Bazen hüzün. Tarihlerde göz kamaştıran, bir efsane gibi anlatılan, seyyahların dile getirdiği cennetimsi bir Meram. Neredeydi o Meram?
Bazen bir yara belki ama… Senle ben, gölge oyununda kalsak; şehrin sûreti fena halde yıpranmış, sancılı olsa da yine hâlâ onca kederine rağmen en alâyişli ânları, saatleri barındıran, zamansızlığın koynunda; muhtemelen hâlen inşâ eden, nüfuzu devam eden, ‘işleyen’, görevini sürdüren âbidelerin ve içsel faaliyetin var olduğu bir sonsuzluk mekânı mevcut biliyorum. Gökyüzü bahçelerini gizleyen bir sırlı, öz(ge) mahal.
Eylemsiz gözükürken bile eylemli yine de. Öyle olmasaydı, 17 senelik kayıp kişiler, aynı yere, aynı kutsiyete geri dönüş yapabilirler miydi? Bir ebediyet yolu, her dâim taze, bir “yeni yol” olarak serilebilir miydi?
Ruhum Meram için “bir parça Hicaz karışmış beldedir” diyor.
Meram sayfalarında, bağlarda, kayısı bahçelerinde, asırlarda gezinirken; bilgelerin cümbüşüyle, bir ney, rebap sesiyle kalbim serinliyor.
“Gönül buğday tanesidir, biz de değirmeniz.
Değirmen bu dönüşün neden olduğunu nasıl bilir?
Vücut taş, düşünceler de onu çeviren su gibidir
Taş, “macerayı su bilir” der
Su ise değirmenciye sor” der,
Çünkü bu suyu değirmene salıveren, odur.” diyen bir gazel; “Sübbuh Kuddûs( En övülmeye değer, çok aziz)” diye dönen değirmen taşı. Konevî Mevlâna yoldaşı. Ayakları altına uzanmış yüzyılların başı. Güne(şe) dayanmış uzun kolları.
Hâlihazırdaki karmaşa değil, Benim Meramım hangisi diye tekrarlıyor bir ses. İçim ılık.
Güllerini suladığım, çöpün(m)ü döktüğüm bir ulu bahçedir belki de Meram. Zekeriya sofrasıdır.
Beyaz bir sükûnet, habire kelime yağdıran su katılmamış bir mutluluk havzasıdır. Börtüsüne böcüsüne, çalısına çırpısına, yaz(ıs)ına kışına karıştığım; saklı bir değerdir Meram.
Silkele(n)diğim, yazılıp çizildiğim, eridiğim. Sorularla debelendiğim.
Sen kimsin” diye sual ediyor bir kişi.
Hayatının Konya öncesi “battı çıktılarından”, dar geçitlerinden geçmeye niyetlenmiş genç kadın mı; artık fırçasıyla kalemiyle tozboyasıyla, uçuş halısıyla kendi Meram’ını der(le)meye çatmaya çalışan, bir denize zirveye mürekkebe batmaya çabalayan, toprakla şakalaşıp duran aceze mi?
“Benim Meramım bir başka ışıltıyla yakardı. Bütün zulmetlerin üzeri muhabbet ışığıyla örtülür sonra aklardı.”
Belki hepimiz için ölmez bir Meram vardır, belki hep doğmak azmindeyizdir kim bilir.
…
Yukarıdaki satırları yazmama sebep, MERAM kitabı. Üç senedir süren bir çalışmanın, alın terinin meyvesi. 65 makalenin yer aldığı, değişik açılardan, farklı sahalardan Meram’ı anlatan, üç ciltlik devasa eser.
Meram Belediye Başkanı Sayın Dr. Serdar Kalaycı’nın öncülüğünde, SÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali Boran editörlüğünde; Sayın Hasan Yaşar, Sayın Bekir Şahin, şehrin kültürüyle haşır neşir genç değerlerimizden Serdar Ceylan’a kadar nice pırıltı, nice emek.
Manevî mirasımızın ne kadarını yaşatıyor, hissettiriyor, sahip çıkıyoruz bilemiyorum ama bu muhteşem kitapta yer almak onur.
Önce de yapılmıştı, şüphesiz yeni eserler de yayınlanacak. Konya durdukça Meram da duracak. Hizmet hiç bitmeyecek. Devran dönecek. Kervan ilerleyecek.
Ecdada yaraşır, gerçek Meram’ın, Konya’nın kitabını yazmak, imzalamak, yapılandırmak. Ne yüce bir iş. Gelecek nesillerin de bizden beklediği…
2. Uluslararası Sadreddin Konevî Sempozyumu Bildirileri’nin yayınlandığı kitap da; Bera Otelde düzenlenen toplantıdaki, bir diğer güzellikti.