Medya konusu gündeme geldiğinde hemen herkesi söyleyeceği birkaç cümle vardır ve hemen hepsi medyanın önemli olduğu hatırlatması ile başlar.
Medya konusunda toplumun her katmanı tarafında söylenen ikinci söz genellikle medyadan şikâyet etmektir.
Medya ve şikâyet denilince ise ilk akla gelen kesim siyasetçiler ve bürokrasi olur.
Siyasetçilerin medyadan şikâyetleri genellikle kendilerine yeteri kadar yer verilmemesi ile başlar ve söylediklerinin yanlış aktarıldığı ile devam ederek özel hayatın gizliliğine riayet etmedikleri şikâyeti en üst seviyeye ulaşır.
Bu kadar şikâyet etmelerine rağmen siyaset arenasında ayakta kalabilmelerinin de medyada görünür olmaktan geçeceğini zannettikleri için medya ile tabir caiz ise iyi geçinmeye çalışırlar.
Aslında iyi geçinmek yerine kısmi ateşkes içinde olmak deyimi daha iyi anlatır bu durumu.
İyi geçinmek olgusu elbette çift taraflı bir davranış biçimi olduğu için de azami dikkat gösterilmesi gereken sınırların zaman içinde yok sayıldığı ve ateşkesin ihlal edilip amansız bir savaşın başlatıldığı hep görülmüştür.
Bu savaşın galibi genellikle siyasetçilerin olduğu düşünülürse de tarih medya patronlarının iktidarları alaşağı edecek kadar büyüdüklerini ve işi devletleri idare etmeye kadar götürdüklerini gördük.
Yine medya patronlarının iktidar sahipleri olan siyasetçilerden en azından bir kısmını pijama ile karşılayacak kadar kendilerini güç sahibi hissettikleri zaman asıl güçlerini kaybettiklerini de gördük.
Siyasetçilere gelince medya mantalitemiz genellikle bizim kontrolümüzde olsun üzerine kuruludur.
Memleketimizdeki kâğıt fabrikaları özelleştirilip sonrasında kapatılıncaya kadar geçen süreç içinde hemen hemen bütün dönemlerde siyasetçilerin özellikle gazete kâğıdı tahsisini bu düşünce ile yaptıkları bilinir.
Siyasetçilerin medya üzerindeki hâkimiyetlerini kurma amacıyla başvurdukları bir başka maddi silah ise resmi ilanlar konusudur.
Siyasetçiler kendilerine yakın gördükleri veya bizzat kurdurdukları basın organlarına resmi ilanları yağdırırken kendilerine düşman olarak gördüklerine ise zırnık koklatmadıkları ise bir gerçektir.
BU memleketin bir diğer gerçeği de maalesef iktidar kontrolündeki bankaların reklamlarının da iktidara yakın medya organlarını desteklemek amacıyla kullanılmış olduğudur.
Zamana zaman basına yansıtılabildiği kadarıyla siyasetçilerin yaptığı reklam pastası dağıtımına dair hangi medya organı ne kadar santimetre ilan almış veya hangi medya organına kaç saniye reklam verildiğiyle ilgili rakamlar bu gerçeği az da olsa ortaya koymaktadır.
Çok sık kullanılmasa da genel kabul görmüş olan “Bu ülkede gazeteci olmak zordur ama gazeteci kalmak daha da zordur” sözünü tekrarlamanın tam zamanıdır diye düşünüyoruz.
Son birkaç hafta içinde mafya babası siyasetçi kavgası sonrasında ortaya dökülen rezillikleri hep beraber gördük ve yaşadık.
Siyasetçi mafya kavgası b bir şekilde sona erdirilmez ve bu minvalde devam edecek olursa şu ana kadar basın kuruluşlarından işine son verilen hatta gazeteciler cemiyetlerinden atılan gazeteci kimlikli medya bezirgânlarının sayısının iki işle sınırlı kalmayacağını da görmüş olacağız.
Medya mantalitemiz denilince akla gelen bir başka sorun ise medya organlarının aile kurumuna verdikleri tahribatın her geçen gün daha da büyümekte olduğudur.
İnsanlarımız o hale geldi ki kimilerimiz aile yuvasının kuruluşu esnasında yapılması gerekenleri, kimimiz ise yuvanın ayakta kalabilmesi için dikkat edilmesi lazım gelenleri neredeyse medyadan öğrenir olduk.
Milletimizi bir arada ve ayakta tutan en önemli kurumumuz olan aile birliğinin yok edilmesine dönük içeriden ve dışarıdan gelen saldırılardan şikâyet ederken gözden kaçırdığımız temel husus aileye yapılan bu saldırı ve ihanetlerin hep medya organları eliyle yapılmış olduğudur.
Medya organlarının pervasızlığı neticesinde sendeleyen ve hepten savunmasız kalan aile mahremiyeti güvenlik ve adalet kurumları içinde kalması gerekirken, olayların manşete taşınması sonucunda kavgalar evlerden ekranlara ve gazete haberlerine taşınıyor şiddet veya cinnet geçiren aile fertlerinin katledildiğine dair haberler nerdeyse bu ülkenin en temel sorunu olan işsizlikle pahalılığı unutturmak için kullanılır hale geliveriyor.
Medyanın aile kurumunu yok sayarak insanların hassasiyetlerini bu derece ayaklar altına alması ile toplumumuzun bu hale getirilmesi insana kurbağa ve sıcak su hikâyesini akla getiriyor.
Herkesin malumudur ki sıcak bir su dolu kazana atılan kurbağanın sıçrayarak bir hamlede sıcak sudan çıkma ihtimali vardır. Ancak soğuk su dolu tencereye koyulup da yavaş yavaş ısıtılarak kaynayan suda ani sıçramalar yapamayan kurbağanın sonu haşlanıp ölmektir.