Kaç zamandır etrafımızda yaşanan katliamlar, savaşlar, işgaller, açlık ve cinayetler gibi birtakım olaylar üzerinde düşünüyorum. İnsan bu kadar hızlı bir değişim geçirir mi diye kafamı kaşıyıp duruyorum. İnsan büyüdükçe uğradığı haksızlıklara karşı tepki gösterme konusunda küçülüyor. Acaba bunu nasıl açıklayabiliriz? Acaba bunun yetiştirilme tarzımızla ya da eğitim sistemimizle bir ilişkisi olabilir mi? Bütün gün boyunca bu sorular için tırnaklarımı kemirip bitirdim.
Önce çocukluğumu hatırlamaya çalıştım. Bir haksızlığa uğradığımızda nasıl da kızıp öfkelenirdik, durmadan yerlere vurup gürültü çıkarır, tepinip durur ve ağlardık. Avaz avaz bağırıp çığlıklar koparırdık. Tüm bunları yapmak için bazen bir oyuncağımızın elimizden alınması yeterliydi.
Çok iyi hatırlıyorum; hem de sıcak bir ekmek tazeliğinde hatırlıyorum; Bana alınan yeni bir ayakkabı küçük kardeşime verilince, kıyametleri koparmıştım. Ağlamıştım. Herkesten küsmüştüm. Yemek de yememiştim o akşam. Hele mavi bilyemiz alınmışsa, bisikletimiz çalınmışsa, nasıl da öfkelenip aslanlar gibi köpürürdük. Ne pahasına olursa olsun, hiç kimseden korkmadan tepki gösterip hakkımızı arardık. Bazen elimize aldığımız taşları fırlatıp camları bile kırardık. O çocuk halimizle ölesiye hakkımızı arardık. Bir kenarda duran eski oyuncağımızı akşam misafirliğe gelen komşunun çocuğu alınca, nasıl da değerli olurdu, bizim için eski oyuncağımız.
Peki ya şimdi ne oldu bize? Allah aşkına, biri bana söylesin bunu. Bizi büyülediler mi. Efsunladılar mı? Neden bu kadar tepkisiz bir millet olduk. Bırakın başkalarını düşünmek, kendi haklarını bile bilmeyen, aramayan uyuşuk bireyler olduk. Sadece bizi değil bütün bir milleti, sadece bugünümüzü değil, geleceğimizi de, sadece fikirlerimizi değil, insan olmanın bize verdiği hakları da tehdit eden, elimizden alan, özgürlüğümüzü daraltan o kadar çok olay var ki; o kadar çok gelişme var ki etrafımızda; hiçbir tanesine tepki göstermiyoruz. Kim efsunladı bizi? Bütün bunların sebebi nedir? Biri çıkıp söylesin bana. Yoksa kafayı yiyeceğim arkadaş. Yoksa elektro manyetik silahlarla beynimizi vurdular mı? Yoksa bütün bir millet olarak halimizden memnun olduğumuza göre, özveriyle büyük bir mankurt destanı mı yazıyoruz?
İnsan büyüdükçe sahip olduğu hasletlerin de büyümesi, gelişmesi gerekmez mi? İnsan sadece beden olarak büyüyüp gelişmez ki; Aslında bedenimizle birlikte yüreğimiz de, yüreğimizle birlikte duygularımız da gelişir. Organlarımızla birlikte kimyamız da gelişir. Beden ve ruh birbirinden bağımsız değildir. Belli bir sırayı izleyerek de olsa sonuçta ikisi de, önce veya sonra mutlaka bir olgunluk düzeyine ulaşır. Bütün bu gerçeklere rağmen çocukluğumuzda bizde var olan bir takım özellikler neden biz büyüdükçe bizimle birlikte gelişmiyor, tam tersine zaman içinde kaybolup gidiyor. Çocukluğumuzda elimizden alınan bir mavi bilye için her tarafı birbirine katarken, şimdi kocaman adamlar olduğumuz halde elimizden alınan en hayati, en sahici haklarımız için neden mücadele etmiyoruz. Neden sus pus olup olduğumuz yerlerde kafamızı kumlara gömüyoruz.
