3-6 Aralık tarihlerinde şehrimizde, Pakistanlı bir edebiyatçıyı, büyük bir Türk dostunu, “Benim gözüm Türk edebiyatının hepsini tercüme edemedim diye arkada kalmıştır” diyecek kadar Türkçe sevdalısı bir yazarı misafir ettik: Masud Akhtar Shaikh.
1963 yılından beri Türk Edebiyatıyla ilgilenen; “Yalan Yalan Vallahi Yalan” isimli, Türk tezini destekleyen, Ermeni soykırımının yalan olduğunu ifade ederek İngilizce bir kitap yazan, aleyhimizde böylesine yoğun faaliyetlerin olduğu bir dönemde, Türkiye hakkında müspet çalışmalarıyla gönlü dolduran, şüphesiz aslında kolay bulamayacağımız, yakalamayacağınız bir şahsiyet.
Masud Akhtar Shaikh, 84 yaşındaki bu delikanlı; mutlaka istifade edilmesi gereken, sırf hatıralarını anlatsa bile, hafızamızda önemli açılımlar, izler yapabilecek mümtaz bir kişilikti.
Kemiyetin değil keyfiyetin önemli olduğuna; düşünce, iyi niyet, dostluk gösterisinin ehemmiyetine inanıyorum. Sıradan bir sanatçı bozuntusuyla 500. TV programı yapıldı mesela, kimiyle abuk sabuk söyleşiler tertiplendi. Masud Babayı halkla yeterince buluşturamadık. Fakat sonuçta her şey, nasip işidir.
Gazetemizde, Hasan Ayhan’ın kendisiyle yaptığı söyleşiyi okuyacaksınız. Bu vesileyle, sıcak ilgisini esirgemeyen Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Kerem İşkan’a ve söyleşiyi gerçekleştiren Hasan Ayhan Bey’e teşekkürlerimi sunmak isterim.
Bizim için, özel ikramlarla dolu, Mesut Günlerdi. Böyle günlerin bir özelliği de, hiç tahmin etmeyeceğiniz kişileri, herhangi bir mekânda birden yanı başınızda görmeniz, hoş tesadüflerdir.
Akyokuş Tesislerinde, değerli yazar Perihan Akçay ve Sayın Mim Kemal Öke ile karşılaşmak tatlı bir sürprizdi. Mim Kemal Hoca da, Mesud Baba da; birbirlerini eserlerinden tanıyorlardı, kelimelerin gücü onları birleştirmişti. Güzel bir selamlaşmaydı.
3 Aralık Pazartesi günü, saat 16. 00’ da TYB Konya Şubesi’nin tertiplediği, “Yazma Hikâyeleri” isimli imza günü ve söyleşime, Masud Akhtar Shaik’in de yetişebilmesi ve ortak bir program yapmamız; onun da kitaplarını, yazılış hikâyelerini anlatabilmesi, eşsiz bir tevafuktu.
Ayrıca TYB’nin ve Konyalı yazarların da, “Konya Kitap Günleri’ne yakıştığını belirtmeliyim. Bütün emeği geçenleri kutluyorum.
Mesut Beyefendi’nin 24. kitabı Modern Pakistan Edebiyatı, ilk Türkçe eseri. Pek az tanıdığımız Pakistan Edebiyatı’nın önde gelen şair ve hikâyecilerinin ürünlerinin dilimize çevrildiği kitaba, bizim de bazı katkılarımız olmuştu.
Mesut Baba, bir zarif kelâm, bir sevgi bestesi. Umarım kendisi ve nadide kızı Halide Hanımefendiyle tekrar görüşürüz.
…
Şimdi Edibâne Süz(ül)üşler isimli kitabımdan, “Hayriye, Mesut” yazısını hatırlamak zamanı:
“Fakat.. Sevgili Albay Masud Akhtar Shaikh gelemedi. Kar, yolları örttü. Ama muhabbet izlerini örtemedi. Onu ancak basından takip edebildik. Ve kırık dökük telefon konuşmalarından; yarım kalmış hayal parçalarından; dost, güler yüzlü mesajlarından.
İnsanların ve kitapların olduğu gibi, galiba hikâyelerin de bir kaderi var.
“Hayriye”, yirmili yaşlarda yazdığım bir hikâyenin kahramanıydı. Geçen onca seneden sonra, “Türkiye’nin En Güzel Hikâyeleri” isimli; Masud Akhtar Shaıkh tarafından Pakistan’da Urduca yayınlanan bir antolojide, Necip Fazıl, Tarık Buğra, Mustafa Miyasoğlu, Rasim Özdenören gibi güzide yazarlarla birlikte yer almak, bana hayatımın en büyük sürprizini ve onurunu yaşattı. “Hayriye’nin Düğünü” bir anlamda yazarını da, bir sanat düğünü havasıyla kuşattı.
O sıralar tanıştığımız, Mustafa Miyasoğlu’na hikâyelerimi değerlendirmesi için göndermese idik ve ayni hikâyeyle Mustafa Hoca, antolojide karşılaşmasaydı; muhtemelen hayatımızı her şeyden habersiz sürdürüp gidecektik.
Mesut Bey ki; vatanımızı kendi memleketi gibi değerlendirecek ve “Türkiye My Love” isminde kitap yazabilecek kadar Türkiye sevdalısı; “Yazar eşleri bahtiyardır” diyecek kadar da sanat tutkunu, ince ruhlu bir güzel insan...
Onunla, sanatın sınırları aşan yolculuğunu, dostluğun kalpler arası inanılmaz buluşmasını, seçilmişliğin hazzını, bir hikâyenin mutlu serüvenini ve müşterek öykümüzün her bölümünde İlâhî bir El’in işaretlerini izledik.
Hayriye ki yaşlı, mutsuz, aradığı aşkı bulamamış, çilekeş, kanserli bir kızcağızdı. Ben doktoruna âşık olduğunu sanırdım... Yanılmışım. Meğer gönlü bir Pakistanlıdaymış.
Ölmemiş de... Sapsağlam, dipdiri, yavuklusunun kolunda Pakistanları dolaşır dururmuş.”
Onun MESUT olduğunu düşünüp seviniyorum.
Mesut Bey, bir zarif kelâm, bir sevgi bestesi.