Anasol-M Hükümeti ve o hükümetin Amerika’dan ithal bakanı Kemal Derviş’ten bu yana ülkemizde uygulanan ekonomi politikalarında ve o politikalarda belirleyici rol oynayan merkez bankası yönetiminde çok şey değişmedi.
Değişmeyen bir şey daha var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ta o günlerden başbakanlığına, başbakanlığından cumhurbaşkanlığına giden yolda Merkez Bankasına yaptığı eleştirilerin şekli ve ifade tarzı da hemen hemen hiç değişmedi.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan olarak yaklaşık 12 yıllık tek parti iktidarlarında, zaman zaman kendi işbaşına getirdiği ve dilediği zaman da görev alabilecek kadar yetkili oldukları halde görevden almadıkları Merkez Bankası’nın Başkanlarını, faiz ve döviz kuru politikalarındaki uygulamalarına yönelik eleştirileri ile meşhur etmiştir.
Milletçe biraz balık hafızalı olduğumuz söylense de, birlikte hatırlamakta fayda var.
Ak Parti tek başına iktidar olduğunda Merkez Bankasının başında Anasol-M hükümeti tarafından tayin edilen yahut diğer bir deyişle Kemal Dervişten de icazetli olan Süreyya Serdengeçti başkandı.
Ak Parti Merkez Bankası yönetimini yüksek faiz politikası uygulamaları nedeniyle eleştirmiş ve güya durumu düzeltmek için de ekonominin direksiyonuna Ali Babacan’ı getirmişti.
Sonradan cumhurbaşkanı olan Erdoğan, başbakanlığı döneminde 12 yıl süresince olduğu gibi Merkez Bankasını sık aralıklarla eleştirmeye devam etmiş, hatta Merkez bankası Başkanı bu arada Ak Parti iktidarında 2 kez de değiştirilmişti.
Döviz kuru ile birlikte yüksek faiz politikasının, sürekli olarak ekonomiyi olumsuz yönde etkilediğini ve ihracatı engellediğini savunan Erdoğan Hükümetleri geçen 12 yıllık dönemde, İMF tarafından dikte edilen Kemal Derviş politikalarından da asla vazgeçmemiştir.
Bu arada İstanbul’u Dünya Finans Merkezi yapabilmek için Merkez Bankasını İstanbul’a taşımak fikrinden de vazgeçen Erdoğan, ekonominin kendi ellerinde olduğu ve olumsuzluklardan kendilerinin sorumlu olduğu gerçeğini de bir türlü kabul etmek istememektedir.
Serdengeçti’den sonra başkan olarak kendilerinin teklif edip atadıkları Durmuş Yılmaz ile ondan sonra başkanlığa getirdikleri Erdem Başçı’yı da kıyasıya eleştirmekten çekinmeyen Erdoğan, nedense eleştirdiği başkanları görevden al(a)mamaktadır.
Hâlbuki faiz konusunun gündeme geldiği her ortamda, yüksek faizi Türkiye’yi dışarıya satmakla bir tutan bir Başbakan ve Cumhurbaşkanının yapacağı iş son derece açıktır ve şudur.
Bir anonim şirket statüsünde olan Merkez bankası genel kurulunu toplantıya çağırarak ve çoğunluk hissesi sahibi olarak, banka yönetimini en kısa sürede değiştirmek.
Ama bu değişiklik geçen 12 yıllık sürede bir defa olsun yapıl(a)mamıştır ve hala da yapıl(a)mamaktadır.
Türkiye’nin Merkez Bankası üzerinden yüksek faiz numarasıyla, iç ve dış faiz lobisi tarafından soyulmasına yol açan Anasol-M hükümeti ile onun ithal bakanı Kemal Derviş’in programı da bu arada aynen uygulanmaktadır.
TC kimliği taşıyan bu yabancı kurtarıcıların özerkleştirdiği(!) Merkez Bankası, 12 yıllık tek parti siyasi iktidarı tarafından bir türlü tekrar millileştiril(e)memiştir.
Yönetimi siyasi iktidarlarca belirlenen bir Merkez bankası, eğer siyasi iktidara karşı dikleniyor ve yüzyıla yaklaşan bir sürede faiz silahı ile Hükümetlere kafa tutuyorsa, bu iktidarın tüm söylemlerine karşın asla muktedir olamadığının da bir ispatıdır.
Hele ki Cumhurbaşkanının eleştirilerine rağmen, tavrında hiçbir değişiklik olmayan merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, Küresel Ekonomi Toplantısı adı altında İsviçre'nin Basel şehrinde yapılan bir toplantıya gidebiliyorsa.
Çünkü Erdem Başçı’nın hem toplantı için gittiği yer sıradan bir yer değildir, hem de katıldığı toplantı sıradan bir toplantı değildir.
Kısa adı BIS olan Bank for International Settlements 1930 yılında İsviçre’nin Basel şehrinde Siyonist bankerlerin girişimi ile kurulan bir merkez, toplantının yapıldığı Basel şehri ise, ilk Siyonist kongrenin toplandığı şehirdir.
Hâlâ Hükümet ve Cumhurbaşkanının bir tarafta, Merkez Bankasının ise diğer tarafta olduğunu zan ettiğiniz bir savaş mı yapılıyor sizce?