O zamanın şartlarında ulaşım imkânlarının zor olması sebebiyle liseyi 2. sınıfta bırakmak zorunda kaldı. Şimdi Kızılay Hastane’sinin inşa edildiği, eskiden Ticaret Borsası olan yerde memuriyete başladı. 1979 yılında, yirmi beş yıl burada çalıştıktan sonra emekli oldu.
Nail Bey, kısa bir süre de Konyaspor’da futbol oynadı. Yoğun çalışma temposunun içinde antrenmanlara çok katılamadı ve takımdan ayrıldı. Spora olan merakı, 1954 yılında O’nu yerel gazetelerde spor yazıları yazmaya yöneltti. Bu tarihten sonra çeşitli yerel gazetelerde yazmaya devam eden Bülbül, pek çok yerel gazetede spor sayfaları hazırladı ve ulusal gazetelerin Konya temsilciliğini yaptı.
Sporla ilgili çok sayıda federasyon ve komitede görevler üstlendi.
Pek çok defa “Yılın Gazetecisi” ödülünü aldı.
Gazetecilik alanında pek çok gencin yetişmesine de yardımcı olan ve Konya Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Bülbül, Merhaba Gazetesi’nde yazılar yazmaya devam etmektedir.
Evli, dört çocuk babası ve yedi torun sahibidir.
Tatile girmeden önce son söyleşi konuğum, bu yıl itibariyle gazetecilik mesleğinde elli beş yılını doldurmuş, spor alanında Konya’ya çok şey kazandırmış, gelişmesine önderlik etmiş ve saygınlık kazanmasında büyük emeği olan değerli bir insan…
Keyifli bir sohbet bulacağınızı ümit ediyor, herkese güzel bir yaz tatili diliyorum ve sizleri röportajımla baş başa bırakıyorum…
Küçükkoner: Meslek hayatınızın 55. yılındasınız. Basın mesleğine nasıl başladınız? Hangi gazetelerde çalıştınız?
Bülbül: Spora olan merakım beni basın mesleğinin içine itmiş oldu. Daha ilkokuldayken şeker kâğıtlarından çıkan futbolcu resimlerini biriktirirdim. Futbolu çok seviyordum. O dönemler babamın almış olduğu bir radyomuz vardı. Pazar akşamları, uluslar arası futbol hakemi ve spor yazarı olan Sulhi Garan’nın yayınladığı “Spor Saati”ni büyük bir merakla dinlerdim.
Bir akrabamız olan Ankaralı Abdullah ağabey oynadığı için Konya Gençlerbirliği taraftarı idim. Aynı zamanda Fenerbahçeliydim de. O kadar tutkundum ki o dönem için zor da olsa Fenerbahçeli futbolcuların fotoğraflarını getirtmiştim. Fenerbahçeli olmama rağmen, bütün İstanbul takımlarının resimlerini keser biriktirir hatta kadrolarını ezbere sayardım. Elime geçen bütün dergi, mecmua ve gazetelerdeki sporla ilgili haberleri keser saklardım.
İstanbul’da yayımlanan “Türkiye Spor” gazetesinde pek çok şehirden spor haberlerinin yer aldığını görünce bende de bu gazeteye Konya’dan haber gönderme fikri doğdu. Çünkü şimdiye kadar Konya ile ilgili herhangi bir haber yer almamıştı gazetede. Daha çok İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi şehirlerden haber çıkıyordu. Gazeteye, Konya’dan sporla ilgili haberler vermek istediğimi bildiren bir mektup yazdım. Ve zarfın içine birde haber koydum. Gazete talebimi olumlu karşıladı. Gönderdiğim haber “Konya’da Gül Kupası Atletizm Müsabakaları” başlığıyla çıktı. Bu benim için spor yazarı olarak mesleğe girişimde özendirici oldu ve bundan sonra da gazeteye haber göndermeye devam ettim. Bir haber göndermek için saatlerce postanede beklediğimi ve pek çok masrafı kendim üstlendiğimi bilirim.
