarını değerlendiren bu tür “sıcak para” akımları, Türkiye ekonomisinin dinamizmine hâkim olmakta ve geleceğine yön vermektedir. Örneğin, gelen paranın devlet iç borçlanma senetleri portföyünde ağırlığına bakıldığında, bunun sürekli arttığı, dolayısıyla ekonominin bu döngüyü devam ettirmek için bu akımlara mecbur kaldığı ve milli ekonominin gücünü azaltan, bir çeşit bağımlılık ilişkisinin sürekli hale geldiği görülmektedir. Diğer taraftan gelen bu sıcak para ülkemizin reel ekonomisine hiçbir katkı yapmadığı gibi ,geliş amacı doğrultusunda, dibs dediğimiz devlet iç borçlanma senetleri, tahviller, borsa üzerinde oturmakta ve küresel sermaye sahiplerinin işaretleri doğrultusunda şişmanlayarak ülkemizi terk etmektedir.

İSTİKRARSIZLIK SORUNLARIN KANITIDIR

TUİK ekonomi bakanlığı, hazine bakanlığı, maliye bakanlığı ve diğer kurumların verilerine bakıldığında ekonomimizin görünümü aşağıda belirttiğimiz gibi cereyan etmektedir. Ekonomi yeni bir daralma dönemine girmektedir; Türkiye ekonomisinin ekonomik büyüme performansı potansiyelin altında kalmaktadır ve istikrarsız bir görüntü vermektedir. Her kriz dönemi sonrasında ekonomi toparlanmakta ve yüksek büyüme oranları yakalamakta ancak daha sonra daralmaktadır. Son olarak 2009’da -yüzde 4.8 küçülen ekonomi, 2010 yılında yüzde 9.2 gibi yüksek bir oranda büyümüş, bununla birlikte 2012’de yüzde 2.2, 2013’de yüzde 4 büyümüştür. 2014 yılında bütün tahminler büyümenin yüzde 3 civarında olacağını göstermektedir. Bu inişli çıkışlı görüntü, başta ABD’nin FED politikaları olmak üzere küresel sermaye hareketlerinin eksenine giren yanlış bir büyüme modelinin ve yapısal sorunların kanıtıdır. Son zamanlarda gündeme getirilen “orta gelir tuzağı (veya kapanı)” denilen ve kişi başına milli geliri 10.000 dolar civarından daha ileriye taşıyamayan, bölgesel kalkınma açısından ülke genelinde açık farklılıklar yaratan olgu ile bu tespitin yakın bir ilişkisi vardır.

İŞSİZLİK SAYISI ARTIYOR

İşsiz sayısı artmaktadır; Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2014 yılı Haziran döneminde 2 milyon 654 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise yüzde 9,1 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 8,3 kadınlarda ise yüzde 10,9 oldu. Aynı dönemde; tarım dışı işsizlik oranı yüzde 11,1 olarak tahmin edildi. 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı yüzde 16,7 iken,15-64 yaş grubunda bu oran yüzde 9,3 olarak gerçekleşti (TUİK, 2014). İş gücüne katılma oranları AB ortalamasının altında kalmaya devam etti ve yüzde 51,3 olarak gerçekleşti (kadınlarda yüzde 30,9). Diğer taraftan, iş gücü piyasalarındaki kayıt dışılık halen yüksek oranlarda seyrederken, herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların oranı 2014 yılı Haziran döneminde yüzde 36,4 olarak gerçekleşti. Bu oran tarım sektöründe yüzde 83,6 iken, tarım dışı sektörlerde yüzde 22,8 oldu.

ENFLASYON YÜKSEK

Enflasyon yeniden artış eğilimine girmiştir; Tüketici fiyatları endeksinde (TÜFE, 2003=100) 2014 yılı Ağustos ayında bir önceki aya göre yüzde 0,09, bir önceki yılın Aralık ayına göre yüzde 6,28, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 9,54 ve on iki aylık ortalamalara göre yüzde 8,46 artış gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Eylül Ayı beklenti anketinde, yıl sonu enflasyon beklentisi yüzde 8.7'den yüzde 8.89'a yükseltilmiştir (TCMB, 2014). Yurt içi üretici fiyatları endeksi (Yİ-ÜFE) ise 2013 yılında yüzde 6,97 iken, 2014 Ağustos Ayında açık bir artışla yüzde 9,88’e yükselmiştir.