Etrafımızda en onulmaz zulümler, savaşlar, haksızlıklar, cinayetler, kötülükler ve günahlar gırla giderken biz kendi menfaatimizden başka bir şey düşünmüyoruz. Öyle tepkisiz bir toplum olduk ki; yılan bize sokuncaya kadar sesimiz çıkmıyor. Zulüm ve haksızlık gelip bizim kapımıza dayanıncaya kadar tepki göstermiyoruz. Peki, insan olmanın en büyük özelliği haksızlığa karşı durmak, haksızlığa uğrayan kimseyi korumak değil mi? İslam’ın en temel ilkesi, haksızlık kimden gelirse gelsin onun karşısında durmak, haksızlık kime yapılırsa yapılsın onun yanında yer almak değil mi? Mazlumu savunmaktan daha büyük bir erdem var mı yeryüzünde? Buna kimse hayır demiyor ama gerçek bir durumla karşı karşıya gelince topukları üzerinde geri dönüyor herkes. Zulüm ve haksızlık yapan bizden biri olunca yaptığı haksızlıkları, yanlışlıkları, zulümleri neden görmezden geliyoruz?
Bütün bu çelişkileri düşünerek kafamı kaşıyıp duruyorum. Nasıl olur da çocukluğumuzda haksızlıklara tepki göstermeyi biliyorduk da büyüdükçe tepkisiz insanlar olduk. Neden bedenimiz geliştiği halde hasletlerimiz geriliyor, köreliyor. Bizi tepki göstermekten alıkoyan güç nedir? Korkular ve sebepler nelerdir? İçimizde mi, yoksa dışımızda mı? Bir takım şeylerin yolunda gitmediği açık. Savaşlar oluyor, insanlar hunharca öldürülüyor, insan olduğumuz için sahip olduğumuz haklar elimizden alınıyor, bizi ortaçağın karanlığına götürmek isteyen güçlerin cüretkârlığı karşısında bizim kılımız kıpırdamıyor. Sesimizi kısıp olduğumuz yerlerde gizleniyoruz. Bizi görmeyeceklerini sanıp kaplumbağalar gibi tehlike geçinceye kadar kafamızı kabuğumuzun içine çekiyoruz.
Ne olur bir psikolog çıksın da; bu çelişkinin, bu aymazlığın sebebini izah etsin bana. Yoksa kafayı yiyip çıldıracağım arkadaş. Şimdi ben de herkese soruyorum; toplumun bu ölü ruh halini neyle, nasıl açıklayabiliriz? Yoksa üzerimize ölü toprağı mı serpildi. Bize ne oldu ki doksan yıl gibi kısa bir zamanda toplum olarak ümidimizi yitirdik, küçüklük kompleksine kapıldık. Amaçsız, ruhsuz, tepkisiz, hareketsiz, düşüncesiz, istikametsiz bir millet olduk arkadaş. Ama bu kadar da fazla kötümser olmaya gerek yok, bunu biliyorum. Biz zaten boş işlerle uğraşmayız, belli ki bu halimizle bir mankurt destanı yazıyoruz.
Ey meçhul bir denizde, meçhul bir limana demir atmak isteyen gemi, kendine gelip etrafına şöyle bir bak, sakın deniz fenerlerini unutma.
Mavi bilye mi kırmızı kan mı? Hangisi hayatımızı idame ediyor, hangisi hayatımızı bitiriyor? Çocukluğumuzda mavi bilyelerimiz için savaşırken, şimdi savaşlarda dökülen kanları bir oyun gibi sessizce izliyoruz, neden? Ben mavi bilyelerimi istiyorum, kırmızı kanı değil.