Medeniyet bir toplumun tüm unsurlarını içerir. Medeniyetler yaşatmak için vardırlar.Bu yaşamak ve yaşatmanın iklimi ahlaktır, maneviyattır. Tarihteki İslam kültürüyle bezenmiş medeniyetlerin hiçbirinde sömürü yoktur. Hepsi insanı ve insanlığı yaşatmışlardır. Ne zamanki dikte kültürlere boyun eğmişler o zaman gemi su almaya başlamıştır. Uygarlık kalıcılık ve huzuru simgelemektedir. Yaşadığımız dünyanın tüm imkânlarından faydalanarak, bu imkânlara uyum sağlamak medeni olmaktır. Medeni olmak ilim, bilim, kültür, ahlak ve inanç barındırır. Ancak bu vasfı yok ederek alamazsınız. Kan ve gözyaşı, zulüm ve baskı, acımasız sömürü barbar devletlerin, toplulukların vasfıdır. Bu devletler asla medeni ve uygar olamazlar. Bilakis bu devletler bozguncu, fitne fesatçı ve düzenbaz ilişkilerle ‘yok etmeyi’ düşünürler. Yaşatmak onların algılarında yoktur…
Kitle iletişim araçlarından da bahsetmek istiyorum. Çünkü onlarda doğrudan beynimize hitap ediyorlar. 1895’te ilk radyo yayını ve 1936’da ilk düzenli televizyon yayınıyla birlikte, iletişim teknolojisi dünyada hızlı bir gelişim göstermiştir. Bir şeyin hızı arttıkça denge daha zorlaşır. İletişim araçlarının mekanik-teknik değişimi hızlı ilerlemiş; ülkelerin ve ‘izm’lerin kendi dünya görüşlerini diğer kimselere benimsetmek için yapmış olduğu propaganda çalışmaları hız kazanmıştır. Bu kanaldan propaganda akışı hiç kesilmemiştir. Manipüle, dezenformasyon (yalan, bilgi çarpıtma ve yanıltma) kavramları bireylerin inanışlarını, yaşantılarını etkilemiştir. Çocuklar, genç dimağlar yalanlar, yarı hakikatler, kasıtlı manipülasyonlar ile yıkanmış ve yıkanmaya devam etmektedirler. Emperyalizm ulusların siyasi ve askeri güç kullanarak istila etme ve sömürgeleştirme sürecini değiştirerek maneviyatını yitirmiş bireyler oluşturmak sinsiliğini de yapmaktadır. Bu amaçla her tür olumlu değerlerin altını oymakta, dini ve kültürel değerleri denetim ve tahakküm altına almaya çalışmaktadır.
Günümüzde medya (telefon,televizyon vb) basit kanaat, bayağı imaj, sıradan inanç oluşturmaz. Bilakis, dinamik bir sürecin birleşik kapsayıcı parçasıdır. Program ve işlediği konularla değerleri ve ideolojileri istismar edebilir, aslını bozucu hale getirebilir. Yalan ve yanlışı içinde doğrularla harmanlayarak yansıtabilir. Bu zihniyet ‘tek tip bir kültürel yapı’ oluşturmayı hedeflemiştir. Bu durum etkisini derece derece, azar azar zamanla birikerek gerçekleştirir. Siyonizim ve emperyal güçler, kitleleri manipüle etmek toplumlara kültürel hegemonya kurabilmek için medyayı bir tohum ekme aracı, kendi mitlerini yayma unsuru olarak kullanmaktan çekinmez. Bu güçlerin nihai amacı istenilen kültürel değerlerin, televizyon ve benzeri kitle iletişim araçlarıyla zaman içerisinde benimsetilme çabasıdır. Tüketim kültürüne uygun bireyleri oluşturmak için çalışır. Bu zihniyet yayıldıkça Mekanik kuvvetin esiri bireyler artacak, ahlaki ve manevi değerler de zayıflayacaktır. İnsanlığın mahiyetini düşünmeyen, her türlü ‘haz’ peşinde koşan yabancılaşmış insanlar yığını oluşturmak, Türk-İslam kültürünü büyük tahribatlara uğratmak ve yine toplum içerisinde çatışmaların ve gruplaşmaların artacağı skandal ortamlar hazırlamak… Kendi kültürlerinden uzaklaşan toplumlar, karşıt toplumların kültürel değerlerini benimseyeceklerdir!
Daha daha fazla tüketmek, yetinmeden hep daha fazlasını istemek ve bu doğrultuda bir yaşam arzulamak sakıncalıdır. Bu tüketim çılgınlığı kendi gerçek durumundan hayal durumuna kaçış ve kovalamacadan ibaret olacaktır. Kendi temel ihtiyaçlarını gidermekten aciz birinin lüks diye tanımlanacak istekler içinde yanıp tutuştuğu, hatta temel gereksinimleri hiçe sayarak lüksün peşinde koştuğu bir durumdur bu psikoloji. Yabancılaşma bu kaçışla olan bir bozuluştur. Kendi dertlerini hedef edinmiş, kendi yalanına kendisini inandırmış, yalnız kalmış ‘ben odaklı’ yaşayan bireyin psikolojisidir bu kovalamaca. O yüzden bu kalkınma ahlakla ve maneviyatla olacak. Bizleri ancak ve ancak İslam’ın değerleri, gerçekleri düşünen ve gerçekçi amaçlar yaşayan insan kılar. Değilse hayaller ne kadar güzel ve cazip görünse de ‘gerçek’ değildir. Ulaşılamaz hayal ve hedefler yorgunluk, bitkinlik ve yalnızlığı bizlere yükler. Zamanımızı ve maneviyatımızı çalar, törpüler.
Şu soruyu sormak lazım: Medeni bir toplum mu olacağız tekdüze bir insan mı? Sanayileşmenin getirdiği madde peşinde koşuşturma ile mekanikleşen robotlaşan insan mı? Kültürel mübadelenin, manevi erozyonun istenmeyen sonuçlarından kaçınılması gerekir. Sömürü düzenlerin ve kapitalizmin oluşturmak istediği, kendi varoluş anlayışını tüketmiş olduğu metalar üzerinden oluşturan ‘robotlaşmış insan’dır. Ne kadar para, ev, mülk o kadar ‘güç’ ve o kadar ‘ben yapısı’ yapısı; ego şişkinliği, birey üstünlük algısı içeren kimlik. Ahlakı ve maneviyatı alınmış zihin kurgusu! Karşıt kültürel hegemonyaya başkaldırmak ve direnmek için yasal denetimin sağlanması gerekir. Biz yerine ‘ben’ anlayışı, bireyci din algısının oluşması çok tehlikelidir. Kişilerin maneviyattan arındırılarak fevri davranması tanrı tanımazlığa / ateizm doğru giden yolun meşrulaştırılmasıdır. Bunu besleyen ahlak ve dini değerler toplumların motiflerinde yaşamazsa tekdüze, maneviyatını yitirmiş, anlamı bir boyuta indirgemiş bireyler türer. Üzülerek söylemeliyim ki; eğitim müfredatında ve yasal kaynaklarda maneviyatın görmezden gelinmesi maalesef ‘manevi yitirilmişliği’ beraberinde getirecektir. Bu açıdan bakıldığında, kitle iletişim araçları, yazılı ve görsel basının önlemler ve denetimlerden geçirilerek topluma sunulması elzemdir.