Türkiye Spor gazetesinde yazılarım yayınlamaya devam ederken, yerel gazetelerde de spor içerikli haberler yayınlama fikri hasıl oldu. Bunun için “Yeni Konya” gazetesiyle görüşmek için matbaasının bulunduğu binaya gittim fakat yetkili kimseyi göremediğim için oradan çıkıp “Yeni Meram” gazetesine gittim. O zamanki yazı işleri müdürü İstanbullu Tacettin Öney’e gazetede spor yazıları yazmak istediğimi söyledim. Bana cevabı “Peki, yaz getir” oldu. Başka hiç bir şey söylemedi. Ben de ertesi günü bir yazı yazdım ve öğle tatilinde Tacettin Bey’e getirdim. Sadece “Tamam” dedi, yazıyı aldı. Gene hiçbir şey söylemedi. O zamanki idareciler artık ne düşünüyorlarsa; ilk günden yüz-göz olmayım diye mi düşündü bilemiyorum. Fakat ertesi günü yazım gazetede isimsiz olarak çıktı. Ben yazılarımı gazeteye götürmeye devam ettim. Her yazım çıkıyor ama adım yer almıyordu. Tacettin Bey’le de herhangi bir samimiyetim olmadı için ben de bir şey soramıyordum. Derken bir gün bana: “Nail Bey, ismim neden çıkmıyor diye merak etmiyor musun?” dedi. Ben de: “siz bilirsiniz” cevabını verdim. “Acaba sebat edecek misin, adın gazetede çıktığı için sağa-sola hava atacak mısın? diye seni denedim” dedi. “Bu işe meraklı olduğunu anladım bundan sonra adını yazının altına yazacağım” dedi. 1955 senesinden itibaren de yazılarım “Yeni Meram” gazetesinde yer aldı.
Uzun yıllar bu gazetede yazdıktan sonra, Konya’da çıkan Yeni Konya, Yeni Meram, Sabah ve Şehir Postası gazeteleri birleşme kararı aldı ve 1963’te “Yeni Konya” adıyla tek bir gazete çıkmaya ve ben de bu gazetede spor müdürü olarak görevime devam ettim.
Yirmi beş yıl çalıştığım Ticaret Borsası’ndan emekli olduktan sonra gazetecilik mesleğine daha çok yöneldim. Eskiden çıkan yerel gazetelerde sporla ilgili sadece üç, beş satırlık kısa haberlere yer verilirdi. Ve bunlar da genellikle düzensiz bir şekilde çıkardı. Şimdiki gibi bir okulu olmadığından gazeteciliği de bana öğreten olmadı. Türkiye genelinde çıkan gazete ve dergileri takip ederek bu mesleği yapmaya çalıştım. Gazetecilik bir heves işi.
Türkiye Spor, Yeni Meram, Yeni Konya, Türkiye’de Yarın çalıştığım yerel gazetelerdir. Bunların yanında Günaydın, Dünya, Yeni İstanbul, Cumhuriyet, Foto Spor, Gün, Son gibi gazetelere de Konya’dan spor haberleri gönderdim. Belediye ve Ticaret Odası’nın çıkardığı pek çok dergi ve kitapta tarihî yazı ve resim ve makalelerim yer aldı. Hâlen Merhaba gazetesinde spor sayfasında “Konya Spor Tarihinden Sayfalar” yazı dizisi hazırlıyorum. Ek olarak Merhaba gazetesinde 1997 yılından bu yana köşe yazarlığı da yapıyorum.
Küçükkoner: Sizin bir de spor cepheniz var. Biraz da bundan bahseder misiniz?
Bülbül: Evet. 1952 yılında ilk lisansım, o zaman sarı-yeşil forma rengi olan Konyaspor’a çıkmış oldu. Bunun yanı sıra millî bisiklet ve uluslararası atletizm hakem lisanslarına sahibim.
Zaman zaman antrenmanlara katılıyor ve maçlarda oynuyordum. 1954 senesinde memuriyete başlamamla birlikte, mesai saatleri içinde çalışmalara katılmam güçleşti ve futbolu bırakmak zorunda kaldım. Bu zorunlu bırakış, dediğim gibi beni yazmaya yönlendirdi. Sporla ilgili çeşitli derneklerde idarî kadrolarda görev aldım. Böylelikle hem memuriyet hayatıma devam ettim hem de çok sevdiğim spordan uzaklaşmamış oldum.