BÜTÇE AÇIK VERİYOR

Bütçe açığı düşük düzeydedir, ancak geleceğe yönelik sorunlar görülmektedir; Bütçe gerçekleşmeleri Türkiye ekonomisinin göreceli başarılı olduğu alanlardan birisidir, ancak bütçenin finansman ve harcama biçimlerinde gelecek açısından sorunlar gözükmektedir. Türkiye’de bütçe açığı disiplinli bir maliye politikasının sonucu gibi görünse de aslında bütçe açığı bir seferlik gelirlerle, KDV, ÖTV gibi dolaylı vergiler ve ithalattaki artışın yarattığı vergi gelirleri ile finanse edilmektedir. Gider tarafına bakıldığında ise faiz dışı giderlerin 2013 yılında yüzde 15’ yakın arttığı, bunun da yıllık enflasyonun (yüzde 7,5) 2 katı bir artış olduğu görülmektedir. Bu yapı içerisinde 2014 sonunda talepte bir gerileme olacağı, giderler kısmında ise mevcut durumun korunacağı düşünüldüğünde 2015 yılından itibaren bütçe dengeleri de bozulmaya başlayabilir. 2013 yılında vergi incelemeleri sonucunda ortaya çıkan büyük miktardaki kayıp, kaçak matrah farkları düşünüldüğünde denetim kapasitesinin yeniden sorgulanacağı ve alışılagelmiş vergi reformlarının gündeme gelebileceği öngörülebilir. Diğer taraftan bütçede gerçekleşmesi gereken faiz ödemelerine bakıldığında toplum üzerinde meydana getirilen algının ne kadar etkin olduğu görünmektedir. Bütçede faize ayrılan miktar 54 milyar TL dir. Bu miktar 2015 yılında toplam borcumuzun faizinin ödemesine aktarılacak miktarıdır. Faiz ödemesi düşünüldüğünde IMF ye olan borcumuzun ödendiğinin söyleminin aslında 700 milyar dolara yaklaşan iç ve dış borç toplamımızın bir kamuflesi olduğu görülecektir.

CARİ AÇIK KIRILGANLIĞI ARTIRIYOR

Cari açık halen yüksek seviyede seyretmektedir; Uluslararası finansal sermaye piyasalarının 2004 ve 2005’te olağan dışı bir genişlemeden geçmesi ve Türkiye benzeri “yeni yükselen piyasa ekonomilerinin” bu akımlardan yoğun bir şekilde etkilenmesi , cari açık sorununun anlaşılması açısından çok önemlidir. Çünkü, 2002 yılında 1.5 milyar dolar düzeyinde olan cari açık, 2003'te 8.0 milyar dolara, 2004'te de 15.6 milyar dolara yükselmiş, 2013 yılında 64,9 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın 2014 yıl sonu beklentisi 48,8 milyar dolardır). Dış ticaret açığı ise 2013 yılında yaklaşık 80 milyar doları bulmuştur. GSYİH’nın yüzdesi olarak bakıldığında ise cari açık düzeyinin 2013 yılında yüzde 7,9 olarak gerçekleştiği, 2014 sonu itibariyle bu oranın ideal seviye olan yüzde 5’in altına çekilemeyeceği anlaşılmıştır. Bu durum, Türkiye ekonomisini özellikle uluslararası piyasalarda kırılgan hale getirmekte ve petrol, doğalgaz, enerji bağımlılığının yüksek olduğu bir ortamda dış şoklara karşı savunmasız hale getirmektedir. Son denemede cari açıktaki azalma ülke ekonomisinin kendi dinamikleriyle meydana getirdiği üretime dayalı ve bunun akabinde ihracata dayalı bir azalma ile değil aksine, uluslar arası sermayenin istediği doğrultuda ve Rusya'nın tabiri caizse belinin kırılması için yapılan spekülatif hareketler ve var olan kur savaşlarının neticesinde petrol fiyatlarının düşmesiyle ve ülkemize gerçekleşen sıcak para akımı neticesinde gerçekleşmiştir.

