Mevlânâ Hazretleri Horasanın Belh şehrinde 20 Eylül 1207 yılında doğmuştur. Babası Sultanü’l Ulema Bahaeddin Veled, annesi Mümine hanımdır. Baba Bahaeddin Veled; devrin en güzide alim ve tasavvuf liderlerinden biridir. On binlerce insan O’nun ilim, irfan, sevgi ve muhabbet halkasının içine girmiş, O’ndan feyz ve ilham almaktadırlar. Bazı münafıklar Harzemşah Sultanına: “Bir gün adam senin tacını tahtını elinden alabilir. Kayıtsız şartsız itaat eden on binlerce insanı görüyorsun…” gibi sözlerle korkutunca, Sultan bir buluşmaları esnasında; “Efendi hazretleri, bir ormanda iki aslan, bir beldede iki sultan olur mu?” diye sorunca, Mevlânâ'nın babası sultanın kaygılarını anlayıp, kısa bir hazırlıktan sonra, ailesi ve bazı dostları ile birlikte Bağdat, Mekke, Şam güzergâhından Karaman’a gelip yerleşmişlerdir.
Mevlânâ daha küçük bir çocuk, memleketleri olan Belh şehrinden çıkıp babası ile beraber, Anadolu'ya doğru gelirlerken Nişabur Şehrinde Şeyh Feridüddin-i Attar Hazretleri’ni ziyaret etmişlerdir. Ayrılırken Babası önde, Küçük Mevlânâ arkada kapıdan çıkarlarken, Allah'ın lütfu ile istikbali gören, keşfeden ve Mevlânâ'nın ilerde ne büyük bir alim, bir mürşid olacağına işaretle Şeyh Attar: “Hayret. Koskoca bir umman (okyanus), küçücük bir gölü (Babasını kastederek) takip ediyor” demiştir.(1)
Her geçtiği yerde kendilerine, İslam aleminde bilinen, şöhreti duyulan birisi olduğu için büyük izzet ve ikram gösterilmiştir. Hatta her beldenin idarecileri, kendi şehirlerine yerleşmelerini ısrarla teklif etmişler ama, onlar Karaman’a kadar gelip oraya yerleşmişlerdir. Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun ve kardeşi Muhammed Alâaddin orada vefat etmişlerdir. Mevlânâ da kendileri ile beraber gelen Şerafettin Lala’nın kızı Gevher Hatunla evlenmiş ve Sultan Veled ve Alâaddin isimli çocukları Karaman’da doğmuşlardır. Bu sıralarda Selçuklu başkenti Konya’da ilmi ve ilim erbabını çok seven, onlara iltifat eden Alâaddin Keykubat hüküm sürmektedir. Muhiddin Arabi, Sadrettin Konevi gibi güzide alimler, ayrıca Abbasi Halifeleri nezdinden gelen Şehâbettin Sühreverdî ve benzeri Ülemanın teşrifi ile Konya bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. Bu alimler halkasına katılması için Sultan Keykubat, Bahaaeddin Veled’e davetiye göndermiş, Bu davet üzerine 7 yıl kaldıkları Karaman’dan ayrılıp Konya’ya gelmişlerdir.
Sultan Keykubat bu büyük alime hürmetinden dolayı onun yanında atına binmeyip, yaya yürümek istermiş ama, Bahaeddin Veled de buna katiyen müsaade etmemiş, Sultanı rica-minnet atına bindirmiştir.(2)
İki sene sonra Bahaeddin Veled vefat edince yerine oğlu Mevlânâ Celâleddin Rumi geçmiştir. İlim ve irfan meşalesini taşımaya, etrafını aydınlatmaya, insanlara hak ve hakikati göstermeye başlamıştır. Çok büyük bir izzet ve itibar görmüş, birçok talebe yetiştirmiş, nâmı ve şânı her tarafa yayılmış, derslerine katılmak, manevi feyiz almak, O’nun mana deryasında sörf yapabilmek, aşk, muhabbet ve insan sevgisini anlayabilmek için her beldeden akın akın insanlar gelmiş, zaman zaman Sultanlar ve devlet ricali de derslerine katılmıştır.
O’nun sayesinde, zaten Selçuklu devletinin başkenti olan Konya bir başka yönüyle de temayüz etmiş, ilim, aşk ve muhabbet yuvası haline gelmiştir. Hz. Mevlânâ dolu dolu geçen 76 senelik bir ömür neticesi, 12 Aralık 1273 de vefat emiştir. Her dinden, her mezhepten ve her görüşten birçok insan tabutuna yapışıp göz yaşı dökmüştür.