Küçükkoner: Nerelerde görev aldınız?
Bülbül: 1955’den 1967 senesine kadar Bisiklet Federasyonu Merkez Hakem Komitesi’nde üye ve başkanlık yaptım. 1981-1988 yılları arasında Konya İl Temsilcisi, Türkiye ve Romanya’daki Balkan Şampiyonaları ile Bulgaristan, İsviçre ve Yugoslavya’da yapılan yarışlarda hakem, uluslar arası Türkiye, Akdeniz, Karadeniz ve Kıbrıs turlarında yarış komiseri, bir çok defa Türkiye pist ve yol şampiyonalarında hakem olarak görev üstlendim. Futbol ve atletizm tertip komitelerinde çalıştım. 1980’den sonra üç dönem başkan yardımcısı olarak Konya Gazeteciler Cemiyetinde görev aldım. 1982 yılında merhum Ahmet Yüzbaşıgil başkanlığındaki Konyaspor yönetim kurulunda basın sözcüsü olarak yer aldım. Hâlen on beş numara ile Konyaspor’un hayatta olan en eski genel kurul üyesiyim.
Ayrıca, Konya’da Türkiye Spor Yazarları temsilciliğini faaliyete geçirerek, 1987 yılına kadar bu görevi sürdürdüm ve T.S.Y.D. Konya Şubesi’nin temellerini atmış oldum.
Küçükkoner: Gazeteciliğin zorluklarından bahseder misiniz?
Bülbül: Şimdiki gibi modern baskı makineleri yoktu. Posta, telefon gibi haberleşme araçları da bu kadar gelişmiş değildi. İstanbul’a göndereceğim bir haberi ya gece üçte Adana’dan gelen posta arabasına ya da otogara gidip Ankara arabasının şoförüne veriyordum; üzerine de uçakla gidecek pulu yapıştırıyordum ki Ankara’dan İstanbul uçağına yetişsin haber ertesi gün gazetede çıksın diye. Bunlar aynı zamanda habercilik hileleri de oluyor.
1960’lı yılların başında gazeteler hâlâ el ile diziliyor, spor haberleri iç sayfalarda yer alıyordu. Yeni Konya gazetesi intertyp makinesi aldı. Sayfalar kurşun harflerle yazılmaya başlamıştı. Ben de Konya’da ilk defa olarak Yeni Konya gazetesinde tam spor sayfası hazırlamaya başladım.
Hatta çalıştığım gazetenin dizgisini yapan arkadaşlar grev yapmaya başladılar. Ben de gazeteye geldim yaptığım haberin dizgisini bile kendim yapmaya başladım. Grevdeki arkadaşlar “Yahu biz grev yaptığımızdan ne anladık sen böyle dizgini bile kendin yapacaksan” diye bana ikazda bulununca “ilk sayfa boş çıkabilir ama benim spor sayfam tam çıkacak” demiştim.
Türkiye’de Yarın gazetesinde çalıştığım dönemde yazı işleri müdürü Cengiz Dönmez tek başına hazırladığı gazeteyi zor şartlarda çıkarıyordu. Kendisi askere gidince gazeteyi çıkarma görevi bana düştü. Epey bir müddet gazeteyi rahmetli kardeşim Ahmet Naim Bülbül ve yine rahmetli Faruk Şahin’in yardımıyla hiç ara vermeden, tatil yapmadan çıkarmaya devam ettim.
Akşam oynanan bir maçın fotoğraflarını çekiyor, filmi banyo edip karta bastıktan sonra Larende Caddesi’nden Tahtatepen’e giren sokakta klişelerini yaptırıp, gazeteye gelerek haberini de yapıyordum.
Küçükkoner: Eski Konya ile ilgili pek çok yazı yazdınız. Bu makaleleri kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz?