BORÇ 800 MİLYAR DOLARA YAKLAŞTI

Borç yükü giderek artmaktadır; Türkiye ekonomisi hem iç borç hem de dış borçlar açısından giderek ağırlaşan bir yükümlülüğün altına girmektedir. Merkezi Yönetim İç Borç Yükü 2014 yılı tamamlanmadan 408,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. Cari işlemler açığının spekülatif nitelikli ve borç arttırıcı bir yöntemle finanse edildiği bir yapıda, 2002 yılında 130,9 milyar dolar olan dış borç yükü ise büyük bir artışla 2014 yılı sonlarında 386, 8 milyar dolara ulaşmıştır. Dış borç yükünün önemli bir kısmı özel sektöre aittir ve bu durum ekonominin kırılganlığı açısından tehlike arz etmektedir. Döviz rezervinin 100 milyar doları aşması dahi bu kadar büyük bir borç yükü karşısında yeterince güvence ve kredibilite olanağı sunmamaktadır.

Bütün bunların ışığında, Türkiye ekonomisinin uzun vadeli ekonomik performansı iyi görünmemektedir. Öncelikle, ekonominin büyüme performansı istikrarlı değildir ve ekonomik büyüme ithalatla, dış finansmanla (sıcak parayla) gerçekleşmektedir. Türkiye ekonomisi açısından cari açık, enflasyon ve işsizlik üç temel sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. ABD’de FED’in, 2015 yılında faiz artırımına gidecek olması ve miktarsal gelişmeyi durduracak olması, Türkiye’de durgunluk veya işsizlikle enflasyonun bir arada gerçekleşmesi mekanizmanın işlemesi için zemin hazırlamaktadır. Bu şartlar altında Merkez Bankasının faizleri azaltmak yerine arttırmak zorunda kalması gerekebilir ve bu süreçte döviz kuru artmaya devam edebilir. Döviz kuru-faiz eksenindeki bu politikalar sonuçta Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadeledeki başarısına yön verecektir. Ayrıca, zaten yavaş yavaş doygunluk belirtisi içinde olan konut ve inşaat sektörü, bütün bu gelişmelerden olumsuz etkilenebilecektir. Bununla birlikte, küresel ekonomik dengelerin değiştiği bir ortamda bu değişimden en çok etkilenecek ülkelerden birisi de Türkiye’dir.

SAADET PARTİSİ'NİN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Doğru temeller üzerine oturursa ve mevcut sıcak paraya dayalı büyüme modeli terk edilirse, Tüketime dayalı değil, üretime dayalı ve ihracata yönelik çalışmalar yapılırsa Türkiye ekonomisinin içine düştüğü bu darboğazdan çıkabilir. Üretimi destekleyici kamu harcamaları, doğru eğitim ve sağlık politikaları beşeri sermayenin ve var olan kaynakların etkin kullanımını ve en önemlisi ekonomik alanda da D-8 projesinin geliştirilerek İslam biriliğine yönelik çalışmaların yapılması ve bu birliğin kurulması hem ekonomik açıdan hem uluslararası dengeler açısından gücümüzü arttıracağından çok önemlidir. Böyle bir birliğin kurulması birlik içinde bulunan ülkelerin pazar sorununu ortadan kaldıracak, gelişmiş ülke denilen batı ülkelerinin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki pazar tahakkümü kalkacak ve bu birlik ülkeleri standartları belirlemede etkin olacağından ve Ar-Ge çalışmalarında birlikte hareket edeceğinden başarı gelecektir.

