Batı ve yandaşları bizi toplarıyla-tüfekleriyle-gemileriyle, en yeni teknolojik silahlarıyla yenemeyeceğini anlayınca bu sefer modasıyla, menfî kültürüyle, kokuşmuş ahlâkıyla çeşitli şekillerle içimize sirâyet etmeyi ve insanımızı her yönlü bozmayı planladı. Bunun için yıllarca bıkmadan çalıştı. Çağdaşlık, modernlik, medenî değerler, evrensel kültür adı altında insanımızın ruh dünyâsını tahrif etti. ‘İlerlemeye İslam mânidir’ anlayışı halka empoze edildi. O zamanlar geri kalmışlığa sebep bulunmuştu. O İslam’dı. Halbuki durum bunun tam de tersiydi.
Nefse hitap eden etrâfı yaldızlı fikir ve uygulamalar, çabuk kabul gördü. Böylece insanlarımız bir bir modernitenin kurbânı oldu. Bilhassa gençler… Ne yazık ki memleketimizin eğitim sisteminde, senelerdir gençlerimize kendi mükemmel ‘değerlerimizi verme’ yerine ‘değerlerimizi yerme’ anlayışıyla ile hareket edildi. Yeni nesle ilerde iş bulabilmek adına en iyi yerlerde okuma, geçerli bir diploma sâhibi olabilmek için yoğun çalışma hedefleri kondu. Tamam, bu olsundu. Ama inançsız bir eğitim rûha güzellik katmadığından yıllar içinde ruhsuz, hissiz, duyarsız, saygısız bir nesil yetişti. Genç diyor ki; ‘Dinle bir ilgim yok, dîne ihtiyaç duymuyorum. Her şeyim temin ediliyor. Böyle safsatalara inanmıyorum.’ Tabi şimdi hayâtın baharında ama yarın başı sıkıştığında inançsız insan hemen alkole, uyuşturucuya ya da intihara sarılıyor. Bencillik almış başını gidiyor. Büyüklere saygı hiç mesâbesinde! Sâdece haz ve hız ekseninde büyüyen, yokluk görmeyen bir neslin geldiği bu nokta, bizi de, idârecilerimizi de düşündürmelidir.
Durumun bu merkeze gelmesinin sebeplerinden birisi; maalesef “eğitim sistemimizin baştan bozuk” olmasıdır. Batı’dan devşirilen değerlerle bu milletin evlatları eğitilmemeliydi. Bilgi ve teknoloji olarak onlardan istifâde edelim ama kendimize, inanç değerlerimize, kültürel birikimlerimize göre bir eğitim sistemimizi kendimizin kurması gerekiyordu. Başkalarının kokuşmuş değerlerinin bize çâre olmayacağını bilmeliydik, bugün de bilmeliyiz. Ve bu minval üzere “yerli-milli bir eğitim sistemi”ni kendimizin oluşturması elzemdir. Yeniden sil baştan tamâmen “yerli ve milli” olmalı. Artık bu sistem bitmiştir. Yanından, kıyısından, ucundan kırpmakla veya eklentiler yapmakla olmuyor. Gençler materyalizmin, kapitalizmin girdabından mutlaka ama mutlaka çıkartılmalıdır. Geleceğimizin teminatları olan gençleri milletçe kazanmak için ne gerekiyorsa en kısa zamanda yapılmalıdır.
İkincisi gençlerin önüne güzel misaller sunulmalıdır. Evet, en büyük önder Sevgili Peygamberimizdir. İsteriz ki; her okula imam-hatip ayrımı yapmadan ‘Peygamberimizin hayâtı en ince detaylarına kadar yaş seviyesine göre ders olarak konmalı mutlaka okutulmalı ve öğretilmelidir.’ Ancak genç yaşayan müşahhas misalleri görmeyi bizzat görerek örnek almayı daha çok seviyor. O zaman anne ve babaların en güzel örnek kendilerinin olması çok yerinde bir fikirdir. Örneği dışarıda aramaya gerek yoktur. Zira genç hayâtının çoğunu onlarla geçiriyor. Anne-baba nasılsa çocuk da aynen onun kopyası oluyor. O halde anne babaların bozuk yetişen nesilde büyük dahli vardır. Onlar demek ki doğru rol model olmadılar.
Üçüncü olarak menfi fikir ve ideolojileri yerleştiren, türlü olumsuzlukları, ahlaksızlıkları ahlak diye yaygınlaştıran, nice yanlışları göz göre göre doğru diye yutturanların bir medyası var ki, evlere şenlik… Yıllardır her pisliği bilhassa halkı Müslüman olan ülkelerin insanlarına ‘nefistir buyurun’ diye yedirdiler. Bu hususta epey bir sermâye harcadılar. Gazete, basın yayın yoluyla insanların zihinlerini yanlış haberlerle doldurdular. Televizyon dizileriyle lüks hayat hayranlığını, ahlaksız ilişkileri yaydılar. Hatta öyle oldu ki baba-kız, kayınvâlide-damat, erkek-erkeğe, kadın-kadına ilişkilerin normal olduğunu işlediler. Senelerce hemen her dizide alkol içen rezil insanlar arzı endam etti. Şarkıcı-türkücü-artist-manken, futbolcu olmak gençlerin en baş hayâlî oldu. Fatih olmak Nene hatun olmak da neyin nesiydi canım bu devirde? Sonra kısa yoldan köşeyi dönüp çabucak zengin olmak en konforlu hayatı yaşamak ideal oldu. Bize ne, bana ne demek varken, fakir fukaya yardım etmek mi, o da neydi?
Medya bu yanlı mihrakların elinde olduğundan istedikleri çirkinlikleri yaymakta hızla mesafe kat ettiler. Yüksek rantlar devşiren bu insanlar sanat ve edebiyat çevresini de istedikleri doğrultuda yönlendirdiler. Sözüm ona sanat adına icra ettikleri sinemalarda en âdi ahlaksızlıkları bu topluma seyrettirdiler. Âdeta;’Böyle ol yoksa öl’ dediler. Tiyatrolarda İslâm’ı ve Müslümanları yermek için kullanılan en önemli araçtı. Mizah ve komediler ayni amaçlara hizmet etti. Yıllarca dîni bütün Müslümanları ‘ayağı takunyalı, geri kafalı, câhil, bir şeyden anlamayan insanlar’ olarak alaya aldılar. Kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımayan bu utanmazların her işi kendi tekellerindeydi.
İşte bugün gelinen durum ortada!
Halbuki bugün gençler doğru misallerle kendi değerlerimize yönelik bir anlayışla icra edilen eğitim sistemi içerisinde yetiştirilseydi şimdi daha iyi bir konumda olabilirdik. Sanat, gençleri meşgul edecek yanlışa kaydırmayacak en önemli, câzibeli bir alandır. Bu alan Müslümanlar tarafından bugüne kadar hep ihmal edildi. Oysaki bizim kendimize göre mükemmel sanat tercihlerimiz var. Bunlar derhal hem de derhal işleve konmalıdır. Hamdolsun bunları verebilecek güzel insanlarımız da yetişti artık.
Yaşadığımız hayat doğru şekillendirilmelidir yoksa elin-âlemin yanlışlıkları bizim doğrularımız hâline gelir.
Bu sebeple eğitim sistemimiz kökten ıslâha muhtaçtır. Basın-yayın ve medya organları yakîn tâkibe alınmalıdır. Âcilen değerlerimize uygun sanat yönümüz çeşitli platformlarda devreye sokulmalıdır. Vesselam.