Bülbül: İşin açıkçası bu konuda bir düşüncem yok. Şöyle ki yok: Her dakika bir yerlerde boy göstermek pek uygun değil bana göre. Bu anlamda insanları sıkmak istemiyorum. Ancak teşvik olursa “bu yazıları kitaplaştıralım; bir kitap haline getirelim” diye bir teklif gelirse değerlendirmeyi düşünürüm.
Küçükkoner: Şimdiki Konya ile eski Konya’yı karşılaştırır mısınız?
Bülbül: Şehircilik olarak şimdiki Konya eskiye nazaran daha modern. Caddeleri filan daha düzenli. Fakat artık eski insan ilişkileri kalmadı. Yardımlaşma, komşuluk yok. Topraklıkta otururken bağımız vardı. Üzümler olduğunda hatırlıyorum, elimize birer sepet üzüm verirler, şehre gelirken bunu filan teyzene götür, falan amcanın dükkânına bırak derlerdi. Herkes kendinde olanı başkalarına ikram ederdi.
Vesile abla diye bir komşumuz vardı. Bu komşu kadın, mahallede kimin düğünü olursa düğün yemeğini yapmaya yardım ederdi. Hiç karşılık beklenmezdi. Bahar temizliklerinde komşular toplaşır sırayla her gün birinin evi temizlenirdi. Yine birlikte erişte keserler, şehriye yuvarlarlardı. Damlarda kayısı yararlardı. İlişkiler böyle sıcak bir şekilde devam ederdi.
Ninem mahallede varlıklı bir kadındı. Borç para istemeye gelirler, ninem de yardımcı olmaya çalışırdı. Seksenlik denir eskiler bilirler; bir takısı vardı, incisi vardı. Annemin de beşi bir yerde altınları vardı. Bunlar düğün yapacak komşular tarafından götürülür, geline takarlar, bir ay sonra filan geri getirirlerdi. Kimse kimse hakkında kötü düşünmezdi.
Bu kadar hava ve çevre kirliliği olmazdı. Trafik yoktu. Gürültü yoktu. Bu bakımlardan eski Konya’yı özlüyorum.
Küçükkoner: Unutamadığınız bir hatıranızı anlatır mısınız?
Bülbül: Bu kadar uzun yılda elbette ki hatıra da çok olur ama, şu anımı anlatayım. 70’li yıllarda Afganistan Kralı, eşi, yanlarında bir takım heyetle birlikte Konya’ya ziyarete geliyorlar. Mevlâna Müzesini filan geziyorlar. Valinin makamında oturuluyor. Kral bir tarafta, hanımı, tercümanı ve yanındakiler bir tarafta. Baktım hanımın olduğu tarafta bir hareketlenme var, bende tam hizalarındayım, dışarıya çıktılar bende peşlerinden tabiî ki. Hanımın kulağındaki küpenin teki yok. Çok da değerli bir küpe imiş. Hemen müze arandı ve küpe bulundu. Diğer gazeteci arkadaşlar durumu fark edinceye kadar ben tek küpeli halini bir de küpe bulunduktan sonra ki kulaklarındaki iki küpeli halinin de fotoğrafını çekmiş oldum. Tek kulağı küpeli fotoğrafı sadece bende olmuş oldu. Burada mühim olan tek kulağı küpeli haliydi zaten.
Küçükkoner: Gazeteciliğe heves eden arkadaşlara ne tavsiyelerde bulunursunuz?
Bülbül: Bir insan yaptığı işi sevecek. Sadece gazetecilik değil, hangi iş olursa olsun böyle. Şu iş bitse de gitsek çabası olmasın genç arkadaşlarda.
Ben de sizin benle konuştuğunuz gibi benden büyük gazetecileri dinlerdim. Onların söylediklerini kapı ağzında oturarak sesimi çıkarmadan izlerdim. Bilgilerinden faydalanmaya çalışırdım. Genç arkadaşlarda dinlesinler.
Arşiv oluştursunlar. Bir gazeteci için arşiv çok önemlidir. Devamlı çalıştığı için beyin ve göz yaşlanmazmış. Bunu kullanmaya özen göstersinler. Araştırma yapsınlar. Gerekirse iki saat fazla çalışsınlar. Gazetecilik oturduğu yerden yapılacak bir iş değil. Objektif olsunlar. O zaman başarılı olurlar.