AĞIR SANAYİ HAMLESİ BAŞLATILMALI

Türkiye bir an önce Derviş-fisher modelinden uzaklaşıp ağır sanayisini geliştirecek hamleler yapmalıdır. Gıda ve İçecek, Tarımsal AR-GE ve Hizmetler, Alternatif Enerji, Otomobil Üretimi çalışmalarına hız vermeli ve faizin ekonomimizdeki belirleyici önceliğini ortadan kaldırarak faizsiz bir ekonomik adil düzen kurmalıdır. Dolayısıyla, çok yönlü sanayileşme stratejileri ve dinamik sektörel analizleriyle, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payının ve öneminin artacağını, özellikle bölgesindeki siyasi konumunun ve itibarının ancak bu şekilde yükselebileceğini söylemek mümkündür.

VERGİ YÜKLERİ AZALTILMALI

Türkiye, artış hızı yavaşlasa da nüfusu artan ve aşırı-plansız kentleşme olgusu ile karşılaşan bir ülke olduğu için sosyo-ekonomik açıdan önemli kararlar alma ya da geleceğe yönelik stratejik önlemler almak zorundadır. Bu yapı içerisinde üretime daha fazla önem verilmesi, istihdam üzerindeki vergi yüklerinin azaltılması, tarımdaki çözülmenin kontrol altına alınması, kaynakların sadece inşaat sektörüne aktarılmaması, teknolojiyi içselleştiren ve katma değeri yüksek ürünler doğrultusunda uzmanlaşma çabasına odaklanılması gerekmektedir. Aksi takdirde ne yüzde 10’larda kemikleşen işsizlik oranı ile (gerçekte bu oran çok daha yüksektir) ne de gelir dağılımı dengesizliği ve yoksulluk ile mücadelede başarılı olunması, toplumun bütününün daha fazla refah, hukuk, adalet ve demokrasi taleplerinin karşılanması mümkün görünmemektedir.

DIŞ POLİTİKADA YAPILAN YANLIŞLAR:

Milli görüş olarak 45 yıldan beri gerek insanımıza gerek İslam coğrafyasına dış politikada temel öncelik olarak deklare ettiğimiz husus İslam Birliği’nin kurulmasıdır. Bu birlik Türki cumhuriyetlerden orta Afrika’ya, balkanlardan uzak Asya ya kadar bütün Müslüman devletleri ekonomik, siyasi bir çatı altında toplama sevdasıdır. Bu öyle bir sevdadır ki yeryüzündeki bütün insanların saadet ve selametini amaçlamaktadır. Dünyada ve coğrafyamızda yaşanan hadiseler göstermektedir ki insanlığın gerek siyasi gerek ekonomik olarak bu birliğin dışında kurtuluş reçetesi görünmemektedir. Bu minvalde değerlendirme yapacak olursak; Sıfır sorun politikası söyleminde idare edilen dış politikamız yetersiz ve başarısızdır. Birinci dünya savaşı öncesinde Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altındaki topraklarda başlatılan “özgürlük, musavvat, eşitlik, “ gibi sloganlarla süslenerek ortaya konulan temelinde İsraillin kurulmasını ve Osmanlı topraklarının parçalanmasını öngören hareketin bir benzerini yüz yıl sonra ,ayını mihraklar bu sefer “Arap baharı” ismi altında Müslüman coğrafya üzerinde yeniden başlatmışlar ve onların başlattığı bu oyunun arkasındaki asıl hedefi göremeyen milletler ve devletler top yekûn bu hareketin yanında yer alarak şu an İslam coğrafyasının düştüğü duruma destek olmuşlardır.

