“İnandığımızda ya da inanmadığımızda gerçeği değiştirmiyoruz ama kendi gerçeğimiz, dünyaya ve eşyaya bakışımız değişiyor.” (M. Ali Köseoğlu, Menteşe’deki Muğla)
Şairliğini de bildiğimiz gazeteci yazar M. Ali Köseoğlu’nun yeni kitabı Menteşe’deki Muğla, kendi ifadesiyle “Muğla’yı Anlama Denemeleri”.
Şehrin perdelerini yırttıkça; mekânın ardına, gerisine, ufka baktıkça neler ortaya çıkıyor.
Derinden, daha dipten yaşamak; ayrıntı güzelliği. Şehre, toprağa, göğe bakış. Kitap kitap içre, hayat hayat içre.
Mekânı anlamlı kılanlar, zamanda gezintiler, göz açılması; Menteşe’deki Muğla, Muğla’daki Türkiye Konya, saklı kentler, kat kat birikimler; keşfedilmeyi açılmayı, üzerinde düşünmeyi, demlenmeyi bekleyen gizler.
Şehri dinlemek, anlamak, süzmek.
Bacasından, tarhanasından, (Yörük Kızı, Çökertme, Satıoğlu) türküleri ve (Çeyrek, yarım) efelerinden, şaşırtıcı lakaplarından, zeytine, önemli şahsiyetlerine, Arastasına, yağmuruna, kuzulu kapılarına, Karabağlar Yaylası’na, değerli gazetecilerine varıncaya kadar şehir kimliği, tarihi, hikâyeleri.
Mevlevi Şair Şâhidî İbrahim Dede’den; Rize’de çay yetiştiriciliğini başlatan, çayı Rize’ye kazandıran Muğlalı Zihni Derin’e; hayatı filmlere konu olan Rum asıllı Osmanlı vatandaşı, silah ve ölüm taciri Zakharias Basil Zaharoff’a; gariban Serpil’e dek nice isimler yüzler.
Derin kazılar, yazılar. Bizi besleyen mekânlar, insanlar. Özlemli düşler, hayaller, “bir bütünün erimeden, renklerden bir renk olarak parçası olmak” ve gerçekçi gözlem, tespitler…
“Sokakların nemli gözlerini okuyacak lisana sahip” Köseoğlu, bir türküden yola çıkarak, “Ne hoş olur Güzel İle Gezmesi” demiş ama ona eşlik eden güzellerden biri de bülbülle, kalbi de ıslatan, damla damla düşen bir yağmur okşayışı olmalı.
Sonra şarkılar, sonra.. göğ(s)ü bağ(r)ı açık bilgeler ile edebiyatçılar, sanatçılar, şairler.
Hacı Bayrâm-ı Velî, Ahmed Selâhattin Çelebî Hidâyetoğlu, Sait Faik, Van Gogh, Halide Edip, Faruk Nafiz Çamlıbel, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Necati Cumalı, Sezai Karakoç, Ekrem Hakkı Ayverdi, İtalo Calvino, Turgut Cansever… Engels’e uzanan zenginlik, kültürel tezyinat.
Zarifçe eleştiriler. Muğla belediyesi; meşhur Muğla bacası, çam ağaçları yerel motifler ve üzerinde 1871 tarihi gözüken, eski logosunu terk etmiş mesela. “Şekil ve renk olarak yeni bir duruş ortaya koysa da; şehre dair kültürel değerler tam olarak yansıtılmamış. Yeni logoya Muğla’nın Büyükşehir olarak kabul edildiği 2014 yılı yerleştirilmiş.”
İzmir işgal edildiğinde, Muğla’da Kocahan Mitingi yapılmış ama Gazeteci Özcan Özgür’ün anlatımıyla “…hanların en büyüğü, en görkemlisi ve tarihî, sosyal, kültürel anıların yüklendiği Koca Han ortadan kalkmış.” Yerini bir park ve anıt(Kocahan Mitingi Anıtı) almış.
Kentleşmiş, ruhunu, özünü, medeniyetimize has çizgilerini kaybetmiş, “söyleyecek sözü bulunmayan” şehirler; “özensiz, çarpık hiçbir ulvî maksadı olmayan yapılar”, kaygılandırır üzer Yazarı. Söz yok, çünkü bâtından, hakikatten haberi yok.
Ona göre “Her mimari yapı, şuurlu ya da şuursuz bir cümledir”.
Dev bir şaire “Yahya Kemal’e “Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nı” yazdıran âbide eser “Süleymaniye; bu toplumun geçmişte dünyaya sunduğu en kıymetli sözlerdendir.”
Eşi Gülşah’a kitap okumaktadır bir gün.
“Bir süre sonra ‘İstersen ben devam edeyim’ dedi.
‘Olmaz’ dedim.
‘Kelimeleri görmek istiyorum” (M. Ali Köseoğlu, Menteşe’deki Muğla)
Önemli, açabileceğimiz bir cümle bu. (Seçkin)Kelimeler sadece kitaplarda değil, hep önümüzde.
Yeşeriveren göksel cümlelerde, içselleştirilen güzelliklerde, manevî incelmelerde.
Kelimeleri, ayetleri, işaretleri ayan beyan görmek, iç yüzüne vakıf olmak, yazıldığı sayfayı/ insanı/ varlığı okumak. Sevgiyle birleştirmek, d(okunmak).
O yüzden her şehir, mekân, sıradan nesneler, tüm mevcudat bir mektup oluyor, dillenip ve hep inşa edegeldiğimiz içimizdeki şehre hitap ediyor.
Menteşe’deki Muğla, bir şehri anlatmıyor yalnızca; bir yürüyüşün kitabı.