Küçükkoner: Nail Bey, vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum.
Bülbül: Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Nail Bey, kısa bir süre de Konyaspor’da futbol oynadı. Yoğun çalışma temposunun içinde antrenmanlara çok katılamadı ve takımdan ayrıldı. Spora olan merakı, 1954 yılında O’nu yerel gazetelerde spor yazıları yazmaya yöneltti. Bu tarihten sonra çeşitli yerel gazetelerde yazmaya devam eden Bülbül, pek çok yerel gazetede spor sayfaları hazırladı ve ulusal gazetelerin Konya temsilciliğini yaptı.
Sporla ilgili çok sayıda federasyon ve komitede görevler üstlendi.
Pek çok defa “Yılın Gazetecisi” ödülünü aldı.
Gazetecilik alanında pek çok gencin yetişmesine de yardımcı olan ve Konya Gazeteciler Cemiyeti üyesi olan Bülbül, Merhaba Gazetesi’nde yazılar yazmaya devam etmektedir.
Evli, dört çocuk babası ve yedi torun sahibidir.
Tatile girmeden önce son söyleşi konuğum, bu yıl itibariyle gazetecilik mesleğinde elli beş yılını doldurmuş, spor alanında Konya’ya çok şey kazandırmış, gelişmesine önderlik etmiş ve saygınlık kazanmasında büyük emeği olan değerli bir insan…
Keyifli bir sohbet bulacağınızı ümit ediyor, herkese güzel bir yaz tatili diliyorum ve sizleri röportajımla baş başa bırakıyorum…
Küçükkoner: Meslek hayatınızın 55. yılındasınız. Basın mesleğine nasıl başladınız? Hangi gazetelerde çalıştınız?
Bülbül: Spora olan merakım beni basın mesleğinin içine itmiş oldu. Daha ilkokuldayken şeker kâğıtlarından çıkan futbolcu resimlerini biriktirirdim. Futbolu çok seviyordum. O dönemler babamın almış olduğu bir radyomuz vardı. Pazar akşamları, uluslar arası futbol hakemi ve spor yazarı olan Sulhi Garan’nın yayınladığı “Spor Saati”ni büyük bir merakla dinlerdim.
Bir akrabamız olan Ankaralı Abdullah ağabey oynadığı için Konya Gençlerbirliği taraftarı idim. Aynı zamanda Fenerbahçeliydim de. O kadar tutkundum ki o dönem için zor da olsa Fenerbahçeli futbolcuların fotoğraflarını getirtmiştim. Fenerbahçeli olmama rağmen, bütün İstanbul takımlarının resimlerini keser biriktirir hatta kadrolarını ezbere sayardım. Elime geçen bütün dergi, mecmua ve gazetelerdeki sporla ilgili haberleri keser saklardım.
İstanbul’da yayımlanan “Türkiye Spor” gazetesinde pek çok şehirden spor haberlerinin yer aldığını görünce bende de bu gazeteye Konya’dan haber gönderme fikri doğdu. Çünkü şimdiye kadar Konya ile ilgili herhangi bir haber yer almamıştı gazetede. Daha çok İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi şehirlerden haber çıkıyordu. Gazeteye, Konya’dan sporla ilgili haberler vermek istediğimi bildiren bir mektup yazdım. Ve zarfın içine birde haber koydum. Gazete talebimi olumlu karşıladı. Gönderdiğim haber “Konya’da Gül Kupası Atletizm Müsabakaları” başlığıyla çıktı. Bu benim için spor yazarı olarak mesleğe girişimde özendirici oldu ve bundan sonra da gazeteye haber göndermeye devam ettim. Bir haber göndermek için saatlerce postanede beklediğimi ve pek çok masrafı kendim üstlendiğimi bilirim.