ARAP BAHARI DIŞ DESTEKLİ

Arap baharı neticesinde başlatılan akım sonucunda başta Libya ,mısır olmak üzere bir çok İslam ülkesinde ayaklanmalar dış güçler (planlayıcılar ve programlayıcılar) tarafından desteklenmiş ve neticede bu ülkeler yine ırak örneğinde olduğu gibi kaos ortamına itilmiş parçalanmış ve yer altı ve yer üstü zenginlikleri yine aynı güçler tarafından ele geçirilmiştir. Libya hususunda da hükümetimizin politikaları yanlışlıklarla doludur. Libya hadisesinin başlangıcında gösterilen duruş, daha sonra devam ettirilememiş ve Libya’nın işgalinde de NATO güçlerine İzmir hava üssümüz ve 6 tane gemimizle destekte bulunulmuştur. Şu an Libya ıraktan hiç farklı değildir 45 bölünmüş vaziyettedir ve 1 milyona yakın Müslüman katledilmiştir. Yine ayını akımın neticesinde mısırda meydana gelen hadiselerde ülkemiz yanlış politika ve stratejiler neticesinde, gerçekleşebilecekleri ön görememiş ve Mısır’ da olması gereken eksenden uzaklaşmış ve mısırda da kaos hüküm sürmektedir. Yine aynı akımın etkisinde Suriye’de meydana gelen olaylar neticesinde ,Suriye ile olan stratejik ve ekonomik iş birliği bir anda bitirilerek ,güya Suriye’de ki devrimin çok kısa sürede biteceği ön görülerek önceki politikaların tam tersine bir politik çalışmaya geçilmiş ve burada da başarılı olunamamış ve Suriye parçalanmış ve içinde barındırdığı ve kime hizmet ettiği belli olmayan unsurlarla Türkiye ve yakın komşuları açısından tehlike arz etmeye başlamıştır.

ESAD'CI DİYE SUÇLANDIK

Bütün bu hadiselerden önce Saadet Partisi olarak hükümetimizi ve halkımızı uyardık. Bu Arap baharının asıl amacının İslam coğrafyasını parçalamak ve İsraillin etrafının boşaltılarak, İsraillin güvenliliğini sağlamak ve Büyük İsrail devletinin kurulmasına hizmet ettiğini avazımızın çıktığı kadar haykırdık ama oluşturulan algı çerçevesinde anlatmak istediklerimiz anlaşıl(a)madığı gibi gerek medya ve gerek başkalarının yönlendirilmeleri neticesinde bizler Esat’çı olarak, Kaddafi’ci olarak ve Saddamcı ve diktatör yanlıları olarak suçlandık. Ama hamd olsun ki bu gün gelinen durum milli görüşün ve Saadet partisinin haklılığını yine ortaya koymuştur. Türkiye'nin Sıfır sorun diye başlayan dış politikasının sorunlarla dolu olduğunu göstermiştir.

DIŞ POLİTİKA ÖNERİLERİ

Öncelikle, mevcut hükümet, dış politika sürecini, kurumlar arası diyalog ile, bu sahadaki yetkin kişilerin tavsiyelerini, muhalefet partilerinin tavsiyelerini ve eleştirilerini dikkate alarak yönetmesi gerekmektedir. Eğer dar bir kadro ile yapılacak dış politika süreci, zamanla hata yapmaya müsait hale gelecektir yukarıda örneklerde görüldüğü gibi hatalar yapılmıştır.. Böylece ileriye dönük, kapsamlı, dikkatli şekilde hazırlanmış ve uygulamaya yönelik stratejiler belirlemede sıkıntı yaşanmayabilir. Mevcut yönetim, felsefi anlamda, uluslar arası sisteminde kendisine sağladığı imkanları kullanarak, Türkiye’nin yıllardır yaşadığı sorunları çözme konusunda ciddi girişimler başlattığını iddia etmekte ve söylemektedir, ancak bu girişimler unutulmamalı ki bir başlangıçtır, gazetelerin iddia ettiği gibi kısa sürede hayata geçirilecek ve mevcut sorunların temelini oluşturan görüş ayrılıklarını ortadan kaldıran girişimler değildir. Örneğin, Kıbrıs sorunu konusunda, önceki tezlerimizi bir kenara koyarak kabul ettiğimiz ve mevcut konjonktür çerçevesinde edinmesi mümkün olan en fazla düzeyde çıkarların korunduğu Annan Planı’nı kabul etmek sorunu çözmeye yetmemiş, aksine yukarıda ifade ettiğimiz gibi, Limanların açılması gibi o dönemde verilmiş bir söz, bizi bağlayan bir şart haline gelmiştir. Aynı şekilde, PKK sorunu, Avrupa Birliği üyelik süreci, Ermenistan ile ilişkiler gibi konular da uzun soluklu süreçlerdir ve ancak bir ekip ruhu ile hareket eden ve temelde milli değerleri ön plana alan bir hükümet bu sorunların arzu edilen şekilde sonuçlanmasını sağlayabilecektir. Aksi taktirde, bu sorunlar zamanla Türkiye’nin önüne daha büyük sorunlar çıkarabilirler.

