Kıymetli okurlar, yazımızın başlığında da belirttiğimiz üzere, bundan böyle her hafta Cumâ günleri kendi köşemizde, yüreğimizin müsâde ettiği ölçüde, Mesnevî’deki o güzel beyitlerle ilgili gönlümüzden kopanları yazmak murâd ediyoruz. Tabi her şey nasip işi. Bu hususta, Yüce ve Aziz olan Rabb’imizden yardımlar talep ediyoruz efendim. ‘Niyet hayır, âbibet hayır.’ Bilindiği üzere, Mevlânâ ve Mesnevi, âdeta Konya’nın markası olmuştur. Mevlâna ve Mesnevi, Hakk’a âşık olanların durağıdır. Bizim için de öyle olsun inşallah.
Önce kısa bir giriş yapalım isteriz; Mevlânâ Hazretleri’nin en meşhur eseri olan «Mesnevî», kendi içinde kâfiyeleri bulunan bir şiir türü olup, 26 bin beyitten meydana gelmiştir. Tamamı 6 cilttir, 2 yıl ara verilerek 9 yılda bitirilmiştir. İlim erbâbı tarafından Mesnevî, Kur’ân’ın tasavvufî tefsiri olarak nitelendirilir, hakikate ulaşma kitabı olarak tabir edilir. İçinde 270 hikâye ve kıssa şiir diliyle ifâdelendirilmiştir. Bunlar anlatılırken, âyet ve hadislerden yararlanılmıştır. Mesnevî’de en can alıcı, vurucu mesajlar kıssalardan sonra gelir. Hazret-i Mevlânâ; eserlerinde somuttan soyuta iner, daha çok derûnî kavramları ele alır, incelikleriyle işler. İşlediği konular; akıl, ruh, kalp, aşk gibi hususlardır. Onun gâyesi; insanın mâlâyânîden, mâsivâdan arınıp yücelmesidir. Mesnevî’de insanların çevrelerinde şâhit oldukları hâdiselerin hikmet boyutları nazara verilir. Bunun için bâzı müşahhas misaller simge olarak kullanır. Meselâ; horoz şehveti, tâvus makamı, karga tûl-i emeli yani istek ve doymazlığı temsil eder.
Hz. Mevlânâ der ki; ‘Gönül dünyanda Cenâb-ı Mevlâ’yı bulduysan, Ölüm de güzeldir, ömür de güzeldir.’ Allah, Azze ve Celle’yi hakiki mânâda bulabilmek ve hayâtı aşkla yaşayabilmek duâsıyla başlayalım inşallah;
Aşk olsun! Aşkınız cemal olsun! Cemâliniz nûr olsun! Nûrunuz ayn olsun!
Yazımıza Hazret-i Mevlânâ’nın selâm duâsıyla başlamayı büyük tasavvuf üstadına vefâ sayarız. Hazret-i Mevlânâ bir aşk adamıydı. O zât-ı muhterem; insanı, eşyayı, varlıkları, kâinâtı yani âlemi gönül penceresinden seyreder ve değerlendirirdi. Fikirleri, düşünceleri, görüşleri «sevgi» ve «aşk» odaklıydı. Varlıkların oluşumunu, ayın doğuşunu, güneşin batışını, dünyânın dönüşünü o hep «sevgi» ve «aşk» boyutuyla anlatıyordu. Kötülük ve çirkinliklerin kaynağının «sevgisizlik ve aşksızlık» olduğunu vurguluyordu.
Onun her dîne, her inanışa derin bir saygısı olduğundan çok seveni ve müntesibi vardı. Kendinden sonra fikir ve görüşleri, yaşayış biçimleri sistematize edilerek tasavvuf deryâsının «Mevlevîlik» kolu ortaya çıktı. Mevlevîlik derin bir medeniyet ve hâl yansımasıdır. Bu yoldan; pek çok ilim, sanat, edebiyat ve siyâset adamı etkilenmiş, böylece de Mevlevî dergâhlarında çok kıymetli insanlar yetişmiştir.
Mevlâna Hz; ‘İnsanın iç dünyâsında sonsuza açılan bir yanı yoksa o gönül haraptır.’ der. Mesnevî, bencillikten sıyrılıp, benliğinden geçenlerin gönül cennetidir. Şurası bilinen bir hakikattir ki, dînin temeli, Yüce Allah Teâlâ’ya îmandır. Îmânı kuru kuruya değil de, aşk boyutunda yaşamak için «aşkın kitabı» «Mesnevî»yi okumak gerekir.
‘Ben canım tende olduğu müddetçe Kur’ân’ın kölesiyim. Ben seçilmiş Muhammed Mustafâ’nın ayağının tozuyum.’ diyen Mevlânâ Hazretleri, tam bir Kur’ân ve Peygamber âşığıdır. O yüce Kur’ân’dan özümsediği ilhamlarla, aşkullah ve Muhammedün Rasûlullah sevdâsıyla coşan bir aşk çağlayanıdır. Âlimler, Kur’ân ile Mesnevî’yi gül bahçesi ile gül yağına benzetmişlerdir. Hazret, gül bahçesi olan Kur’ân-ı Azîmüşşân’dan gül yağı çıkarmıştır. Gül bahçesindeki güllerin sayısız rengi ve âhengi Mesnevî’ye yansır.
Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim; “İkra’: Oku!” diye inmiştir. Aşk kitabı olan Mesnevî; ‘Bişnev: Dinle!’ diye yazılmıştır. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’a; “Oku!” denince Âlemlerin Güneşi; «Neyi okuyacaktır?» O -aleyhissalâtü vesselâm-, ‘Kâinâtın Kitâbı’nı okuyacaktır. Ancak insan, önce kendini okumalıdır. Zira kendini bilmeyen, Rabbini bilemez.
Mesnevî’de ise; “Dinle!” deniyor. «Neyi dinle?» Kâinâtın sesini, Kur’ân’ın hitâbını, Peygamber’in vahyini dinle. «Dinlemek» tasavvufta önemli bir kuraldır. Söyleyen değil, dinleyen öğrenir. Kulak, ilmin giriş kapısıdır. Büyükler dinlemenin ehemmiyetini belirtmek için;
‘Sen çocuğuna susmayı öğret, o nasıl olsa konuşmayı öğrenecektir.’ derler. Ayrıca dinlenenler sadra kaydedilir, okunup yazılanlar ise satırlara kaydedilir. Satırlardakiler, CD ve diskettekiler silinebilir ama sadırdakiler silinmez, kalıcıdır. Şimdilik bu kadar efendim. Haftaya devam etmek ümidiyle, En güzele emânet olunuz.
Hayırlı Cumâlar.
İstifade Edilen Kaynaklar:
1. Abidin Paşa, Mesnevî Şerhi, (Sadeleştiren Mehmet Said KARAÇORLU), İst, 2007, İz Yayıncılık.
2. Mesnevî-i Mânevî Şerhi-İlk 1001 Beyit, Hüseyin TOP, Konya, 2008, Tablet Yayınları.