Türkiye Spor gazetesinde yazılarım yayınlamaya devam ederken, yerel gazetelerde de spor içerikli haberler yayınlama fikri hasıl oldu. Bunun için “Yeni Konya” gazetesiyle görüşmek için matbaasının bulunduğu binaya gittim fakat yetkili kimseyi göremediğim için oradan çıkıp “Yeni Meram” gazetesine gittim. O zamanki yazı işleri müdürü İstanbullu Tacettin Öney’e gazetede spor yazıları yazmak istediğimi söyledim. Bana cevabı “Peki, yaz getir” oldu. Başka hiç bir şey söylemedi. Ben de ertesi günü bir yazı yazdım ve öğle tatilinde Tacettin Bey’e getirdim. Sadece “Tamam” dedi, yazıyı aldı. Gene hiçbir şey söylemedi. O zamanki idareciler artık ne düşünüyorlarsa; ilk günden yüz-göz olmayım diye mi düşündü bilemiyorum. Fakat ertesi günü yazım gazetede isimsiz olarak çıktı. Ben yazılarımı gazeteye götürmeye devam ettim. Her yazım çıkıyor ama adım yer almıyordu. Tacettin Bey’le de herhangi bir samimiyetim olmadı için ben de bir şey soramıyordum. Derken bir gün bana: “Nail Bey, ismim neden çıkmıyor diye merak etmiyor musun?” dedi. Ben de: “siz bilirsiniz” cevabını verdim. “Acaba sebat edecek misin, adın gazetede çıktığı için sağa-sola hava atacak mısın? diye seni denedim” dedi. “Bu işe meraklı olduğunu anladım bundan sonra adını yazının altına yazacağım” dedi. 1955 senesinden itibaren de yazılarım “Yeni Meram” gazetesinde yer aldı.
Uzun yıllar bu gazetede yazdıktan sonra, Konya’da çıkan Yeni Konya, Yeni Meram, Sabah ve Şehir Postası gazeteleri birleşme kararı aldı ve 1963’te “Yeni Konya” adıyla tek bir gazete çıkmaya ve ben de bu gazetede spor müdürü olarak görevime devam ettim.
Yirmi beş yıl çalıştığım Ticaret Borsası’ndan emekli olduktan sonra gazetecilik mesleğine daha çok yöneldim. Eskiden çıkan yerel gazetelerde sporla ilgili sadece üç, beş satırlık kısa haberlere yer verilirdi. Ve bunlar da genellikle düzensiz bir şekilde çıkardı. Şimdiki gibi bir okulu olmadığından gazeteciliği de bana öğreten olmadı. Türkiye genelinde çıkan gazete ve dergileri takip ederek bu mesleği yapmaya çalıştım. Gazetecilik bir heves işi.
Türkiye Spor, Yeni Meram, Yeni Konya, Türkiye’de Yarın çalıştığım yerel gazetelerdir. Bunların yanında Günaydın, Dünya, Yeni İstanbul, Cumhuriyet, Foto Spor, Gün, Son gibi gazetelere de Konya’dan spor haberleri gönderdim. Belediye ve Ticaret Odası’nın çıkardığı pek çok dergi ve kitapta tarihî yazı ve resim ve makalelerim yer aldı. Hâlen Merhaba gazetesinde spor sayfasında “Konya Spor Tarihinden Sayfalar” yazı dizisi hazırlıyorum. Ek olarak Merhaba gazetesinde 1997 yılından bu yana köşe yazarlığı da yapıyorum.
Küçükkoner: Sizin bir de spor cepheniz var. Biraz da bundan bahseder misiniz?
Bülbül: Evet. 1952 yılında ilk lisansım, o zaman sarı-yeşil forma rengi olan Konyaspor’a çıkmış oldu. Bunun yanı sıra millî bisiklet ve uluslararası atletizm hakem lisanslarına sahibim.
Zaman zaman antrenmanlara katılıyor ve maçlarda oynuyordum. 1954 senesinde memuriyete başlamamla birlikte, mesai saatleri içinde çalışmalara katılmam güçleşti ve futbolu bırakmak zorunda kaldım. Bu zorunlu bırakış, dediğim gibi beni yazmaya yönlendirdi. Sporla ilgili çeşitli derneklerde idarî kadrolarda görev aldım. Böylelikle hem memuriyet hayatıma devam ettim hem de çok sevdiğim spordan uzaklaşmamış oldum.