“Hz. Mevlanâ’nın cenazesinde mahşeri bir kalabalık vardır. Her dinden her cinsten on binlerce insan... Herkes Hazretin cenazesi bizim evimizden, bizim eşiğimizden, bizim sokağımızdan, bizim mahallemizden de geçsin diye, o kadar ısrar ederler ki üç tabut parçalanır. Toprağa verilmesi ancak 18 Aralık’ta mümkün olur...”(3)
Bugünkü Türbenin olduğu yere babasının yanına gömülmüştür. O zaman türbe yoktur. Hayatında “Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur” diye türbe yapılmasına rıza göstermez ama Oğlu Sultan Veled zamanında Selçuklu Beylerinden Alameddin Kayser tarafından bir türbe yaptırılmıştır.(4) Bilâhare Gedik Ahmet Paşa tarafından bugünkü türbe bina ettirilmiş,(5) Daha sonra birçok ilâveler, tamirat ve tadilâtlar yapılmıştır. Yavuz dönemindeki bir tadilât esnasında Mevlânâ'nın üzerindeki sanduka yenilenmiş, eski sanduka babasının sandukasının üzerine konmuştur. Bu sandukanın boyu yükselince halk arasında bir hurafe yayılıp; “Mevlânâ vefat edip kabre konacağında Onun ilmine hürmeten babası kabrinde ayağa kalkmış” denmiştir. Mevlânâ soyunun medfun bulunduğu bu külliye, 1926 yılında Müze haline dönüştürülmüştür. Yeşil Türbe veya Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe-Yeşil Türbe) denen bu yapı Konya'nın sembolü haline gelmiş, her yerde Konya'yı yansıtır olmuştur. Arif Nihat Asya merhumun konuyla ilgili Kubbe-i Hadra isimli çok güzel bir şiirini vererek makalemizi bitirelim:
Her etek tennûredir,
Her satır bir sûredir
Her edâ mânâ demek...
Konya Mevlânâ demek
Gel ki yollar boş değil;
Her nefes ney, her yeşil,
Kubbe-i Hadrâ demek,
Konya Mevlânâ demek
Türk alırken Asya'yı
Mevlevîler Konya'yı,
Etmiş istila demek
Konya Mevlânâ demek!
Burda yer, gök ihtizâz
Burda boş dönmez niyâz
Burda yoktur “La” demek
Konya Mevlânâ demek!
Kar döner, rüzgâr döner;
Yol döner, yollar döner...
Yok bir istisnâ, demek...
Konya Mevlânâ demek!
Kaynak:
1- Dr. Mehmet Önder, Gönüller Sultanı Mevlânâ 2000, s.15.
2- Nezihe Araz, Anadolu Erenleri, Özgür Yayınları, İst. 2000,s.442.
3- Yavuz Bülen Bâkıler, Arif Nihat Asya’nın Mevlevî Şeyhliği,
Türk Edebiyatı Dergisi, Kasım 2004, Sayı 373, s.34.
4- Abdülbakı Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İst. 1952, s.130-134
5- Konya Tarihi, İbrahim Hakkı Konyalı,1965, s.27.
Mevlânâ daha küçük bir çocuk, memleketleri olan Belh şehrinden çıkıp babası ile beraber, Anadolu'ya doğru gelirlerken Nişabur Şehrinde Şeyh Feridüddin-i Attar Hazretleri’ni ziyaret etmişlerdir. Ayrılırken Babası önde, Küçük Mevlânâ arkada kapıdan çıkarlarken, Allah'ın lütfu ile istikbali gören, keşfeden ve Mevlânâ'nın ilerde ne büyük bir alim, bir mürşid olacağına işaretle Şeyh Attar: “Hayret. Koskoca bir umman (okyanus), küçücük bir gölü (Babasını kastederek) takip ediyor” demiştir.(1)
Her geçtiği yerde kendilerine, İslam aleminde bilinen, şöhreti duyulan birisi olduğu için büyük izzet ve ikram gösterilmiştir. Hatta her beldenin idarecileri, kendi şehirlerine yerleşmelerini ısrarla teklif etmişler ama, onlar Karaman’a kadar gelip oraya yerleşmişlerdir. Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun ve kardeşi Muhammed Alâaddin orada vefat etmişlerdir. Mevlânâ da kendileri ile beraber gelen Şerafettin Lala’nın kızı Gevher Hatunla evlenmiş ve Sultan Veled ve Alâaddin isimli çocukları Karaman’da doğmuşlardır. Bu sıralarda Selçuklu başkenti Konya’da ilmi ve ilim erbabını çok seven, onlara iltifat eden Alâaddin Keykubat hüküm sürmektedir. Muhiddin Arabi, Sadrettin Konevi gibi güzide alimler, ayrıca Abbasi Halifeleri nezdinden gelen Şehâbettin Sühreverdî ve benzeri Ülemanın teşrifi ile Konya bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. Bu alimler halkasına katılması için Sultan Keykubat, Bahaaeddin Veled’e davetiye göndermiş, Bu davet üzerine 7 yıl kaldıkları Karaman’dan ayrılıp Konya’ya gelmişlerdir.
