Maarif Vekâleti’ne, Talim ve Terbiye Kurulu’na sesleniyorum: “Mev’ud Aden”de ısrar edip, fidanlarımızı kurutmaya devam edecek misiniz? Ne zaman uyanacaksınız?
Mev’ud Aden, va’d edilen cennet, mamur bir bölge, konforlu bir hayat. Bulgar kızı, Ömer Seyfettin’i gördüğü her yerde şöyle seslenirdi:
Naş, naş,
Çarigrat naş…
Raz-va-tri,
Zabit oldu deli, divane, granit heykel gibi endamına, hilal kaşına, şehla bakışına. Duramadı yerinde Mah’ı gördüğü her yerde, elindeki dürbünle, seyreder oldu. Mihr bu şiiri he söylediğinde, büyük bir deruni aşk ve şevkle terennüm ederdi:
Naş, naş,
Çarigrat naş…
Bulgarca biliyormuş gibi hayalinden geçtiği şekilde, şöyle tercüme etti:
Seni çok seviyorum,
Seni çok seviyorum,
Balkanlardan Şipkadan,
Aşıp geldim sana,
Meriç bak olamadı,
Bir set benim yoluma.
Seni çok seviyorum,
Seni çok seviyorum.
Firak vakti gelmişti, hatıra olarak defterine yazacaktı, Bulgar bir ihtiyar köylüye sordu:
Çorbacı ne demek?
Naş, naş,
Çarigrat naş…
İhtiyarın beti benzi soldu, küçük sönük gözleri parladı. Hâşâ efendim, dedi; biz bunu kabul etmeyiz. Şu evdeki kızı tanır mısın?
- Tanırım,
- Adı ne?
- Rana, babası kilisede papazdı, sonra komitacı oldu. Geçen sene Velmefçe’de vuruldu. Derin düşüncelere daldı. Dinlediğim, söylediğim lirik şarkı, bu oynak aşk neşidesinin acaba, müstehcen, ayıp bir güftesi mi vardı? Haydi, söyle, ne demek?
Naş, naş,
Çarigrat naş…
- Şey efendim.
Raz-va-tri,
- Ne canım.
Bizim olacak, bizim olacak,
İstanbul bizim olacak…
Bir- iki –üç,
Beyninden vurulmuşa döndü, kalbi sanki yırtılmıştı, bu küstahlık kendinden ziyade, milletline yapılmıştı.
Bir hafta kalkamadı yerinden, gece seyr halindeyken, karşısına eşkıyanın çıkmasını, öldürmesini istedi… Gayesiz, hedefsiz, midesine ve nefsine düşkün, heva ve hevesini ilahlaştıran Zabit’i. Bulgar kızı kadar olamayan süfli İttihatçıyı…
Tabiye, Coğrafya-yı, askerî, istihkâm kitaplarının sahifelerini, ezberlerken yorulan gözerime görünen Mev’ud Adendi. Eğlence içinde yaşamak, refah bir hayat sürmek, fildişi kulelerde iskân etmek…
Bu şarkıyı işittikçe benliğimde, bir tatlılık, haris bir muaşaka, uzaktan uzağa… Eflâtunî bir şehvet yayılırdı. Kendince mukaddes bir fikir peşinde koşan komitacının kızı ile aramızdaki fark işte budur.
Zabit erkânıharp olamadı, mabedi başına yıkıldı, haris bir zabit gibi ezildi, kendini bundan sonra mihaniki bir makine gibi hissetti…
Derste, talimde pireyi deve ederek maiyetine kızardı, onları azarlardı. Mefkûre ve medeniyet diye bir hedefi olmayan zavallı işte böyle alçalırdı… Zabit kendi kendine böyle söylenirdi…
Cihan harbi sonunda, İstanbul’un işgali, mütareke; bu arada İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri, Dersaadet’ten kaçmaları, hastalığını artırdı ve öldü.
Not: Sayın okuyucu, inşallah yakında dördüncü kitabımızı çıkaracağız, yoğun bir çalışma içindeyiz. Bu nedenle bir ay yazılarıma ara veriyorum. Hoşça kalın.