Medya nedir ve medya ne anlama gelir veya medyanın en temel amacı olarak belirlenmiş işlevi nedir gibi soruların eskiden tek bir cevabı vardı.
Haber vermek veya en çabuk şekilde haberdar etmektir.
Ya da biraz daha açık şekliyle medyanın en önemli görevi tarafsızlık ilkesi içinde insanların haber alma özgürlüğüne olan ihtiyacı giderecek şekilde haber ve bilgi vermektir.
Medya ilk zamanlarında yani sadece gazete ve radyonun medya olarak tanımlandığı eski zamanlarda haber toplayıp topladığı haberi insanlara yorum yapmadan ulaştırmışsa da her sektördeki gelişim(!) ve değişimden en fazla nasiplenen sektör oluvermiştir.
Medya eski haliyle insanlık tarihine çok büyük katkılar yapmıştır. Ama zaman geçtikçe hem kendini hem de hedef kitlesi olan insanları tanıdıkça medya kendisini yasama, yürütme ve yargıdan sonra 4. güç olarak görenlerin desteğiyle onları bile şaşırtacak bir çabuklukla birinci güç haline getirivermiştir.
Güya yasama, yürütme ve yargıyı millet adına denetleyecek 4. Güç olması düşünülen medya devletin bu 3 organının kamu adına denetlemesinden vaz geçerek adeta devletin tümünü yönetmek isteyen bir canavara dönüştürülmüştür.
Medyanın bu hale gelmesinde en önemli pay, 20. Yüz yıl teknolojisindeki gelişmelerin insanlar üzerindeki etkileriyle insanlar üzerinde hegemonya kurmak isteyen siyasetçiler ile gelişmiş ülkelerin iktidarları ile küresel şirketlerin olmuştur.
Medyanın görselleşmesi ve sosyalleşmesi demek olan televizyon ve internetin yaygınlaşmasıyla da medyanın insanlar üzerindeki etkisi daha fazla anlaşılmış iş bilir ve iş bitirici siyasiler olarak tanınanlar başta olmak üzere hemen her siyasetçi medyanın cazibesine kapılı vermiştir.
Siyasetçilerin destekçileri olan küresel sermaye bu aşamada devreye girerek gerek kendisinin kurduğu gerekse de maddi olarak desteklediği medya kuruluşları aracılığıyla toplumları kendi hedefleri ve programları doğrultusunda bilgilendirmeye(!) başlamışlardır.
Kendi ülkesindeki insanlar üzerindeki kurdukları egemenliği küresel egemenlik için yeterli görmeyen çağdaş demokratik devletlerin yöneticileri medyayı adeta silahlı bir güç olarak görmüşler ve bu doğrultuda yaptıkları çalışmalarla az gelişmiş ülkelerin iktidarlarını değiştirdikleri gibi insanların hayat tarzlarından ekonomilerine, inançlarından örf ve adetlerine kadar her şeyi değiştirmeye çalışmışlardır.
Küresel şirketlerin medyası eliyle insanlar haber aldıklarını yani bilgilendiklerini zannederken aslında şimdilerde adı algı yönetimi olan türlü şekillerdeki manipülasyonlara maruz kalmış ve vatandaşlıktan bireyliğe terfi ettirdikleri insanların içinde yaşadıkları toplumla bütünleşme veya toplumsal hayata uyum sağlamaları adına her türlü kolaylığı(!) da sağlamışlardır.
Bu aşamada medyanın haber verme işlevi önce eğlendirme sonra toplumsallaştırma işlevine dönüşürken asıl tehlike olan kamuoyu oluşturma ve gündem belirleme işlevi ise insanlara daha tehlikesiz ve daha sevimli olarak gösterilen eğitim ve farkındalık oluşturma gibi sözlerle perdelenmeye çalışılmıştır.
Toplumda eğitim söz konusu olduğunda ve eğitim işlevinin Türkiye gibi kalkınmakta olan üçüncü dünya ülkelerinde devletin yaygın eğitim kurumlarınca yeterince verilmediğinin ifade edildiği toplumlarda irikıyım medya kuruluşlarınca yapılmaya başlanınca en başta yerle bir edilen mefhum toplumsal ahlak olmaktadır.
İnsanların ilk ahlaki eğitimlerini aldıkları aile ortamı ve eğitim gördüğü okul ile yakın çevre olarak kabul edilen aile ve arkadaş grupları ile iş ortamından aldıkları bilgileri altüst edecek şekilde 180 derece ters bir şekilde kesişen medya kişisel ve toplumsal ahlakı meşhur tabirle beşikte mezara kadar olacak bir şekilde düzenlemeye çalışmaktadır.
Türkiye gibi bireyi ve ailesi ile çok hızlı bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamış olan toplumlarda ailesinden aldığı ahlak bilgileri bir yana devlet eliyle ilkokuldan itibaren dayatılan ve çoğunlukla aileden gelen kişisel değer yargılarıyla çatıştığı için kişisel iç atışmaya dönen zihinsel yapı tam da medyanın yerleştirmek istediği çağdaş ve evrensel değerleri kabule hazır hale gelmektedir.
Artık birey için bu aşamada ne dini inançları, ne milli kültürü ne de ulusal değerler eskisi kadar önemli olmakta tabiri caiz ise esiri olduğu medya tarafından bireyin hatta tüm toplumun değer yargılarını medya biçimlendirmektedir.
Denetlemesi gereken iktidarların ekonomik ve siyasal kararlarındaki hatalı ve yanlış kararları ifşa etmek yerine her gün saatlerce kadına karşı ayrımcılığın vurgulanması adına aile içi kavgalar ve çocuk istismarı teşhir edilmekte, dini değerleri istismar edenlerin teşhiri adına ise dini değerlerin yıpratılmasına hizmet edilmektedir.
Sonuç olarak egemen güçlerce yönetilen devletlerin düşünce kuruluşları veya askeri siyasi kurumlarının danışmanlarınca diğer ülkelerin hegemonya altına alınmasına yönelik olarak üretilen çağdaş küresel dinsiz insanlık ahlakının sosyal medya ve televizyon dizileri aracılığıyla öğretilmeye çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz.
FARKINDA MISINIZ?
“Geleneksel toplumsal kimliğimiz ve gücümüz, her geçen gün medya ve sosyal iletişim araçlarının orantısız büyüyen saldırıları karşısında gittikçe azalmaktadır.”