Bundan yıllar önce “Yine mi potalar altında…” derken potalar altından kurtulduk, güzel salonlarda Mevlana’yı anmaya başladık. Bu sefer de “Yine mi Ahmet Özhan?” şikayetleri duyar olduk. Her sene aynı isimler, aynı törenler kabak tadı vermeye başladı sızlanmaları altında bir tören mevsimi daha başladı.
Bu arada yine son yıllarda Şeb-i Arus’un Konya dışında icra edilip edilmemesi de tartışılıyor. Sonuçta herkes O’nu anma, O’nu anlatma peşinde bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Anlatanın kim olması, ne olması, nerede olması tamam tartışılsın ama esas mühim olan anlatılanın doğru olması değil midir?
İmam Gazali İhya’sında anlatır, meşhur hikayedir: Bir odaya fil koymuşlar ve 3-5 tane kör adamı da teker teker odaya sokup, çıkınca soruyorlar: İçeride ne var? Körlerden filin kuyruğuna dokunan yılan, kulağına dokunan yelpaze, bacağına dokunan etten sütun, dişine dokunan, karnına dokunan, burnuna… dokunan hepsi bir başka kelimeyle fili tarif ediyor. Hiçbiri de adam akıllı içeride bir fil var diyemiyor.
Bunun gibi Hz. Mevlana da yıllardan beri şurada burada birileri tarafından anlatılır, anlattığı zannedilir. Sonuçta bir bakarız ki Mevlana ya hümanist, ya feminist, ya komünist ya da Kemalist… bir adam olarak karşımıza çıkmıştır. Her türlü ad yakıştırıldığı halde bir türlü Mevlana, Mevlana olarak ortaya konmaz.
Halbuki Mevlana ulaşılmayan, erişilmeyen, anlaşılmayan bir bilmece, masal kahramanı, efsane değil ki. Adam bizim gibi normal bir hayat yaşamış, ne yaptığı ne yapmadığı belli olan bir insan ve eserler ortaya koyarak kendisinin ne olduğunu, hangi düşüncelere sahip olduğunu da başkalarından önce kendisi anlatmış.
Elli kere, yüz kere “Ben kul oldum, ben kul oldum, her köle azad edildiği zaman sevinir, İlahi ben sana tam köle olduğum zaman sevinirim” demiş.
“Ben Kur’an’ın kölesi, Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’in ayağının tozuyum.” Diye haykırmış.
Son vasiyetinde insanlara “Allah’tan korkmayı, namazı, orucu, günahlardan, şehvetlerden kaçmayı, sefihlerle oturmamayı…” tavsiye eden bir Müslüman veliyi illa da başka kalıplara oturtmanın başka şablonlara sığdırmanın ne alemi var?
O’nun en büyük kerametlerinden birisi de kendisinin hep yanlış anlaşıldığını, yanlış anlaşılacağını bilmesi ve hemen Mesnevi’nin ilk beyitlerinde bundan acızlanmasıdır. Herkesin kendi kafasına göre O’nu yorumlaması ve insanlarda O’ndaki sırrı, inancı anlayacak göz, kulak ve kafanın olmayışından epeyce muzdarip olduğunu belirterek başlar o büyük eserine.
“Falana göre, filana göre Mevlana” değil, “Mevlana’ya göre Mevlana”yı anlamak için en iyi yol, O’nu kendi kitaplarından, kendi sözlerinden, kendi anlattıklarından tanımaya çalışmaktır.
Tabii şu da çok önemli bir gerçek ki Mevla’yı doğru dürüst tanımayanlar, Mevlana’yı da doğru dürüst tanıyamazlar, tanıtamazlar. Bundan dolayı Mevla’yı tanımadan Mevlana’yı tanımaya ve tanıtmaya kalkanlar hep sapıtıyorlar.
Öyleyse önce gerçek Mevla’mızı tanıyalım, sonra Mevlana’yı tanıyalım. Her yatsı sonrası okuduğumuz Amenerrasülü’nün sonundaki “Ente Mevlana” sözünü de unutmayalım! Bir Kur’an tabiri olan “Mevlana”nın anlamını iyi bilelim ve ona göre konuşalım.