“Hiçbir aşk tanımlayamaz hayatı!
Hiçbir serüven mutlu bitmek zorunda değil!
Kelimeler tüm ağırlığınca düşüyor üzerime.
Gömlekleri arkadan yırtılanlar gelsin beriye.
/Züleyhalar da…/” (Hikmet Kızıl; Metruk Şehre Lânet Okuma Alfabesi)
Sıra dışı, müstesna bir kalemdir Hikmet Kızıl. Metruk Şehre Lânet Okuma Alfabesi’yle, başarılarına bir yenisini daha ekledi.
Eserin duyurduklarını, bendeki akislerini anlatmaya çalışacağım.
Metruk şehre lanet okur Yazar. Gelenekle bağlantısı kopan, temel değerlerin yerleşmediği, yozlaşmış şehirlere ve sakinlerine eleştirisini, uyarılarını, reddiyesini esirgemez:
“Dev aynanın cüceleri, sahte aşkları yüceltenler, kapitalist sermaye babaları…..tefekkür özürlüler, göğüslerinde granit taşıyanlar, yüreksizler, kayıtsız günlerin yorgunları, kendilerini kahraman sayanlar, Azize Manukyan’ın evlatları! Ve ey ümidini kaybetmişler; Hepinizin canı cehenneme!” (sf. 46)
“alışveriş merkezleri, billboardlar, cep telefonları, lüks otomobiller, mekdanıltslar falan, fena halde tiksinti verir” ona. “Küreselleşme, çağdaş haramiler…” daha niceleri. (sf.36)
“Biz küçüldükçe;
Çocuklar büyümek istemiyor işte!” (sf.39)
“Artık masallar güzel sonla bitmiyor/ Gökten üç bomba düştü öğretmenim” (sf.48)
İsyan eder, “Size yabancıyım baylar!” diye haykırır:
“Size yabancıyım!
Siz rozetleri yüreklerinden büyük olanlar, doymayanlar, alçaklığın ihanetin, soysuzlaşmanın, köpekleşmenin tarihini seçenler!
Size yabancıyım.” (sf. 52)
“Kanı ve barutu buldu medeniyetiniz mösyö, / Pusuladan önce
O yüzden tüm haritalar kanla çizilmiştir / Ve ölçeklerinde atalarınız oturur…
Ama bilmelisiniz madam /Kuşlar her sabah sizden önce uyanır
Kurarlar her sabah medeniyetlerini / O yüzden susturmak niyetindesiniz
Notası olmayan bütün şarkıları…” (sf. 62-63)
“Roketler, roller ve kuşatmalar altında lanet okuyorum.
Karabataklar, kırlangıçlar, serçeler adına…” (sf.11)
İçimizdeki şehir de metruktür aslında, gönül evi de yıkıktır, değerli inşalardan, yetkin insan olma hedefinden vazgeçilmiştir.
“Kanamaktan yorulmuştur yüreği”, yalnızlığının farkındadır ama yılgınlığı, yenilgiyi kabul etmez.
“İncire, zeytine, tütüne, asra yemin olsun ki
Yıkacağız düzeninizi…
Yerle yeksan olacak kurduğunuz barikatlar…
Yıkılacak Telaviv!
Yıkılacak Washington!
Yıkılacak Paris!” (sf.14)
Samimi hissiyatının altında derin bir acı yatar ve bu hiddete, coşkulu bir dile, en çok da şiire dönüşür. Öfke; ironi, estetik incelikler ve saklı bir merhamet olur. Tenkit ederken, çiçek de sunar.
Dilin bütün imkânlarını kullanmak ister gibidir, etkili heybetli ifadesi yine dilediğince değildir. Lâkin kalplerle gizli ilişkisi vardır ve sözcüklerinin ateşiyle, okuru peşinden sürükler kandırır.
Başkaldırırken şerre, lanetlerken şiirler okur, intikamını şiirle alır. “Şifa diye kalbine, yarasına şiir süren adamdır”
Kabına sığmaz; davası vardır, “onun için yaşamalı, onun için ölmelidir”
Dertlidir, muhasebesini, özeleştirisini yapar, “bütün cinayetlerin suç ortağıyız” der.
“Başka omzum olsa başka dertler de yüklerdim./ Başka yüküm yok kendimden başka” diyerek, derviş misali oku zatına da çevirir.
“Aşktan ve sevgiden bir servetin peşindedir”. Aşk konuşmalıdır bütün meydanlarda…
Sesine, ses arar: “Yeryüzünde acıyan yerlerimin haritasını çıkardım öğretmenim;
Ortadoğu… Afrika… Suriye… Mısır… Tunus… Irak…” (Ses Ver, sf. 39)
Sorumlu hisseder kendini: “Kabilce bir hırs büyüten insanlığa karşı /Elimde bir sur ile Mikail’e yardım etmek derdindeyim…” (sf.9)
“Ulu Şair” dediği Sezai Karakoç’la, Hafız, Sadi, Hayyam’la ruh akrabalığı vardır.
Bu kükreyişler, dikilişler, edebî dil oynayışları; kökten, aslî bir değişim arzusunun da yansımasıdır herhalde. Bize yeni kelimeler getirir, alfabesi Hikmetlidir.
Seslenişleri ne güzeldir ve nasıl da yüreğe iner:
“Civanperçemi yalazlar şehrin kadavrasında, şehre clark çekerim,
Kalbimde bir nevruz.
İman edelim sevgilim, geceler çok uzun…
Tütün kokusu ve yorgunluklar,
Sabaha çok var sevgilim iman edelim…
Kuşlar sekiyor sevgilim çığlığımın üzerinden
Lat, Menat, Uzza ve hafakan…
Putlarımdan Çin Seddi yapıyorum
Rabb’im bağışla…
Bir gemi bağışla bize tufan kızışmadan.” (sf.66)