Sultan Keykubat bu büyük alime hürmetinden dolayı onun yanında atına binmeyip, yaya yürümek istermiş ama, Bahaeddin Veled de buna katiyen müsaade etmemiş, Sultanı rica-minnet atına bindirmiştir.(2)
İki sene sonra Bahaeddin Veled vefat edince yerine oğlu Mevlânâ Celâleddin Rumi geçmiştir. İlim ve irfan meşalesini taşımaya, etrafını aydınlatmaya, insanlara hak ve hakikati göstermeye başlamıştır. Çok büyük bir izzet ve itibar görmüş, birçok talebe yetiştirmiş, nâmı ve şânı her tarafa yayılmış, derslerine katılmak, manevi feyiz almak, O’nun mana deryasında sörf yapabilmek, aşk, muhabbet ve insan sevgisini anlayabilmek için her beldeden akın akın insanlar gelmiş, zaman zaman Sultanlar ve devlet ricali de derslerine katılmıştır.
O’nun sayesinde, zaten Selçuklu devletinin başkenti olan Konya bir başka yönüyle de temayüz etmiş, ilim, aşk ve muhabbet yuvası haline gelmiştir. Hz. Mevlânâ dolu dolu geçen 76 senelik bir ömür neticesi, 12 Aralık 1273 de vefat emiştir. Her dinden, her mezhepten ve her görüşten birçok insan tabutuna yapışıp göz yaşı dökmüştür.
“Hz. Mevlanâ’nın cenazesinde mahşeri bir kalabalık vardır. Her dinden her cinsten on binlerce insan... Herkes Hazretin cenazesi bizim evimizden, bizim eşiğimizden, bizim sokağımızdan, bizim mahallemizden de geçsin diye, o kadar ısrar ederler ki üç tabut parçalanır. Toprağa verilmesi ancak 18 Aralık’ta mümkün olur...”(3)
Bugünkü Türbenin olduğu yere babasının yanına gömülmüştür. O zaman türbe yoktur. Hayatında “Gök kubbeden daha iyi türbe mi olur” diye türbe yapılmasına rıza göstermez ama Oğlu Sultan Veled zamanında Selçuklu Beylerinden Alameddin Kayser tarafından bir türbe yaptırılmıştır.(4) Bilâhare Gedik Ahmet Paşa tarafından bugünkü türbe bina ettirilmiş,(5) Daha sonra birçok ilâveler, tamirat ve tadilâtlar yapılmıştır. Yavuz dönemindeki bir tadilât esnasında Mevlânâ'nın üzerindeki sanduka yenilenmiş, eski sanduka babasının sandukasının üzerine konmuştur. Bu sandukanın boyu yükselince halk arasında bir hurafe yayılıp; “Mevlânâ vefat edip kabre konacağında Onun ilmine hürmeten babası kabrinde ayağa kalkmış” denmiştir. Mevlânâ soyunun medfun bulunduğu bu külliye, 1926 yılında Müze haline dönüştürülmüştür. Yeşil Türbe veya Kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe-Yeşil Türbe) denen bu yapı Konya'nın sembolü haline gelmiş, her yerde Konya'yı yansıtır olmuştur. Arif Nihat Asya merhumun konuyla ilgili Kubbe-i Hadra isimli çok güzel bir şiirini vererek makalemizi bitirelim:
Her etek tennûredir,
Her satır bir sûredir
Her edâ mânâ demek...
Konya Mevlânâ demek
Gel ki yollar boş değil;
Her nefes ney, her yeşil,
Kubbe-i Hadrâ demek,
Konya Mevlânâ demek
Türk alırken Asya'yı
Mevlevîler Konya'yı,
Etmiş istila demek
Konya Mevlânâ demek!
Burda yer, gök ihtizâz
Burda boş dönmez niyâz
Burda yoktur “La” demek
Konya Mevlânâ demek!
Kar döner, rüzgâr döner;
Yol döner, yollar döner...
Yok bir istisnâ, demek...
Konya Mevlânâ demek!
Kaynak:
1- Dr. Mehmet Önder, Gönüller Sultanı Mevlânâ 2000, s.15.
2- Nezihe Araz, Anadolu Erenleri, Özgür Yayınları, İst. 2000,s.442.
3- Yavuz Bülen Bâkıler, Arif Nihat Asya’nın Mevlevî Şeyhliği,
Türk Edebiyatı Dergisi, Kasım 2004, Sayı 373, s.34.
4- Abdülbakı Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, İst. 1952, s.130-134
5- Konya Tarihi, İbrahim Hakkı Konyalı,1965, s.27.