Havanın tabiatıyla oynandı, doğal olan bir çok şeye insanın pis ve suçlu elleriyle müdahale edildi; tohumlar, hepsi değiştirildi, kirletildi vesaire... Amenna.
Peki ne zaman oldu tüm bunlar tam olarak? Ne zaman? Bu kanlı savaştaki ilk kurşun kim tarafından, hangi vakitte ve hangi gerekçeyle sıkıldı? Kim başlattı?
Sanki her şeyin henüz en temiz ve gerçek olan halini hala hatırlıyorum çünkü. Kişisel tarihimin anıları mı, yoksa, kadim zamanlara kadar uzanan insanlık tarihinin en eski ortak anılarından ve bilincinden mi yadigar ve miras bana bu hatıralar? Ayırdına varamıyorum. Ne zaman gözlerimi kısarak o günlerin ne kadar eskiye kadar uzandığına bakıp bunu görmeye calışsam, baş dönmesinden, bakışlarımın kararmasından ve sarhoşluktan başka hiç bir şey geçmiyor elime.
Öyle ya, kendi geçmişimiz; özellikle de çocukluk dönemimiz bir yerde efsaneleşiyor zihnimizde. Hatıralar ve gerçekler, zamanın geçmişe bakan kocaman ve gizemli kollarının arasındaki yerini bir kez almaya görsün, o devasa kucağın içine ve gözden tamamen sırlanmış bir yere kaçışıp saklanıveriyorlar hepsi birden. Böylece, kendi anılarından yana bile şüpheye düşüveriyor insan "bu bilgiler bizzat bana mi ait, yoksa, kendi doğumumdan çok daha eski bir vakitten miras kalan 'aktarılmış' malumatlar mıdır tüm bunlar diye?
En azından benim için öyle. Neyin öğrenilmiş ve neyin aktarılmış bir bilgi olduğundan tam olarak emin olamıyorum bazen. Mesela, işte başta bahsettiğim 'doğanın o en temiz, gerçek ve güzel hali'... Çocukluğumda mı tanık oldum buna, yoksa, atalarımdan gelen ortak bir anı, bir bilgi midir bu?
Fakat o zamanları anlatayım size şimdi, bırakın da. Ata yurdumuzun ve ana vatanımızın aslında cennet olduğunu söyler ya bir çok dini kaynak... Sanırım bu doğru. Kendimi yemyeşil bahçelerdeyken hatırladığım zamanlarda bir yaşanmışlığım var benim çünkü. Öyle bir zaman kesiti mevcut bende. Yeşil bahçe tanımı, Dünya'ya ait bir tabir gibi görünüyor olsa da sözünü ettiğim şey, şu anda bildiğim hiç bir sıfatın betimleyemeyeceği, hatta bunun yanına bile yaklaşamayacağı kadar baş döndürücü ve büyüleyici bir bahçe. Bahçeyi bahçr yapan bitki, su, koku ve ses... Hiç birisi de bu diyarlara ait değil bir de, belli. Cümlelerin öznesi mi, gizli öznesi mi, yoksa, tüm bunlara yalnızca dışarıdan tanıklık eden bir şahit miyim, o kısımlar da bulanık aslında. Her mevsimin hakkıyla yaşandığı vakitlerdi bir de tüm o günler; şimdiki gibi değil. Sahi, ne zamandır kış mevsimleri, başlı başına, esaslı bir mevsim olmaktan çıkıp da ara bir mevsim olan sonbaharın yalnızca sönük bir uzantısı olmaya başladı gerçekten? Burayı okuyanların kendi çocukluk dönemleri, o günlere şahitlik etmiş midir peki? Ya da kendi şahitliğim, gerçekten bizatihi bana mi aittir, yoksa, eskilerden aktartılmış ve efsaneleşmiş bilgiler midir bilmiyorum, bilemiyorum.
Bir de, bambaşka bir parantez açmış olacağım ama konuyu dağıtmak pahasına bile olsa, kısaca da olsa sözünü etmem gereken bir detay var sanırım. Kadınlar kadın, erkekler de erkek iken mevsimler hakkıyla yaşanıyordu o zamanlarda. Dikkat etmediniz mi, doğanin ve insanî ilişkilerin bozulması da hemen hemen aynı zamanlara tekabül ediyor çünkü hep. Mevsimlere yer vermeyen takvimleri eskitmemiz ve romantizm ve aşk gibi duygulara yer vermeyen ilişkileri tüketmemiz, aynı şeyler bu minvalde. Çiçeklenip meyve vermesini beklemek icin fazla sabırsız ve arsız davranarak o gızel dalları öfke ve hınçla kırıp atmak ve gerçekten de çiçeklenmiş ağaç dallarının dün yağan karla birlikte donup ölmesi...
Ne var ki, hatırlıyorum. Baharın bahar, yazın yaz, kışın kış ve herkesin kendi cinsinin hakkını özenle ve sevgiyle verdiği günleri hatırlıyorum. Ama kendi kişisel tarihimden, ama kadim zamanlardan... Sonuçta bir şekilde biliyorum. Öyle bir yaşamanın mümkün olduğunu biliyorum. Ve biliyor musunuz, bunun için hiç bir mantıklı gerekçe, açıklama, ya da, dayanak bulamasam da o günlerin geri geleceğini, ya da bizim o vakitlere geri döneceğimizi ama bir şekilde onlarla bir buluşma ve kavuşum anının yaşanacağını sanıyorum.