Küçükkoner: Nerelerde görev aldınız?
Bülbül: 1955’den 1967 senesine kadar Bisiklet Federasyonu Merkez Hakem Komitesi’nde üye ve başkanlık yaptım. 1981-1988 yılları arasında Konya İl Temsilcisi, Türkiye ve Romanya’daki Balkan Şampiyonaları ile Bulgaristan, İsviçre ve Yugoslavya’da yapılan yarışlarda hakem, uluslar arası Türkiye, Akdeniz, Karadeniz ve Kıbrıs turlarında yarış komiseri, bir çok defa Türkiye pist ve yol şampiyonalarında hakem olarak görev üstlendim. Futbol ve atletizm tertip komitelerinde çalıştım. 1980’den sonra üç dönem başkan yardımcısı olarak Konya Gazeteciler Cemiyetinde görev aldım. 1982 yılında merhum Ahmet Yüzbaşıgil başkanlığındaki Konyaspor yönetim kurulunda basın sözcüsü olarak yer aldım. Hâlen on beş numara ile Konyaspor’un hayatta olan en eski genel kurul üyesiyim.
Ayrıca, Konya’da Türkiye Spor Yazarları temsilciliğini faaliyete geçirerek, 1987 yılına kadar bu görevi sürdürdüm ve T.S.Y.D. Konya Şubesi’nin temellerini atmış oldum.
Küçükkoner: Gazeteciliğin zorluklarından bahseder misiniz?
Bülbül: Şimdiki gibi modern baskı makineleri yoktu. Posta, telefon gibi haberleşme araçları da bu kadar gelişmiş değildi. İstanbul’a göndereceğim bir haberi ya gece üçte Adana’dan gelen posta arabasına ya da otogara gidip Ankara arabasının şoförüne veriyordum; üzerine de uçakla gidecek pulu yapıştırıyordum ki Ankara’dan İstanbul uçağına yetişsin haber ertesi gün gazetede çıksın diye. Bunlar aynı zamanda habercilik hileleri de oluyor.
1960’lı yılların başında gazeteler hâlâ el ile diziliyor, spor haberleri iç sayfalarda yer alıyordu. Yeni Konya gazetesi intertyp makinesi aldı. Sayfalar kurşun harflerle yazılmaya başlamıştı. Ben de Konya’da ilk defa olarak Yeni Konya gazetesinde tam spor sayfası hazırlamaya başladım.
Hatta çalıştığım gazetenin dizgisini yapan arkadaşlar grev yapmaya başladılar. Ben de gazeteye geldim yaptığım haberin dizgisini bile kendim yapmaya başladım. Grevdeki arkadaşlar “Yahu biz grev yaptığımızdan ne anladık sen böyle dizgini bile kendin yapacaksan” diye bana ikazda bulununca “ilk sayfa boş çıkabilir ama benim spor sayfam tam çıkacak” demiştim.
Türkiye’de Yarın gazetesinde çalıştığım dönemde yazı işleri müdürü Cengiz Dönmez tek başına hazırladığı gazeteyi zor şartlarda çıkarıyordu. Kendisi askere gidince gazeteyi çıkarma görevi bana düştü. Epey bir müddet gazeteyi rahmetli kardeşim Ahmet Naim Bülbül ve yine rahmetli Faruk Şahin’in yardımıyla hiç ara vermeden, tatil yapmadan çıkarmaya devam ettim.
Akşam oynanan bir maçın fotoğraflarını çekiyor, filmi banyo edip karta bastıktan sonra Larende Caddesi’nden Tahtatepen’e giren sokakta klişelerini yaptırıp, gazeteye gelerek haberini de yapıyordum.
Küçükkoner: Eski Konya ile ilgili pek çok yazı yazdınız. Bu makaleleri kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz?
Bülbül: İşin açıkçası bu konuda bir düşüncem yok. Şöyle ki yok: Her dakika bir yerlerde boy göstermek pek uygun değil bana göre. Bu anlamda insanları sıkmak istemiyorum. Ancak teşvik olursa “bu yazıları kitaplaştıralım; bir kitap haline getirelim” diye bir teklif gelirse değerlendirmeyi düşünürüm.
