Efendim gününüz ve gönlünüz aydın olsun. Her zaman ki gibi selam duâsıyla başlamak isteriz yazımıza;
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Bugünkü beytimiz şöyle:
‘Ney kanlı bir yoldan bahseder. Mecnûnâne âşıkları hikâye eder.’ (13.beyit)
Ney, kan dolu bir yolu anlatan misalden bahseder. Ki bu misal, insanoğlunun nice meşakkatlerle dolu dünya hayâtında, hem fâni hem bâkî âlem saadetini kazanma adına yapacağı mücâdelelerin, onun olgunlaşması için katkı olacağı hakikatine dâirdir. Bu dünya, zorluk ve sıkıntılarla dolu bir hayattır. Ney, kendi içinden geçtiği ayrılık hikâyesinde, karşılaştığı çileleri hikâye eder. Nasıl kendi mekânında upuzun, dimdik bir kamış iken aslından kopartılarak, içinden güzel sesler çıkaran ney hâline gelmek adına, pek çok meşakkatli süreçlerden geçirildiyse, insan da, kâmil insan olabilmek için aynı böylesi hamken pişirilme süreçlerinden geçirilir. Kendisinin aslı kamışken oradan yâni vatanından alınmış, içi boşaltılmış, bıçakla delinerek üzerine üflenme delikleri açılmış, boğumlar yapılmış, teller bağlanmış yâni neyin yüreği acıyla dağlanmıştı. Ama neticede ney, kimi kıymet bilenlerin elinde gönül sazı olmuşken, kimilerince ise, bir değer ifâde etmemiştir. Bu tamamen; ‘kıymetli olanı kıymetler bulur, bilir’ anlamındadır.
Peygamberlere, âlimlere, evliyâların hayatlarına bakıldığında hepsinin hayatları nice zorluk ve meşakkatlerle doludur. Peygamberlerin Sultânı Rasûllullâh’ın aleyhissalâtu vesselâm, hayâtı zorluklarla örülüydü. O güzel insan, kanlı yâni meşakkat dolu bir yoldan geçti, Geçtiği yollara, dikenler serpiliyordu, Kâbe-i Muazzamâ’da ibâdet ederken sırtına kilolar dolusu deve işkembesi konuluyordu. Öldürmeye kadar yeltendiler de, Yüce ve Aziz olan Rabbi Teâlâ buna izin vermedi. Yusuf Peygamber, ne çile dolu bir hayat yaşadı, kardeşleri tarafından kuyuya atıldı, köle olarak satıldı sonra Azizin sarayına getirildi, bu sefer iftiraya uğradı, hapse atıldı ama sonunda Mısır’a sultan oldu. Hastalıklarla mücâdele eden sabır timsâli Eyüp Peygamber, nice sıkıntılara katlandı. Misaller çok tabii. Ney, kendinin de geçtiği bu kanlı yolu, Mecnun misâli ile bize hikâye ediyor.
İnsan dünyâda kendi imtihanını yaşarken, mânevî boyutunu dikkate almadan başına gelen problemlerden illa birisini veya bir sebebi sorumlu tutuyor. Halbuki onun başına gelenler, insanın olgunlaşabilmesi adına Mevla Teâlâ tarafından verilen hamken pişmesi adına sunulan âdeta ‘bonus kart’larıdır. Dayan-katlan-sabret ve kazan aşamalarıdır. İki dünya saadetini kazanma basamaklarını tırmanmaktır. Hiç kimse başarı merdivenlerini eli cebinde çıkmamıştır. Zorluklar karşısında mücâdele, azim, kararlılıkla her zorluk, insana kolay gelir. Eğer insanın yüreği imanlı ise karşılaştıkları, ona zor gelmez. Her şey yalnızca yüce Allâh’ın dilemesiyle olur. Mevla dilemeseydi ona musibetler gelir miydi? Peki, niye geldi o zaman? O sıkıntılar, kulun tekâmülü için, Cenâbı Hakk’a yaklaşması, iyi bir kul olabilmesi için gelmiştir. Ancak tabi insan hayat yolunda kendine iyi bir model seçecek ki, onu misal yaparak hayâtına yön versin. Baş rehber Peygamber aleyhissalâtu vesselam, sonrası O’nun izinden gidenlerdir.