ARAŞTIRMA MERKEZLERİ KURULMALI

Bu tür sorunların ortaya çıkmaması ve aslında Türkiye’nin dış politika konusunda kalıcı, sürdürülebilir ve değişimi sağlayan bir dönüşüm yapabilmesi için, dış politika yapım sürecini değiştirmesi gerekmektedir. Daha açık bir ifadeyle, gerek diğer ülkelerdeki gerekse ülke içindeki kurumlarda yeni bir yapılanma sağlanılmalıdır. Örneğin, hükümetin fikirlerini eleştiren ve kendi görüşlerinin aksine raporlarda sunabilen araştırma merkezlerinin kurulması gerekmektedir. Bu merkezlerde, ideolojik görüşlerden uzak, bilimsel ve metodolojik yaklaşımlara bağlı kalarak görüşler ortaya konulmalıdır. Hükümette bu görüşleri dikkate almalıdır. Tabii üniversitelerden de mutlaka faydalanılması gerekmektedir. Hükümet kendilerinin dışındaki siyasi partilerden mecliste olsun veya olmasın hepsinden dış politika hususunda görüş almalı bunları ideolojik görüntüden ve günlük kısır söylemlerden uzak değerlendirmelidir. Diğer taraftan Türkiye, dış politika alanına ilişkin istihbarat ve dış politika değerlendirme birimleri oluşturmalı ve bunları kalıcı hale getirmelidir. Bu birimler, günlük işleri yürüten birimlerinde görüşlerini alarak, yeni anlayışlar üretmelidir. Buna bağlı olarak danışmanlık mekanizması da daha yararlı hale getirilmelidir. Danışmanlar, Bakanın “bilgi toplayan merkezi olmaktan” çıkarılıp, “bilgi analizi yapan birimi” haline getirilmelidir.

ELÇİLİKLER GÜÇLENDİRİLMELİ

Eğer dış politika yapım ve yürütme süreci daha kapsamlı bir kurumsal yapıya kavuşturulmaz ise, o zaman dış politika aynen günümüzde olduğu gibi “liderler düzeyinde” sürdürülmesi zorunlu alışkanlık haline gelecektir. Türkiye, daha somut örnek vermek gerekirse, ilgilendiği bölgelere daha çok personele sahip, daha ciddi çalışan devlet birimleri kurmalıdır. Bilgiyi doğrudan kendisi almalı ve diğer ülkelerin sadece liderleri ile değil, diğer devlet görevlileri ile temas halinde bulunmalıdır. Orta Asya gibi ülkelerde, Türkiye’nin istediği başarıyı sağlayamamasının nedenlerinden birisi budur. Türkiye, dış politikasını kapsamlı ve planlı bir şekilde sürdürmelidir, sürdürmek zorundadır. Türkiye, yıllardır sürdürdüğü şüpheci yaklaşımından uzaklaşıp, risk alan, aldığı riskleri de dikkatlice hazırlanmış stratejiler ile iyi yöneten bir ülke olarak uluslar arası sistemdeki yerini almaya devam etmelidir. Fakat yine de yöneticiler dış politikadaki gelişmeleri sürekli kendisine mal ederek, iç politika malzemesi yapmaktan uzaklaşmalıdır. Türkiye’nin, Kafkaslar’da istikrarı sağlamaya, Afrika, Latin Amerika, Orta Asya ve Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini her açıdan geliştirmeye, karşılıklı bağımlılık anlayışının hakim olduğu mevcut uluslar arası sistemde ihtiyacı vardır.