Küçükkoner: Şimdiki Konya ile eski Konya’yı karşılaştırır mısınız?
Bülbül: Şehircilik olarak şimdiki Konya eskiye nazaran daha modern. Caddeleri filan daha düzenli. Fakat artık eski insan ilişkileri kalmadı. Yardımlaşma, komşuluk yok. Topraklıkta otururken bağımız vardı. Üzümler olduğunda hatırlıyorum, elimize birer sepet üzüm verirler, şehre gelirken bunu filan teyzene götür, falan amcanın dükkânına bırak derlerdi. Herkes kendinde olanı başkalarına ikram ederdi.
Vesile abla diye bir komşumuz vardı. Bu komşu kadın, mahallede kimin düğünü olursa düğün yemeğini yapmaya yardım ederdi. Hiç karşılık beklenmezdi. Bahar temizliklerinde komşular toplaşır sırayla her gün birinin evi temizlenirdi. Yine birlikte erişte keserler, şehriye yuvarlarlardı. Damlarda kayısı yararlardı. İlişkiler böyle sıcak bir şekilde devam ederdi.
Ninem mahallede varlıklı bir kadındı. Borç para istemeye gelirler, ninem de yardımcı olmaya çalışırdı. Seksenlik denir eskiler bilirler; bir takısı vardı, incisi vardı. Annemin de beşi bir yerde altınları vardı. Bunlar düğün yapacak komşular tarafından götürülür, geline takarlar, bir ay sonra filan geri getirirlerdi. Kimse kimse hakkında kötü düşünmezdi.
Bu kadar hava ve çevre kirliliği olmazdı. Trafik yoktu. Gürültü yoktu. Bu bakımlardan eski Konya’yı özlüyorum.
Küçükkoner: Unutamadığınız bir hatıranızı anlatır mısınız?
Bülbül: Bu kadar uzun yılda elbette ki hatıra da çok olur ama, şu anımı anlatayım. 70’li yıllarda Afganistan Kralı, eşi, yanlarında bir takım heyetle birlikte Konya’ya ziyarete geliyorlar. Mevlâna Müzesini filan geziyorlar. Valinin makamında oturuluyor. Kral bir tarafta, hanımı, tercümanı ve yanındakiler bir tarafta. Baktım hanımın olduğu tarafta bir hareketlenme var, bende tam hizalarındayım, dışarıya çıktılar bende peşlerinden tabiî ki. Hanımın kulağındaki küpenin teki yok. Çok da değerli bir küpe imiş. Hemen müze arandı ve küpe bulundu. Diğer gazeteci arkadaşlar durumu fark edinceye kadar ben tek küpeli halini bir de küpe bulunduktan sonra ki kulaklarındaki iki küpeli halinin de fotoğrafını çekmiş oldum. Tek kulağı küpeli fotoğrafı sadece bende olmuş oldu. Burada mühim olan tek kulağı küpeli haliydi zaten.
Küçükkoner: Gazeteciliğe heves eden arkadaşlara ne tavsiyelerde bulunursunuz?
Bülbül: Bir insan yaptığı işi sevecek. Sadece gazetecilik değil, hangi iş olursa olsun böyle. Şu iş bitse de gitsek çabası olmasın genç arkadaşlarda.
Ben de sizin benle konuştuğunuz gibi benden büyük gazetecileri dinlerdim. Onların söylediklerini kapı ağzında oturarak sesimi çıkarmadan izlerdim. Bilgilerinden faydalanmaya çalışırdım. Genç arkadaşlarda dinlesinler.
Arşiv oluştursunlar. Bir gazeteci için arşiv çok önemlidir. Devamlı çalıştığı için beyin ve göz yaşlanmazmış. Bunu kullanmaya özen göstersinler. Araştırma yapsınlar. Gerekirse iki saat fazla çalışsınlar. Gazetecilik oturduğu yerden yapılacak bir iş değil. Objektif olsunlar. O zaman başarılı olurlar.
Küçükkoner: Nail Bey, vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum.
Bülbül: Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.