İnsan yaşamının her ânını, İslâm’ın ışığında tanzim etmelidir. Bir kişi gitmek istediği menzilde ayağına taşlar takılabilir, tökezleyebilir, düşebilir, ayakları kan-revan içinde kalabilir. İşte bu yol kanlı yoldur. Ama insan asla vaz geçmeyecek, pes etmeyecek, ne olursa olsun tevekkül ve sabır ile yoluna devam edecek. Mecnun kan dolu yoldan geçti de, Mecnun oldu. Ney, o güzel sesi çıkarmak için nice çilelere katlandı da, ney oldu. Bu yolda kazançlı çıkmak için; ‘Ölmeden önce ölünüz’ düsturuna uymak gerekir. Bu yol, dünyâyı arkaya atıp, nesi varsa hepsini Hakk’ın uğruna verenlerin yoludur. Bu kanlı yol, uzun ve zahmetli bir yoldur. İşte insanın, ney gibi ilâhî sırlara erişebilmesi için, hayâta gelişindeki aslı ve sırrı çözebilmesi için, bu çileli yoldan, pek çok imtihanlardan geçirilmesi lâzımdır. Aslında yüce Hak katında, ezelde ‘elest’ bezminden başlayıp, ilâhî huzurda nihâyete kavuşacak olan bu uzun ve çetrefilli yolda, insanın aşması gereken zorlu engellerinin olması tabidir. İş O Kâdirî Mutlak’ın huzûruna yüz akıyla gidebilmektir.
Hakikatte neyi temsil eden mürşidi kâmiller, o güzel hallerine erişebilmek için pek çok meşakkatli, kanlı yollarda geçerek bulundukları hâle erişmişlerdir. ‘Emeksiz, yemek olmaz’, ‘Zahmetsiz rahmet olmaz’, demişlerdir. Tıpkı bunun gibi, o kâmil insanlar nice zikir-fikir, tefekkür, tezekkür ve riyâzatlardan geçerek neticede herkesin gıpta ettiği o makamlara gelmişlerdir. Bu kanlı yolda, onlar celal ve cemal tecellileriyle berâber yanarlar, kavrulurlar da, bu şekilde aşk yolunda mesâfeler kat ederler. Elbette aşk yolunda İsmâil gibi bıçağın altına yatmak, İbrâhim gibi ateşe cesurca girmek kolay değildir. Bu aşk işidir, herkesler anlayamaz, herkese de, kolay anlatılamaz. Hakiki aşk, belâ ve musibetlere sabır, vefa ve sadâkatle tahammül sonrası gelir. Pek çokları vuslat vâdisine ulaşamadan yollarda düşer, kaybolurlar.
Aşkı, ‘El-Vedûd’ ismiyle fıtratımıza bahşeden Cenâbı Hakk, bize büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuştur. Yüce Rabbimiz kendisine yaklaşmamız adına ruhumuza böylesi bir pozitif enerjiyi yüklemiştir. Kullanmasını bilene ne mutlu! Allah Teâlâ insana verilen bu nimetlerin amacına uygun olarak kullanılmasını istemiştir. Eğer verilen bu kıymetine paha biçilemez nimetler, muhabbet nûrunun temâşa edildiği gönül tarlasına ekilmişse, insan kendini geliştirerek meleklerden üstün duruma geçebilir. İşte ruhta oluşan bu muhabbetin adı ‘aşk’tır. Başa gelen bela sıkıntılar bu muhabbet sâyesinde, ‘dertleri zevk edindim’ hâlinde değer bulur. Aslında bu duygu, hem insanların hem toplumların salahında insanların bilmesi gereken temel kavramdır. İman ehli hâdiselerin hep hikmet boyutuna bakar. İnşallah bizler de her karşılaştığımız hâdiseye bu boyutla bakabilelim, diyerek bu haftaki yazımızı sonlandıralım.
Efendim Cumânız mübârek olsun.