Müslümanları özellikle de Ehli Sünnet Müslümanları dinlerini parça parça etmekle suçlayan mealci takımı kabul etmese de bu ülkede mealcilik akımı son yıllarda meal yazma üzerinde rekorları alt üst etmiş durumdadır.
Mealci güruhunu bu yola sevk etmekteki en büyük sebebin cehaletleri nedeniyle mealleri Kur’an-ı Kerim zannetmeleri olduğu ortaya çıkmıştır.
Belki ikincil bir sebep olarak her mealci takımının kendilerine ait bir meal olmasını istemelerini de sayabiliriz.
Meal konusundaki bu büyük(!) gayretin sonucunda Cumhuriyet döneminde yazılan meallerin sayısı 250’yi aşmış, yine bu dönemde yazılan tefsirlerin sayısı ise 50’ye yaklaşmıştır.
Yani daha kısa yoldan ifade etmek gerekirse mealler de mealcilik de bir Cumhuriyet dönemi ürünüdür.
Çünkü hemen hemen bütün mealcilerin ortak bir düşünce ile hata koro şeklinde hakaret ettikleri Osmanlı Döneminde meal de yoktur mealcilik de yoktur.
Osmanlı döneminde tefsir elbette yazılmıştır, ama ayetlerin birebir tercümesi denecek şekilde bir tefsir asla yoktur.
Dinini İslam Dininin asli kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimizin (sav) Sahih Sünnetinden öğrenmek yerine tahsil için gittikleri Avrupa ülkelerindeki müsteşrik papazlardan öğrenme yolunu seçen münevverler(!) eliyle Tanzimat döneminde dillendirilmeye başlanan ve Meşrutiyet döneminde açıkça tartışılmaya başlanan “Türkçe Kur’an” talepleri Cumhuriyetin ilk yılında hayata geçirilmiştir.
Cumhuriyetin ilanının hemen ertesinde henüz 6 ay bile geçmeden askeri üniformanın arkasına sığınan bir muvazzaf albay tarafından Kur’an-ı Kerim Türkçe’ye çevrilerek ilk Türkçe Kur’an ortaya konur.
Zamanın Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin bile reddiye yazdığı meal işte böyle bir mealdir ama kapı bir defa açılmıştır ve arkası gelecektir.
TBMM eliyle girişilen meal yazma işi de akamete uğramıştır ama aradan geçen yıllar meal yazma işinin bir geçim yolu haline gelmesiyle açılan kapı belki bir daha kapanmasın diye yerli müsteşrikler eliyle tamamen kırılmıştır.
Mealciliğe sapma denmesinin en temel gerekçesi, mealin bir tercüme olarak algılanmasıdır.
Çünkü meal de ortaya konan düşünce “Bu ayette Allah’ın (cc) kasdettiği anlam budur” ifadesidir.
Hâlbuki tefsirde mealden farklı olarak “Allah’ın (cc) ayetlerde kasdettiği murattan bizim anladığımız budur” düşüncesi vardır.
Müslümanların Kur’an-ı Kerim hakkındaki düşünceleri şöyledir:
Kur’an ilahi âlemden insanlık âlemine indirilen, İnzal edildiği şekli ile okunması ibadet olan, son ilahi kitaptır. Yine Kur’an-ı Kerim kendisinden önce indirilen tüm kutsal kitapların içeriğinin büyük bir kısmını ilga eden, ilga edilmeyen kısımlarını içinde sureler veya ayetler halinde insanlığa yeniden vahy edilen mükemmel ve eksiksiz ilahi hitaptır/kitaptır.
İnsanlığa vahyedilen son ilahi kitap olan Kur’an-ı Kerim’in dili ayette belirtildiği gibi inzal edilen kavmin dili olan Mekke ve Medine lisanıdır.
Mekke ve Medine de yaşayan insanların ana dilleri Arapça olmasına rağmen inzal edilen ayetlerin insanlara zaman zaman açıklanması gerekmiştir.
Bu nedenledir ki Kur’an'ın doğru anlaşılmasında en önemli faktör Kur’an-ı Kerim’in birinci muhatabı olan Hz. Peygamberimizin (sav) Sahih Sünnetidir.
Hz. Peygamberimizin (sav) Sahih Sünneti ve bu Sünnetin yazılı hale gelmiş olan Sahih Hadisler iyice bilinmeden ve anlaşılmadan Kur’an-ı Kerim hakkıyla anlaşılmaz/anlaşılamaz.
Diğer taraftan Kur’an-ı Kerim’in nüzulüne şahit olan Sahabe Neslinin (ra) bizzat içinde yer aldığı nüzul sebepleri ile Kur’an-ı Kerim’i bizlere ulaştıran birinci nesil olan Sahabe Neslinin Kur’an-ı Kerim anlayışı da Kur’an-ı anlamakta en az Sahih Sünnet kadar önemlidir.
Kur’an-ı Kerim’i nazil olduğu orijinal hali ile okumayı zül kabul edenlerin ellerine tutuşturulan meallere Kur’an demeleri yüzyıllık bir sapmaya bir örnek olmakla birlikte, Diyanet mensupları eliyle bastırılan açıklamalı mealde daha önceki yazdıkları kitapta olan “okunması ile ibadet edilen mucize kelamdır” ifadesinin çıkarılmasının asıl soruna yeter örnek olduğuna inanıyoruz.