İSLAM COĞRAFYASINDAN UZAKLAŞILIYOR

Son 12 Senedir Avrupa birliğine girmek için atılan adımlar ülkemizi ileri bir seviye ye götürmediği gibi aksine toplumumuzun sosyal dokusunu bozmakta ve insanımızın ahlaki ve manevi yapısını dejenerasyona uğratmaktadır. Avrupa birliği adına çıkartılan uyum yasaları ve düzenlemeler neticesinde yapılan değişiklikler, hedefler, stratejiler ülkemizi hızla İslam coğrafyasından uzaklaştırmakta İslam birliği hususundaki çalışmaları akamete uğratmaktadır. Diğer taraftan ülkemiz aleyhine gerçekleşen veya gerçekleştirilmeye çalışılan sosyo ve siyasi stratejik durumlar karşısında bu birliğin ülkemiz lehine bir duruşunu göremediğimiz gibi aksine aleyhe durumlar ve çalışmalar sergilediğini görmekteyiz. Bu minvalde hükümetimizden beklediğimiz, Avrupa birliğine girme çalışmalarından ve hatta Şangay beşlisi birliğine girmeye yönelik çalışmalardan sarfı nazar edilmesidir. Yukarıda belirttiğimiz hususlar ışığında; Etkin ve güçlü bir dış politika gerçekleştirilmesi için öncelikle Türkiye’nin istikamet değişikliği yapmak zorunluluğu vardır. Türkiye, Tarih boyunca bütün insanlığa fitne ve fesat yaymanın dışında bir şey yapmamış ,insanlığın felaketine 1.2. dünya savaşlarını çıkartarak sebep olmuş ve gelişmişliğini diğer ülkelerin bütün değerlerini sömürme üstüne kurmuş batı ekseninden bir an önce çıkmalı ve yeniden hak ve adalet merkezli bir birlik kurmak ve bütün insanlığın saadet ve selameti için İslam Birliği'ni kurma çalışmalarına hız vermelidir.

SOSYAL DOKU BOZULUYOR

Avrupa birliği adına gerçekleştirilen uyum yasaları ve düzenlemeler neticesinde ve uygulanan yanlış politikalar muvacehesinde, sosyal dokumuz hızla bozulmuş, manevi değerlerimiz örselenmiş ,tabiri caizse doğu batı arasında sıkışan düşünce iklimimiz hakkı ve hakikati görmenin çok ötesinde gerçeklerden uzaklaşmış ve istenmeyen sonuçlar meydana gelmiştir. Öncelikle belirtmek isteriz ki Aile yapımızdaki bozulma boşanma oranlarının hızla artmasına sebep olmuş, gerek maddi gerek manevi sebepler boşanma oranlarını evlenme oranlarının önüne geçirmiştir. Zinanın suç olmaktan çıkartılması veya zinanın suç olması yönünde yasal düzenleme yapılmaması, basın yayın yoluyla bu tür yaşam tarzının özendirilmesine yönelik yayınların önüne geçilmemesi ve gerekli yaptırımların uygulanmaması aile yapımızın çatırdamasına yol açtığı gibi sosyal dokumuzu da zedelemiştir. Üretmeden tüketmeye yönelik yapılan propagandaların neticesinde ve gelişmişlik düzeyinin elde edilen maddi varlıklarla ölçülmesinin de getirdiği düşünce yapısının etkisiyle ve “faiz bir dünya gerçeğidir “ söylemi ve bunun etrafının gerek siyasi gerek ilmi söylemlerle doldurulması sonucunda hızla toplum bankalara yönelmiş ve küresel sermayenin istediği doğrultuda toplum bankalara borçlanmış ve faiz belasına müptela olmuştur. Bu gün neredeyse içinde yaşadığımız toplumun yüzde 70'lere yakın kesimi bankalara borçludur ve bu borç miktarı sadece kredi kartları açısından bakılırsa 250 milyar TL civarında bütün krediler açısından bakılırsa 1 trilyon liranın üstündedir. Hal böyle olunca borç ödemeden acze düşen toplumlumuzda aileler çatırdamakta, intiharalar artmakta, suç oranları yükselmektedir.

ADLİYELER BÜYÜYOR, SUÇ ARTIYOR

Adiyeler büyütülmüş ve yeni adliyeler yapılmıştır. Bir ülkede Adliyelerin büyüklüğü ve mahkeme sayısının artması o ülkenin sosyal yapısının gelişmişliği ile ters orantılıdır. Bu gün adliyelerimizde mahkeme sayıları ve icra daireleri sayıları artmıştır. Bu durum insanımızın içine düştüğü hali göstermesi açısından önem arz etmektedir. İcra dosyaları sayısı dava dosyaları sayısı nüfus artışına ters orantılı olarak artmaktadır. Uyuşturucu kullanma yaşı düşmüş ve gençlerimizin çoğunluğu bu belaya müptela olmuştur. Bunun sebebi ise ahlaki ve manevi yapının zayıflaması ve bu uyuşturucu ticareti yapanlarla ilgili yaptırımların zayıflığı ve gençliği hakka ve hakikate çağıracak ve gençliğimizin manevi iklimini geliştirecek yapıların ortadan kalkmasıdır.

DERSLERDE AB ETKİSİ VAR

Evet imam hatiplerin sayısı artmıştır. Din dersleri müfredatımızda daha çok yer almaktadır. Hatta kur ’anı Kerim seçmeli ders haline getirilmiştir. Bunlar için hükümetimize teşekkür ediyoruz. Ama gözden kaçırılmaması gereken husus şudur bütün bunlar olurken bu düzenlemelerin içi doldurulamamıştır. Diğer taraftan eğitim sistemimiz yap boz tahtasına dönmüştür. Müfredat sürekli değiştirilmiş, eğitim politikaları sürekli değiştirilmiş ve bunun neticesinde eğitim sistemimiz oturmamış ve gerekli verim memleketimiz adına, İslam coğrafyası adına ve bütün insanlığın saadeti ve selameti adına alınamamıştır. Eğitim sistemimizdeki bu yanlışlıklarda ve eksikliklerde de Avrupa birliği adına yapılan düzenlemelerin etkisi olduğu çok bariz bir şekilde ortadadır. Yapılan hukuki düzenlemeler ve torba yasalar toplumumuzun istekleri ve sosyal yapımızın gerekleri doğrultusunda değil biraz önce söylemiş olduğumuz kriterler doğrultusunda gerçekleşmektedir. Dolayısıyla hak ve hürriyetler bağlamında, ifade özgürlüğü noktasında demokratik hakların kullanımı noktasında ilerleme değil gerileme meydana gelmektedir.

YOZLAŞMA TOPYEKÜN ÖNLENEBİLİR

Bilindiği üzere siyasi hareketimizin temel unsurlarından biri Rahmetli Erbakan Hocamızın siyasi hareketimi başlattığı gün belirttiği üzere “Önce Ahlak Ve Maneviyat”tır. Bilinmelidir ki ekonomik olarak çöken toplumlar, siyasi olarak çöken toplumlar tekrar ayağa kalkabilir ama ahlak ve maneviyat yönünden çöken toplumlar ayağa kalkamaz bu sebeple bizim öncelikli çağrımız hükümetimizle beraber bütün sivil toplum örgütlerine, kanaat önderlerine, ilim adamalarımıza, bütün siyasi partilerimizdir. Çağrımız şudur kendi milletimizle beraber bütün insanlığı iyiliği emredip kötülükten men noktasında bir duruş sergilenmesidir. Bu da hep beraber ve top yekün yapılacak bir harekettir. Oluşturulan algılardan sıyrılıp hak ve doğru bilinen gerçekler söylenmeli, yapılan iyi işler övülürken, ortaya çıkan kötülüklerin men i hususunda gereken söylenmeli ve yapılmalıdır. Toplum birbirini uyarmalı hayra teşvik etmeli ve kötülüklerden men etmek için çalışmalıdır. Sadece hükümet değil vakıflar dernekler kamu kurumu statüsündeki kurum ve dernekler ,medya ve basın bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak ahlaki yapısı yozlaşan toplumumuzun imar ve ıslahı için topyekün el ele verip gerekli çalışmaları başlatmalı ve yapmalıdır. İnanıyoruz ki hak galebe çalacak Allah yardım edecek yaşanabilir Türkiye’yi, yeniden büyük Türkiye’yi ve yeni bir dünyayı Bütün milletimizle beraber gerçekleştireceğiz.

merhabahaber.com

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Gündem Haberleri